D. Mehmet Doğan: “Uyanmak Lazım, ‘Dil’ Elden Gidiyor”
D. Mehmet Doğan, “Dil yanlışları günlük gazetelerde, televizyonlarda ve radyolarda almış başını gidiyor. Sosyal medya denilen ve kuşdili konuşulan mecrayı hiç kale almadan söylüyorum bunu. Silkinmemiz, kendimize gelmemiz lâzım.” dedi.
RÖPORTAJ: ERKUT TEZERDİ
Yazar, fikir adamı, Türkiye Yazarlar Birliği Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülleri’nde ‘Yazın’ alanında ödülün sahibi olunca bir açıklama yaptı: “Yazın ödülünü reddediyor, edebiyat ödülünü alıyorum” dedi. Doğan’ın bu açıklamasından sonra ödülün adı değişti, ‘Edebiyat’ oldu. Yaşamı boyunca Türkçeye yaptığı büyük katkılar ve bu alanda ortaya koyduğu eserler nedeniyle adı ‘Büyük Türkçe Sözlük’le özdeşleşen D. Mehmet Doğan’la konuştuk.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Edebiyat Ödülü’nü almak size neler hissettirdi?
Doğrusu beklemiyordum, beklenti içinde değildim; hatta ummuyordum. Açıklamayı duyunca, ‘var bunda da bir hayır!’ diye düşündüm. Elbette vardı. Açıklamaya göre bana ‘yazın’ ödülü verilmişti! Elli yıldır yazıyorum; bu benim yazı hayatımdan dahi köksüz ve uydurma bir kelime! Güya “yaz-mak” mastarından türetilmiş. Türkçede -ın diye bir ek yok. Olsaydı, bozmaktan bozun, kızmaktan kız-ın, gezmekten gez-in, azmak-tan azın gibi kelimelerimiz olurdu! Binlerce yıllık köklü edebiyatımız var, yarım asrı bile bulmayan uydurma ‘yazın’ımız. Bu terazu bu sıkleti çekmez! Bu ödülü reddetmek için güzel bir vesile olabilirdi. Fakat bu bir devlet tevcihi idi. Devletle kavga bizim terbiyemize mugayirdir. Bir hata yapılmıştı. Düzeltilmesine vesile olacak ve müzminleşmiş dil meselesine dikkat çekecek bir açıklama yaptım: ‘Yazın ödülünü reddediyor, edebiyat ödülünü alıyorum’ diye. Bilahire Nabi Bey aradı; yanlışlık yapıldığını düzeltileceğini ve zaten ödül yönetmeliğinde ‘edebiyat’ kelimesinin kullanıldığını belirtti.
Hayatınız boyunca, yazarlık mesleğinin tanınması ve yazarların meslekî bir kuruluş çatısı altında toplanması için birçok faaliyet yürüttünüz. Bu konuda ne ölçüde başarılı olduğunuzu düşünüyorsunuz?
Türkiye Yazarlar Birliği 40. yılına yaklaşıyor. Bunun bir ölçü olabileceğini düşünüyorum. Türkiye Yazarlar Birliği fedakârlık üzerine kurulmuş bir yönetim anlayışı ile tamamen hasbi hareket eden yöneticiler tarafından bugüne getirildi. İlk nöbet bendeydi. 14 kişiden oluşan ve farklı kesimlerden gelen kurucu heyet beni uygun buldu, başkanlığı üstlenmek durumunda kaldım. Niyetim ilk genel kurulda devredip kitaplarıma dönmekti. Bu mümkün olmadı, 18 yıl görev yaptım. Nöbetim uzun sürdü! Yazarlar Birliği’nin varlığı Türkiye’de edebiyat alanının yeniden tanımlamasını gerektirdi. Hiç kimse ‘Yazarlar Birliği olmasaydı da hiç bir şey değişmezdi’ diyemez her halde.
Türkçe için pek çok çalışmaya imza attınız, adınız ‘Büyük Türkçe Sözlük’ ile özdeşleşti. Bu yolculuğunuz nasıl başladı?
Bir ‘orta mektep talebesi’ iken... 20. yüzyılda yazılmış edebî eserlerimizi; mesela o sıralar çoğu hayatta olan Peyami Safa’nın, Yahya Kemal’in, Mehmed Âkif’in, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kitaplarını okurken mânasını bilmediğim kelimeleri mevcut sözlüklerde bulamamak... Hem de elimin altında bir akrabamın hediye ettiği Dil Kurumu’nun sözlüğü var; mevcut sözlüklerin en büyüğü. 1975’te Dergâh Yayınlarının Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’ni yayınlarken o zamanın edebiyat camiasıyla sürekli görüştüm, konuştum. Sözlük hazırlayacaktım, en azından kendim için! Bir hayli sözlük topladım, çoğu eski harfli. Başka malzemeler derledim. 1978’de TRT’deki görevimden atılınca kolları sıvadım. Üç yıl ara vermeksizin sözlükle uğraştım. Büyük Türkçe Sözlük’ün ilk hali böylece ortaya çıktı. Daha sonra beş defa genişlettim. Kelime kadrosunu genişletmekle kalmadım, yüzlerce şair ve yazardan seçilmiş örneklerle zenginleştirdim.
