Darbe övgüsü yap, sonra da basın özgürlüğüne sığın!
Gönül ister ki, kalemini kullanan insanlara kimse karışmasın. Herkes yazdığında, konuştuğunda özgür olsun..
Ama öyle bir kirli oyun tezgahlanıyor ki, “Basın özgür olsun” sözünü, şöyle doya doya, her olayda tekrarlamak bile mümkün olmuyor.
Her gazeteye, her basın kuruluşuna yapılan baskıyı, “Basın özgürlüğüne baskıdır” diye karşılamak, adeta enayilik oluyor.
Niye?
Çünkü çok yakın tarihlerde, benzer baskıyı kendiniz yaşamış oluyorsunuz. O baskı sırasında, bazı sözde meslektaşlarınızın ellerini ovuşturarak, “Cumhuriyete karşı yayın yapan medya kuruluşlarının, basın özgürlüğünün arkasına saklanması kabul edilemez” açıklamaları yaptığına şahit oluyoruz.
Ertesi günü, o çirkin açıklamayı yapanların internet merkezleri basılınca, “Bu, basın özgürlüğüne baskıdır” demeniz, adeta enayilik oluyor.
Sizce de öyle değil mi?
Bakın, daha iki hafta önce, medyada bir hava estirildi.. Hizbullah davası sanıkları, aleyhlerindeki kararlar kesinleşmediği için tahliye olmuşlardı.
Ne rüzgarlar estirildi, ne rüzgarlar!
Bu ülkede sanki, sadece tek bir davanın sanıkları, o kanun gereği tahliye olmuşlar gibi hava oluşturuldu..
Ve sonunda, tahliye olan sanıkların aileleri, komşuları, dostları adeta cezalandırma operasyonuna muhatap oldular..
Sonuçta, yargılanan kişileri arıyoruz adı altında, bir basın kuruluşuna baskın düzenlendi.. Doğru Haber gazetesinde saatlerce süren bir arama yapıldı..
Ama o arama sırasında, tek bir gazeteci derneği açıklama yapmadı..
Malum kesimden bir tek medya kuruluşu, “Basın özgürlüğü kısıtlanıyor” başlığı atmadı..
Ama dünkü odatv aramasına sıra gelince.. İstanbul Gazeteciler Cemiyeti’nden tutun, Ankara GazetecilerCemiyeti Konfederasyonu’na kadar birçok gazeteci derneği, birçok medya kuruluşu bülbül kesildi..
Kınadılar, yetmedi.. “Tek adam diktası” dediler, yetmedi.. “Polis devleti” dediler, yetmedi..
Dediler ha dediler.
Oysa, odatv araması sonrasında dün gözaltına alınan Soner Yalçın’ın son yazısında, bakın ne yazıyordu: “Soğuk savaş döneminin küresel planları nedeniyle Türkiye’de askeri darbeler yaşandı.”
Sanki küçük bir yaralanmasız trafik kazası yaşanmış gibi, nasıl da masumane anlatıyor Soner efendi, binlerce kişinin gözaltında işkencelere maruz kaldığı darbeleri..
Devam ediyor daha: “Ama Mısır’dan tek farkı asker ne zaman geldiyse, olabilecek en kısa zamanda yerini tekrar sivillere bıraktı.”
Vay vay vay..
Bir de madalya takalım o zaman.. “Geliyorsunuz.Binlerce insanı işkenceden geçiriyorsunuz. Meşru hükümeti deviriyor, yerine kendi kafanızdan adamların geçmesini sağlayacak ortamı oluşturuyorsunuz. Yaşayın, varolun siz darbeci generaller” diyerek, onlara birer madalya da takalım isterseniz!
Öyle mi Soner efendi?
İşte bu adamlar, darbeyi mazur gösterenler, şimdi gözaltına alınınca, avanesi hep birlikte ayağa kalkıyorlar: “Basın özgürlüğü kısıtlanıyor” diyerek.
Peki beyler, iki hafta önceki Doğru Haber baskınında, basın özgürlüğü kısıtlanmıyor muydu?
Daha önce,akit gazetesine 400 polisle yapılan baskında “basın özgürlüğü” kısıtlanmıyor muydu?
Niye o günlerde basın meslek kuruluşları tek açıklama yapmıyordu da, darbeyi adeta mazur gösteren Soner efendi gözaltına alınınca, hemen aklınıza “basın özgürlüğü” geliyor?
Niye?
Yoksa tüm bu kumpaslar, tek elden mi yönetiliyor?
Biri darbeyi mazur gösteriyor. Diğeri karşı görüşteki gazeteleri hedef gösteriyor. Öbürü muhalif gazetelere yapılan baskınları suskunlukla karşılıyor. Diğeri, kendi avanesine karşı yapılan hukuki girişimleri bile, “sansür” olarak niteliyor!
Tüm bunların nihai hedefi ne?
“Darbeciler gelsinler.. Halkın temsilcilerini silah zoru ile yönetimden uzaklaştırsınlar.. Sonra kısa sürede, onların takımına yönetimi teslim edip, kenara çekilsinler!”
Amaç bu..
Bu amaç gerçekleşirken, akit susturulsun.
Ama odatv’nin önünden bile, tek polisin geçmesine izin verilmesin...
Öyle mi; uyanık gazetecilerim benim.
Öyle mi; kimine suskun, kimine anında tepki veren gazeteci derneklerim benim?
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT