DAİŞ’çiler, bir oyuna mı geldiler; yoksa ‘mazoşist’midirler?
İnsanın ruhî hal ve davranışlarını inceleyen psikolojide bir takım tarifler vardır.. Bunlardan birisi, sadizm (zulmetmekten zevk alma) eğilimidir ve bu anlaşılabilir bir durumdur. Çünkü, güçlü olduğunu hisseden ve kendisini kontrol etmesini bilmeyen her insan, başkasına tahakküm etme, onu kendi etkisi altına alma eğilimine sahibdir ve bu eğiliminin gereğini yerine getirirken, karşısındakine de her türlü baskı ve zulmü reva görebilir.
Ama, bunun yanında tarif edilmiş bir diğer psikolojik hal daha vardır ki, o da mazoşizm’dir. Bu durum, kendisine zulüm yapılmasından zevk alma eğilimidir ve tabiatiyle şaşırtıcıdır. Çünkü, zulmedildikçe, ezildikçe daha fazlasını ister. (Bir genç vardı, yıllarca önce.. Bir takım rahatsızlıklarından sözetmişti.. ‘Nedir?’ deyince.. ‘Bilmiyorum, ama, ben kafayı yiyeceğim galiba.. Boks antremanlarına gidiyorum.. Antrenman sırasında, kafama yumruk indikçe o kadar zevk alıyorum ki, anlatamam.. Daha fazla vurulmasını, âdetâ, kafamın ezilmesini istiyorum..’ demişti..)
Şimdi, IŞİD -DAİŞ savaşçılarının durumu da buna benziyor gibi sanki.. Çünkü, başlarında Amerika’nın bulunduğu ve ‘koalisyon güçleri’ denilen ülkelerin savaş uçaklarınca ve füzelerince mevzileri devamlı bombardıman ediliyorlar ve bundan âdetâ zevk alıyormuşçasına kendi üzerlerine gelecek yeni baskı ve zulümlerin kapısını daha bir aralamaya çalışıyorlar. Son olarak, Kilis civarında, Suriye-Türkiye sınırının öte tarafından Türkiye’nin askerlerine saldırmak gibi bir çılgınlığa da başvurdular.. Bunu bilerek mi, yoksa, birilerinin güneş başına fena mı vurdu da, yaptılar? Anlamak zor.. Ve Türkiye de onların üzerine bombalar yağdırdı..
Ama, insana ilk planda onlarda bir mazoşist eğilim var gibi bir çağrışım yaptırıyor.
*
Gerçi, bu DAİŞ savaşçılarının ne’yi, nerede, ne zaman ve nasıl yapacaklarına da akıl ermiyor. Yenilgiye uğratıldıkları sanılan yerlere yeniden saldırabiliyorlar. Fellûce ve Tikrit’te, Ramadi’de, Kerkük’de ve geçen haftalarda da Kobani’de öyle olmadı mı? Halbuki, yenilgiye uğratılan güçler genelde kendilerini toparlamak için uzunca bir zamana ihtiyac duyarlar.
Bu noktada, bu DAİŞ’çilerin kim ve ne olduklarını anlamak ise, bir diğer mes’ele..
Hemen her yerde bunların kim olduğu ‘fakir’den de soruluyor.. Ve, ‘Vallaa ben de anlamış değilim henüz’ demekten ileri bir şey söyleyemiyor..
Gerçi, kimileri bu örgütün Amerika tarafından kurulduğunu söylüyorlar, kimileri İsrail tarafından, kimileri ingiliz emperyalizmi tarafından..
Son iki yıldır da, Türkiye tarafından desteklendiği iddiaları vardı.. Türkiye tarafından desteklendikleri gibi bir iddianın mantığını ve doğruluk ihtimalini anlamakta zorlanıyor insan.. Çünkü Türkiye, Ortadoğu buhranlarına, özellikle son 13 yıl boyunca, BM. kararları olmadıkça müdahil olmamak için olanca dikkatini gösteriyor ve buhranı zamana yaymaya ve bir takım diplomatik yollara başvurmaya ağırlık veriyor.
Ama, Türkiye’nin DAİŞ’i desteklediğini söyleyenler, Amerika ve NATO ülkeleri ve İran gibi ülkelerin güçlerinin DAİŞ güçleriyle mücadelesine Türkiye’nin de fiilen niçin katılmadığını gündeme getirip, dahpa düne kadar böyle bir ihtimali gerçekmiş gibi iddia ediyorlardı. Halbuki, Türkiye kendisine dokunulmadığı müddetçe ve de Suriye ‘kendi topraklarına Türkiye tarafından bir müdahale olursa, bunu savaş sebebi sayacağı’nı açıklamışken, DAİŞ’e niçin müdahele etsindi? Yani, -kendisine savaş açmış olan PKK rahatlasın diye mi? Ya da, Türkiye’yi bir numaralı düşman sandalyesine oturtmuş olan Beşşar Esed rahatlasın diye mi?