Günlük konuşma dilinde artık daha az kelime kullanılıyor, insanlar sözlüğe, imla kılavuzuna bakmayı pek önemsemiyor. Bu konu hakkında yorumunuz nedir?
Kültürümüzün iki büyük darbe aldığını hiçbir zaman unutmamamız gerekiyor. Harf inkılabı ve dil devrimi. Zihnimiz daraltıldı, ifade imkanlarımız kısıtlandı! Çünkü kelimelerimizi kaybettik! Cumhuriyete geçtiğimizde aydınlarımızın kullandığı sözlüklerin en azı 30 bin kelimelikti. Dil Kurumu’nun 1945’te yayınlanan ilk sözlüğünde 20 bin kelime bile yoktu! Ki bu kelimelerin neredeyse yarısı yeni uydurulmuş kelimelerdi, kullanım değeri belirsizdi veya yoktu. Müthiş bir tasfiye ile (‘soykırım’ bile diyebiliriz) karşı karşıyaydık. Bunun ciddi sonuçları oldu. Günlük dilde daralma en görünür kısmı bu halin. Günlük dilde kullandığımız kelimelerle turistlerle anlaşabiliriz, fakat oturup doğru dürüst konuşamaz, sohbet edemeyiz. Dil yanlışları günlük gazetelerde, televizyonlarda ve radyolarda almış başını gidiyor. Sosyal medya denilen ve kuş dili konuşulan mecrayı hiç kaale almadan söylüyorum bunu. Silkinmemiz, kendimize gelmemiz lâzım.
Artık daha çok yabancı kelime kullanılıyor. Bu dilimize nasıl bir zarar veriyor? Dilde yabancılaşma için neler söylersiniz?
Siz dilinize zarar verirseniz, onun sistemini, yapısını zedelerseniz başka dillere alan açarsınız. Dil devrimi ile bu yapılmıştır. Yüzyıllar boyu kullandığımız anlam alanları oturmuş kelimeler yerine yeni kelimeler koymak, bu kelimelerin bu mânaları taşıyacağı anlamına gelmez. Örnek ‘eğitim’ kelimesi. Terbiye karşılığı uydurulmuş, fakat bu anlamı dahi karşılayacak gücü gösterememiştir bu kelime. Kelimelerimiz yasaklanınca, unutturulunca yerine öztürkçelerinin kullanılacağı sanılmıştır. Bugün en başta devlet kurumları batı dillerinden alınma kelimeleri kullanmakta adeta yarış ediyorlar. Devlet kurumları doğru Türkçeye yönlendirilse, mesele büyük ölçüde halledilebilir.
ÖZEL YAYIN KURUMLARINDA TÜRKÇE KONUŞAN NADİR
Sizce Türkçeyi konuşurken ve yazarken en iyi kim/kimler kullanıyor?
Hâlâ devlet radyo ve televizyonlarında daha düzgün konuşan sunucular var. Ancak TRT’de de bu hassasiyet zayıflıyor. Özel yayın kurumlarında nâdiren düzgün Türkçe konuşan sunucu, konuşucu bulunabiliyor. Modern Türkçenin zirvesi, sadelik ve ifade gücü bakımından 20. yüzyılda yazmaya başlayan veya yüzyılın başında doğan edebiyatçılarımızın eserleridir. Ömer Seyfeddin’dir, Ahmet Haşim’dir, Refik Halit’tir, Yahya Kemal’dir, Mehmet Âkif’dir, Necip Fazıl’dır, Memduh Şevket’tir, Sabahattin Ali’dir, Sait Faik’tir... Cemil Meriç’in 1960’larda bu ustalardan hareketle bir üslup inşa etmeye yöneldiğini ve başarılı olduğunu hatırlayalım.
MEHMED ÂKİF ESERLERİ VE BÜYÜK KARAKTERİYLE TİMSAL
Edebiyat çevrelerinde sözlük üzerine yaptığınız çalışmaların yanında Mehmed Âkif Ersoy’a yönelik araştırmalarınız ve eserlerinizle de biliniyorsunuz. İstiklal Marşı’nın şairini özellikle gençler nasıl bilmeli?
Mehmed Âkif biz yazarların, ahilik tabiriyle “yol ata”sı. Her bakımdan örnek alınacak, yolundan gidilebilecek büyük bir şahsiyet. Eseriyle büyük, hayatıyla örnek, ahlâkı ve karakteriyle timsal olacak kudrette bir edebiyatçımız. Mücadelesi, dâvası olan bir sembol isim. Birçok büyük bilinene yaklaştıkça zaafları, kusurları sizi kuşatır. Mehmed Âkif tanıdıkça, yaklaştıkça küçülmeyen, aksine yücelen büyük adam.
Karar
HABERE YORUM KAT