1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Daha çok konuşun da hanginize daha çok güvenemeyeceğimizi bilelim
Daha çok konuşun da hanginize daha çok güvenemeyeceğimizi bilelim

Daha çok konuşun da hanginize daha çok güvenemeyeceğimizi bilelim

İsmail Kılıçarslan, kemalist ideolojiyle hareket eden darbeci zihniyeti, deprem yardımları üzerinden yapılan manipülasyonları ve bu kesimlerin seküler üstünlük iddialarını eleştiriyor.

26 Kasım 2024 Salı 10:30A+A-

İsmail Kılıçarslan/Yeni Şafak

Daha çok konuşun da hanginize daha çok güvenemeyeceğimizi bilelim

 ODA TV, benim, Aydın Ünal’ın ve Hüseyin Likoğlu abilerin peş peşe yazdığı ve odaklarında devlete kılıç çeken teğmenlerin olduğu yazılar üzerinden “hedef teğmenler değil, hedef Atatürk” manşeti atarak yine o meşhur meseleyi konuşulamaz hale getirmeye çabaladı. Kamalizm tarafından berkitilen ve yaşatılan müesses nizamın tartışmaya açılmaya çalışıldığı her sekmede böyle oluyor durum. Kamalistler hemen bu tartışma büyümesin, ölü doğsun diye Atatürk’ün arkasına siper alıp başlıyorlar yaylım ateşe. Oysa benim yazımda da, Ünal ve Likoğlu’nun yazılarında da hedef Atatürk değil, Atatürk maskesiyle müesses nizamın sürmesini arzu eden, akıllarına estiği gibi darbe yaparak memlekete nizam vereceklerini zanneden Kamalistler idi. Bu hakikati tam tersine çevirerek çektikleri numarayı anlamamak imkânsız. “Ayranları dökülmesin” diye Atatürk’ü sömürmekten bıkmayan bu beyzadeler bilmeliler ki hedefimiz Atatürk olsa hedefimizi Atatürk olarak belirleyecek mertlikte ve dürüstlükte insanlarız üçümüz de. Oysa hedef Atatürk değil, sizsiniz. Darbeci, üstüncü, kendini bir halt zanneden Kamalistler yani. Hedefimiz, eski Türkiye özlemiyle yanıp tutuşan darbeci asker takımı. Burada bir anlaşalım.

İkinci tabloda Ali Atay var. Fatih Altaylı’nın programına katılan oyuncu, Kahramanmaraş depremlerinde eşi Hazal Kaya ile birlikte yaptığı yardımlar hakkında aynen şöyle demiş: “Ben bu ülkenin seliyle, yangınıyla, tufanıyla, terörüyle falan niye mücadele edeyim abi? Bu işin birimleri var. Benim Maraş’ta ne işim var? Bunu biz niçin yapıyoruz ya? Neden yani? Biz bu manipülasyona neden kapıldık? Neden yani?”

Ali Atay, farkında olmaksızın, daha doğrusu bambaşka bir şey anlatmaya çalışırken hakikate muazzam bir şekilde temas etmiş. Maraş depremlerinin hemen ardından devletin hiçbir şekilde sahada olmadığı yalanını yayan ve bunun için de ünlüleri kullanan mekanizmanın manipülasyon yaptığını şak diye itiraf etmiş. Doğrudur. Ali Atay kendi adına bu manipülâsyona, belli ki eşiyle birlikte kapılmış olabilir. Bence memleketin yüzde sekseni, hatta biraz daha fazlası, bu manipülasyonu elinin tersiyle iterek, bu manipülasyona hiç prim vermeden koştu deprem bölgesine. Yani, devletin bütün imkânlarıyla bu büyük afetin zararlarını izale etmek için seferber olduğunu bile bile ve kendisine “Ben o insanlar için ne yapabilirim?” sorusunu sorarak aktı deprem bölgesine. Bakınız, depremin 17’nci saatinde yoldaşım Ersin Çelik, 50’nci saatinde bizzat ben olay yerinde olmamış olsaydık bunu bu rahatlıkla söyleyemezdim. Depremin ilk saatinden itibaren depremden etkilenen il ve ilçe merkezlerine ulaştı devlet. Depremden etkilenen bölgenin büyüklüğüne nazaran insanüstü bir gayret sarf edildi ve kara kış şartlarına rağmen eldeki imkanlar sonuna kadar zorlanarak bence afet tarihinde görülmemiş bir başarıyla yönetildi mesele. Biz 50’nci saatte yardımlarımızla Kahramanmaraş merkezine indiğimizde bize “Bu yardımlara burada ihtiyaç yok, mümkünse biraz uzaktaki köylere gidip bırakmaya bakın” cevabını o devlet verdi, başka bir yapı değil.

Hakikati eğip bükmeye gerek yok. Deprem bölgesine ben “Devlet şimdi orada değildir” hissiyle değil, kardeşlerimiz o haldeyken yerimde duramadığım için gittim. Üstelik, gider gitmez de karşımda yine devleti buldum. Ve bana dedi ki: “Buralarda sorun yok, uzak köylere bakın.” Ali Atay’ın “okyanusta damla bile olmayacak” yardımlarını depremzede kardeşlerimizin başına kaktığını fark edeceğini sanmıyorum. Ancak bir şeyi fark etmesini umut ediyorum. Ali Atay ve Ali Atay gibiler kendilerini manipüle edenlerin zihinleriyle değil, millet olma refleksiyle hareket etmeyi deneseler davranışlarını anlamlandırmaları daha kolay olabilir. İnşallah denerler.

Üçüncü tablo ise kendisini seküler-Türkçü olarak tanıtan Bahadırhan Dinçaslan’a ait. Sosyal medyanın yarattığı yankı odalarında kendi aptal fikirlerine müşteri bulunca kendini “üstat” zanneden yüzlerce yetersizden biri olan bu herif de şöyle demiş: “(Hamas’ın festival bastığı yalanını satın alarak konuşuyor) Bir festival basıldı. Ben festival düzenlenen bir Ortadoğu istiyorum. Festival basan zihniyetin belinin kırılmasını olumlu buluyorum.”

Doğrusu bu ya, seküler hayat tarzını “icat edilmiş en üstün hayat tarzı” olarak konumlayan çok insan görmüştüm ama Pol Pot’tan ve Mao’dan bu yana “Seküler hayat tarzı insan hayatından daha üstündür” diyen bir dangalaklık görmemiş, işitmemiştim. Ortadoğu’da festival düzenlenebilsin diye İsrail’in çocuk öldürmesini, soykırım yapmasını aklamak da ancak bizimkiler gibi “sekülerliği de pespayece değerlendiren” dangozlara düşer.

Dahası da var da, küfürsüz devam edebilmesinin imkânı yok yazının. Hiç olmazsa şu kadarını söylemiş olayım: “Yahu, Siyonizm denilen aptallık ideolojisi yarın öbür gün Türkiye’yi işgal etse bu salaklık düzeyindeki insanları da ‘goyim’ deyip öldürecek ya, ona yanarım. Bunlar goyim dahi olamayacak denli yetersizler halbuki. Bunların aklî salahiyetleri dahi yok.”

Döneyim başlığa. Aslında bunların konuşmamaları değil, konuşmaları iyi biliyorsunuz değil mi? Bunlar konuştukça hangisine daha çok güvenmeyeceğimizi seçmek ve hazırlığımızı ona göre yapmak meselesi daha da netleşiyor zihnimizde çünkü. Netleşmeli de. Çünkü o büyük kavga büyüyor ve yaklaşıyor. Görmek istesek de istemesek de.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum