1. YAZARLAR

  2. Etyen Mahçupyan

  3. Çürükçüler... Asıl çürükler...
Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

Çürükçüler... Asıl çürükler...

27 Eylül 2009 Pazar 18:52A+A-

Bazı insanların adını bir yolsuzluk çetesi bağlamında ilk kez duyduğumuzda, genellikle ihtiyatlı bir tutum alırız. Eğer o kişiye herhangi bir nedenden ötürü önyargı beslemiyorsak, haberin yanlış veya haksız da olabileceğini düşünürüz. Her ‘yabancı’ya borçlu olduğumuz bir nesnelliği elden kaçırmak istemeyiz. Derken söz konusu kişi ile ilgili başka bilgiler ortaya çıkmaya başlar ve o kişi bizler için bir yabancı olmaktan çıkar. Aniden o kişiyi ne denli iyi tanıdığımızı idrak ederiz. Daha sonra önümüze çıkan yeni bilgiler artık bizi şaşırtmaz, çünkü o insanı gerçek işleviyle birlikte kavramış durumdayız...

Bir süre önce Karargâh Evleri dosyasına el koyup soruşturmayı engellediği iddia edilen bir askerî savcı ile tanışmıştık. İlgili dosya İşçi Partisi’nin TSK içinde yapılandığını öne sürüyordu. Adı Ahmet Zeki Üçok olan albay rütbesindeki askerî savcı ise bu dosyaya ‘bilirkişi’ olarak İşçi Partisi’nden milletvekili adayı bir hukukçuyu atamıştı. Daha sonraları aynı savcının MİT’ten soruşturulmak üzere Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na gönderilen bir dosyayı da tam üç yıl beklettiği ortaya çıkmıştı.

Üçok soyadlı savcının bu tasarrufları ‘savunma’ ve ‘koruma’ amaçlı gözükmekteydi. Korunan şey ise TSK’nın içine nüfuz eden ve muhtemelen oradaki bazı yapılanmalarla da işbirliği içinde olan akçalı veya ideolojik yolsuzluklardı. Demokratik ve sivil denetime muhatap olan modern kurumlar açısından açıkça kabul edilemeyecek olan bu tür uygulamalar, anlaşılan TSK içinde yürütülebilmekteydi. Normalde her kurum kendi içindeki bu tür ‘çürükleri’ ayıklamayı seçerken, belli ki TSK söz konusu çürüklerin gizli kalmasına yol açabilecek bazı imkânlara sahipti.

Bu ‘koruma’ müessesesinin yeni bir şey olduğunu ileri sürmek pek kolay değil. Çürükleri barındırma ve kollamaya yönelik tutumun aslında Türkiye bürokrasisinin asli niteliklerinden biri olduğunu tarih okuyanlar bilirler. Bu gelenek kurumsal bir deneyim birikimi de üretmiştir tabii ki... Zaman içinde çürükleri tanıma ve kullanmaya yönelik bir alışkanlık, hatta disiplin bile doğmuştur.

Dolayısıyla söz konusu askerî savcının son yolsuzluk haberi kimseyi şaşırtmamıştır. Bu seferki suçlamanın bir bölümü TSK’ya ait ‘satılamaz’ şerhli bir arsanın fahiş komisyon karşılığı satılması. Ama diğer suçlama bu kişinin profesyonel kariyeri açısından çok daha anlamlı: Üçok, aralarında bazı dizi oyuncularının da bulunduğu bir grup insana ‘çürük’ raporu sağlamış. Dizi oyuncuları doğru bir tercihte bulunmuşlar... ‘Çürük’ olmak isteyenlerin gidebileceği daha ‘sağlam’ bir adres herhalde zor bulunur. Hayatını bulunduğu kurumu çürütmeye veya zaten çürümeye istidatlı bir yapılanma içinde yükselmeye adamış birinden daha iyi ‘çürük’çü çıkar mı?