*
Konunun bir başka yönü de şu: Sovyet Rusya işgalindeki Afganistan’a, komünizmin tepelenmesi niyetiyle ve ‘cihad’ aşkıyla giden yüzlerce-binlerce savaşçıyı hemen hepimiz iftiharla benimserken; bugün İslamî hedefleri olduğunu iddia eden bir örgütün İslamî hedefler için savaştığı iddiasına sadece ya da genelde, emperyalist odakların gözlüğüyle bakılıyor? Amerikan emperyalizmi veya diğer şeytanî güçler, ne derlerse biz ona göre mi değerlendirme yapacağız? Yani, emperyalist odakların işine gelmiyen mücadeleleri terörizm, işlerine gelen mücadeleleri de tıpkı onların istediği şekilde özgürlük savaşı olarak mı niteliyeceğiz?
*
Dahası, emperyalist güçler, DAİŞ’in barbar bir örgüt olduğunu nasıl farkettiler ve hepimize de kabul ettirdiler?
Sionist İsrail rejimi, Filistin’de sivil -savunmasız halktan binlerce insanı, kadın-çocuk demeden, ağır bombardımanlar altında ezerken, bütün o cinayetleri ‘İsrail’in hayatta kalma hakkının bir gereği’ olarak değerlendirip anlayışla karşılayan da Amerikan emperyalizmi değil miydi? Ve USA emperyalizminin kesin himayesi dolayısiyle İsrail’e, onun saldırılarını durduracak güçte kimse itiraz edemezken, Amerika, birden bire DAİŞ savaşçılarını dünyanın en barbar ve en tehlikeli bir örgütü olarak gösterip, bütün dünyayı onun üzerine saldırtmak için, niye hamle üstüne hamle geliştiriyor?
DAİŞ örgütü ve savaşçılarının iddiaları büyük olduğundan mı? Yoksa, yöntemlerinin İslamî açıdan sorgulanması gereken bir acımasızlık sergilemesi yüzünden mi? Yoksa, her ikiside mi?
Bunlar iki-üç sene önce ortaya çıktıklarında ne diyorlardı? ‘Biz İslam Devleti kuracağız.. Hılafet’i ihya edeceğiz.. Bir devlet kurmak için gereken topraklar aslında bizim cihad hamlelerimizi bekliyor.. Zâlim yöneticilerden bıkan halklar bize koşacaklar..’
Ama, bu gibi idealistçe sözleri sadece DAİŞ’çiler söylemiyor, hemen her dikkatli müslüman da karşılaştığı nice zulüm uygulamalarının hüküm sürdüğü müslüman coğrafyalarında, İslamî bir ideal olarak gündeme getiriyor..
DAİŞ’in iddiası da böyle bir iddiaydı..
*
Ama, Amerikan Başkanı Obama’ya n’olmuştu da, DAİŞ’in henüz ne olduğu tam olarak anlaşılmadan, ilk tepkilerini hemen, ‘21. yüzyılda İslam Devleti kurulmasına izin veremeyiz..’ diye dile getiriyor; hele de bir din devleti olan Vatikan’daki Papa Françesco da, ‘90 yıl öncelerde M. Kemal’in kaldırdığı Hılafet’in yeniden kurulmasına seyirci kalamayız..’ demek gereği duyuyordu?
Bu sözlerle, müslümanların birlikteliği ihtimalinin en zayıf hallerinden bile korkan ve onu dinamitleyen yabancı unsurların başında kimlerin geldiği bir daha ortaya çıkmış olmuyor mu?
11 Eylûl 2001 Saldırıları’nı müslümanların üzerine yıkan emperyalist güçler, o günden bu yana, dünyada nerede bir müslüman kıpırdanışı olsa, üzerine hemen çullanmaktalar. DAİŞ de, bu şeytanî güç merkezlerinin sık-boğaz edişi sonucu ortaya çıkmıştır denilemez mi?
*
Doğrudur ki, DAİŞ savaşçılarının İslam adına diye verdikleri mücadelelerde kullandıkları yöntemler, güzel bir takım söylemlerini de gölgede bırakacak kadar gaddarca.. Ve bu yöntem, niceleri gibi bu satırların sahibinin şahsî görüşüne göre de gayriislamîdir.. Velev ki, bu gibi yöntemler birilerine misilleme kasdıyla yapılmış olsa bile.. Emperyalist, şeytanî ve kâfir güçlerin müslümanlara uyguladıkları gaddarlıkların aynısını biz de onlara ve hele de sivil halktan, savunmasız kimselere, kadın ve çocuklara bile uygularsak, bizim emperyalistlerden, sionistlerden ne farkımız kalır? Hatırlayalım ki, Bosna Katliâmı günlerinde sırbların mezalimine aynıyla mukabelede bulunmak için izin isteyen müslüman savaşçılara merhûm Ali İzzet Begoviç’in nefîs beyanında olduğu gibi, ‘Onlar bizim düşmanımızdır, öğretmenlerimiz değil!’ Onlar bize örnek olamazlar.
Hele de misillemede bulunmak adına, ölçüyü kaçıran, kelle kesmeyi bile kendi propaganda ve korkutma çabalarının bir yöntemi olarak dünyaya tanıtanlarla bizim kendi aramızda da ciddî problemlerimiz vardır. Ama, bunlara bakarak, bu gibi örgütler, emperyalistlerce eleştirildiği gibi mi eleştirmeliyiz? Ve, bu gibi örgütlerin hemen emperyalist odaklarca kurulduğunu ve devreye sokulduğunu söylememiz ne kadar sağlıklıdır? Elbette, DAİŞ’i de bu kadar ciddîye alıp, dünya çapında büyüten emperyalist odakların bir takım hesablarının olduğu da düşünülebilir, ama, bu ne kadar sağlıklı bir değerlendirme olur?
*
Hatırlayalım, B. Amerika’yı değil, bütün dünyayı da şoke eden 11 Eylûl 2001 Saldırıları’ndan önce, El’Qaide örgütü ve Usâme bin Laden’in ismi dünya müslümanları arasında pek bilinmezdi.. Nihayet, Afganistan’la meşgul olanlar bilirlerdi, Usâme’yi.. Ve o da milyarlarca dolar serveti bulunduğu ve Afganistan’ı, ‘lidersiz bir ülke’, ve kendisini de ‘ülkesiz bir lider’ olarak bildiği için..
‘11 Eylûl Saldırıları’ üzerinden henüz 24 saat geçmeden, o saldırı, El’Qaide ve Usâme’nin üzerine yıkılıvermişti.. Bir anda dünyanın her bir yanında da yağmur sonu mantarları gibi, kendilerini El’Qaide’nin çeşitli coğrafyalardaki temsilcileri olarak gösteren yığınla örgütler türeyiverdi. Halbuki bunların bir kısmından El’Qaide’nin daha sonra haberi olmuştu.
İŞID / DAİŞ ortaya çıkıp, bugün en fanatik (kutsal esinli) bir örgüt haline gelince.. Dünyanın bir çok yerinde, niceleri, kendilerini DAİŞ’in, bulundukları coğrafyalardaki temsilci ya da şubeleri olarak ilan etmediler mi? Nitekim, El’Qaide’nin zuhûrundan sonra niceleri de kendilerini El’Qaide’ye nisbet ettikleri gibi, bugün de Nijerya’dan Libya’ya, Cezayir’den Somali ve Afganistan’a kadar nice örgütler kendilerini DAİŞ’in kendi coğrafyalarındaki temsilcileri olarak ilan ediyorlar.
El’Qaide ise, gündemden düştü neredeyse..
El’Qaide lideri Eymen Zevahirî, iki yıl önce, DAİŞ savaşçılarına da, onlarla zıdlaşan ve İslamî söylemlerle hareket ve cihad ettiklerini söyleyen öteki gruplara da çağrıda bulanarak El’Qaide şemsiyesi altında toplanmaya ve bey’at etmeye çağırdığında, diğer gruplar bu çağrıyı kabul ettiler, ama, DAİŞ, altında toplanılacak şemsiye’nin kendileri olduğunu ileri sürerek, reddetmişti o çağrıyı.. Zevahirî de, iki gün önce, ‘mücadid kardeşlerim’ diye hitab ettiği bu grubu, iki gün sonra hemen, ‘Şeytanın askerleri’ olarak nitelemekten kaçınmamıştı..
*
O günden itibaren DAİŞ artık, kendi başına buyruk ve büyük idealleri gerçekleştirebilecekleri ümidiyle bir güç zehirlenmesine uğradığı düşünülen, ya da darbeler yedikçe bundan zevk alıyormuşcasına mazoşist eğilimler gösteren klinik bir vak’a tablosu yansıtan bir örgüt.. Ama, bütün bunlar onları izaha yine de kafi gelmiyor.
Dünyanın çeşitli yerlerinden onlara katıldığı söylenen 15 bin kadar savaşçıdan söz ediliyordu..
Bu zamana kadar yapılan bombardımanlarda ve diğer silahlı mücadelelerde öldürüldükleri bildirilen DAİŞ savaşçılarının sayısı, neredeyse 60 bini geçmekte.. Bu da işin bir diğer tarafı..
Ve onlar, devlet olduğu iddialarını hâlâ da sürdürüyor, ama, uluslararası hukuk açısından ellerinde belirli bir coğrafya henüz yok.. Yeryüzünün her tarafında kendilerine bir yer bulabileceklerini söylüyorlar..
Bu da, bu örgütün bir muammalı tarafı daha..
Bütün bunlardan sonra, tekrar sormak gerekiyor..
Kim bunlar? Nasıl organize olabiliyorlar? Böylesine nasıl dirençli olabiliyorlar ve mağlub edildiklerinin sanıldığı yerlerde tekrar nasıl atağa geçebiliyorlar? Bu hayatiyet gücünü nereden alıyorlar? Bu örgüt, bazılarının ileri sürdüğü gibi, emperyalistlerin kurgusu ise, bu nasıl bir hastalıklı haldir ki, kendisini kuran- kurgulayan güçlerin eliyle bu kadar korkunç şekilde eziliyor ve yine de pess etmiyor..
Anlayabilen varsa, beri gelsin ve bize de mantıklı ve sağlıklı bir haber versin..
*
YAZIYA YORUM KAT