Daha adil bir dünya belki çok uzak ama daha adil bir Türkiye mümkün olabilir
Ahmet Taşgetiren, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” kitabına atfen bunun önemli bir çağrı olduğunu belirttiği yazısında, yanı sıra daha adil bir Türkiye’nin de mümkün kılınması gerektiğine dikkati çekiyor.
Ahmet Taşgetiren’in Karar gazetesinde yayımlanan yazısı (26 Eylül 2021) şöyle:
DAHA ADİL BİR TÜRKİYE MÜMKÜN
Hayır, yazıma Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla yayınlanan “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” isimli kitabın mesajını kırmak için bu başlığı koymadım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Dünya 5’ten Büyük” vurgusunu her zaman önemsedim. Dolayısıyla bu talebe zemin niteliğinde olan “Daha adil bir dünya” talebi ve beklentisini de haklı buluyorum.
Tabii ki dünya sisteminin haksızlığını vurgulamak ile Türkiye olarak onu değiştirecek imkanı bulmak arasında halen önemli nispetsizlik bulunduğunu bilmek de ayrı bir mesele.
“Daha adil bir Türkiye” talebi de ne yazık ki, hem dünyadan hem de içerden kendi insanlarımız tarafından Türkiye’yi yönetenlere karşı seslendiriliyor.
Keşke böyle bir talebe muhatap olmasaydık. Sonunda “Adaletsizlik” diye tanımlanan o şartları taşımasaydık.
Ülkeyi yönetenlerin üst üste “Yargı reformu” ilan ettiklerini, yargı mensuplarına “Yargı etiği”ni hatırlattıklarını, “Sıfır işkence”nin sloganlaştırıldığını biliyoruz. Yargı reformu metinlerinde “sizin adil olduğunuza inanmanız yetmez, dışardan da adaletin gerçekleştiğinin ifade edilmesi lazım” dendiğini de biliyoruz. Ama gelin görün ki, “Yargı sancısı” Türkiye gündeminden düşmüyor, insanların “Adalet çığlığı” dinmiyor, dünyadan bakınca da Türkiye “Yargı problemi yaşayan ülke” olarak görülmekten kurtulamıyor.
.Daha yeni Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan “Bireysel başvuruyu kabul eden ve başarılı bir şekilde uygulayan hiçbir ülkede, bizde olduğu kadar çok sayıda başvuru yapılmamıştır” deme gereği duydu. Buna dair verdiği ölçü de şuydu:
“İspanya ve Almanya Anayasa Mahkemelerine yapılan 5-6 bin civarındaki yıllık başvuru mahkememize neredeyse bir ayda yapılan başvuru sayısına tekabül etmektedir. Dahası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine 47 ülkeden yapılan başvurudan daha fazlası AYM’ye yapılmaktadır.”
Neyi anlatıyor bu ifadeler?
Yargı yolu tükeniyor, insanlar adil yargılanmadıklarına inanıyorlar ve soluğu AYM’de alıyorlar. AYM, yanlış yargılamayı tespit ediyor, başvuruyu haklı buluyor, bu defa o kararın uygulanması problemi ortaya çıkıyor. Çünkü alt derece mahkemesi bir tür meydan okuma psikolojisi ile AYM’nin kararını tanımıyor. Başkan Zühtü Arslan bunu da ifade etmiş: “Mahkeme kararlarının icrasının hakkıyla sağlanmadığı bir yerde hukuk devletinden bahsedilemez.”
Evet, uygulama sorunu da var. Hem insanlar AİHM’e gitmesin diye AYM’ye bireysel başvuru hakkı tanınmış hem de AYM’nin verdiği kararların yerel mahkemeler tarafından askıya alındığı bir durum ortaya çıkmış. Ya bu bireysel başvurular AİHM’e taşınsaydı, kısa sürede oradan Türkiye’ye “Adil olun” çağrısı yapılmayacak mıydı?
AYM yakında bir işkence kararı verdi ve Türkiye’yi 40 bin lira tazminat ödemeye mahkum etti. Yani emniyet safhasında işkenceye maruz kalan, savcının adli tıp raporuna rağmen polisin “Merdivenden düştü” iddiasına güvenip takipsizlik kararı verdiği bir öğretmen nihayet tüm yargı yollarının tükendiği bir noktada AYM’nin kapısını çalıyor. AYM dosyayı inceliyor, “Evet işkence var ve bunu alt yargı süreci görmemiş” kararına varıyor.
Haber 21 Eylül tarihli t-24 sitesinde Gökçer Tahincioğlu imzasıyla çıktı:
Sanık Eyüp Birinci FETÖ’den yargılanıyor. 27 Temmuz 2016’da gözaltına alınıyor ve işkence süreci başlıyor. Küfür kıyamet. Sille tokat en hafifi. Sonunda sanığın karnından ameliyat olmasına varacak kadar kötü muamele.
Nasıl bir kötü muamele? Şunlar sanığın savcıya verdiği ifadeden:
“Odaya alındığımda 3 tane cümleyi dakikalarca bağırtılar. Bu cümleler ‘fetö senin a... k... seni s...’ diye bağırttılar. Bu şekilde kapıyı açıp polis memurlarına dinlettiriyorlardı. Benim sesim azaldıkça ayaklarıma dizlerime basıp, ters kelepçe bileklerimde olduğu halde bağırtıyorlardı. Kalın gazete rulosuyla kafama gözüme vuruyorlardı. Burnumu dolaba çarptırdılar. Burnum kanamaya başladı.”
Bunları okuyunca 1980’lerde Diyarbakır Cezaevinde Kürt sanıklara Bozkurt isimli köpeğe tekmil verdirildiğini, sabah akşam İstiklal Marşı okutturulduğunu hatırladım. Ve diyelim Bülent Arınç’ın “o işkenceler bana yapılsa ben de dağa çıkardım” sözlerini. Bu işkenceler çıldırttı insanları, kalıcı duygusal fırtınalar yaşattı.
Anayasa Mahkemesinin son işkence kararında şu ifadeler yer alıyor.
“Kötü muamele yasağı mutlak bir yasak olup ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır. Terör ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile kötü muamele kesin olarak yasaklanmıştır”
Bunlar İslam’ın savaş hukukunda “savaşta öldürülen insanların kulağını burnunu kesmek” anlamına “Müsle yapılmayacağı” hükmünün 21’inci yüzyılda seslendirilişi.
Dileyelim AYM, Türkiye’nin mahkum edileceği başka işkence kararı vermek zorunda kalmasın, dileyelim sokaklarımızda “Daha çok adalet” çığlığı atılmasın.
HABERE YORUM KAT