***

‘Çürük’çülük
mesleğinin münferit bir durum olduğunu sanmayın. Ergenekon davası dosyasında yer alan ve 1. Ordu Komutanlığı tarafından hazırlanmış olan bir raporun, İstanbul Üniversitesi içindeki münafıkların listesini sunduğunu da yeni öğrendik. Rapor bu bilgileri nasıl derlediğini de belirtmiş... Görünen o ki, üniversite içinde ‘devlet sorumluluğu’ taşıyan bazı öğretim üyeleri, kendilerine sunulan ‘çürük’ tespiti fırsatını kaçırmamışlar. Bu tablo karşısında kendisine çete kuran askerî savcıyı yadırgamıyorsunuz. Çalıştığı kurum akademi dünyasını bile ideolojik çürük avına çıkarırken, kendisi de biraz şahsı için çürük avlamış, fazla mı?


***

Bir mesleğin
popülerleşmesi, onun bir çekim alanı olmasını da ifade eder. Nitekim ‘çürükçülük’ böylesine makbulken, bazılarının kişisel hayallerini süslemesi çok doğal. Sevil Atasoy da bunlardan biri... Bildiğimiz gibi o da bir profesör ve doğrusu unvanına uygun davranıyor. Yeniden gündeme gelen bilgiler Atasoy’un 2005 yılında İstanbul’daki üç Adlî Tıp Kurumu’nun başındakilerin nasıl birer ‘çürük’ olduğunu TSK’ya raporladığını hatırlatıyor. Aynı kişinin 1998 Mısır Çarşısı patlamasında nasıl delilleri inkâr eden bir rapor hazırlayarak Pınar Selek’in mahkûm ettirilmesine hizmet ettiğini de biliyoruz. Çünkü Atasoy’un ideolojik bakışına göre Selek daha baştan bir ‘çürük’... Ne yaptığı değil, hayata bakış tarzı önemli ve devletimiz o bakıştan pek hoşlanmıyor.

Bu yaşananlar uzmanlaşmanın kritik önemini bir kez daha bizlere hatırlatıyor: Eğer içimizdeki çürükleri ayıklamak istiyorsak, bu konuda en bilgili kuruma ve kişilere başvurmak gerekiyor. Çünkü onların kendisi çürük... Nitekim Sevil Atasoy da bir dönem Hürriyet’te yazmış ve galiba oraya ‘kendi branşında’ daha üst bir yerden tavsiye ile gelmiş.


***

Bizler
bu çürük tartışmasını yaşarken, helikopter firması Sikorsky’nin üst düzey bazı askerî personele rüşvet verdiği iddiasının da Ergenekon soruşturmasının 3. iddianamesinde yer aldığını öğrendik. Sikorsky’nin bir yetkilisi ‘etik olmayan hiçbir davranışa müsamaha göstermeyeceklerini’ söyleyerek ‘bizden çürük çıkmaz’ demeye getirmiş ama her nedense bizim tarafa dokunmamış... Herhalde ‘iyi yetişmiş’ biri...

***

Nihayet
geldik bu haftanın kişisine... DP’nin çiçeği burnunda genç genel başkanı Cindoruk, bayramlaşma töreninde Ergenekon tutuklularına sahip çıkmış. ‘Eğer demokrasi olsaydı, bunca kıymetli adam bir toplama kampına götürülmezdi’ mealinde bir şeyler söylemiş. Doğrusu yakışmış. Çünkü çürükçülük mesleğinin bir bölümü, kendinize benzemeyenlere çürük demekse, diğer bölümü de kendi çürüğünüze sahip çıkmak olmalı. Tevekkeli değil Cindoruk’a hep ‘devlet adamı’ derler...

Cindoruk DP ile ANAP birleşmesinin de ‘önemli bir demokrasi hareketi’ olacağını belirtmiş. Demokrasiyi Ergenekon’un rafa kaldırılması olarak tasavvur eden biri için, bu iki partinin birleşmesinin gerçekten de acayip demokrasi yanlısı bir durum yaratacağı açık. Aslında parti birleşmelerinin demokrasiye bizatihi olağanüstü bir hizmet olduğunu da ekleyebiliriz. Keşke bütün çürük partilerimiz birleşebilse ve aynen o ilk günlerdeki gibi tek partili ‘tam’ bir demokrasimiz olsaydı.

TARAF

YAZIYA YORUM KAT