Cuntanın süngüsü, mafyanın bakla kazığı
Ne kadar acayip bir iklim hâkim ülkeye; birbirine taban tabana zıt bir sürü mikser siyasi gündemi karman çorman etmek üzere öne atılmışlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yargı, demokrasi ve ekonomi üzerine reform vurguları sıklaştıkça hedefe giden yol üzerinde kurulan barikatların düşman unsurlardan önce dost unsurlar tarafından kurulduğuna şahit oluyoruz. Dün askeri cuntaların süngü tehdidi ve zoruyla kesilen yollar bugünlerde mafya liderlerinin bakla kazığı tehdidi ve zoruyla kesilmek isteniyor. Ancak her hâlükârda mantık ve sonuç değişmiyor: Meşru siyasi çerçeve ve aktörler zor yoluyla hizaya çekilmek, tehdit yoluyla sindirilmek isteniyor.
İşin aslı esası siyasi zeminde meşruiyeti koruyup kollamak ve siyaset dışı aktörlerin tehdit ve şiddet yoluyla ülkeyi hizaya çekmeye kalkışmasına hiçbir surette fırsat vermemektir. Çünkü eski Türkiye diye kınayarak andığımız, bürokratik oligarşi diye lanetleyerek tarihe gömmek için uğraş verdiğimiz söylem ve teamüllerin hortlamasına göz yummak demek kendimizi inkâr etmek demektir. Ya siyasetin, yargının, bürokrasinin kalitesini arttırıp ülkede adalet, özgürlük, refah ve güvenliği en ileri noktalara taşıma hususunda sağlıklı işleyen bir sistem kuracağız ya da devletçi ve milliyetçi hamasetin kopkoyu gölgesi altında sefalet içerisinde yaşamaya mahkûm olacağız hep birlikte.
Miadını Tamamlayan Eski Hikâye ve Aktörler
Yaşadığımız sürecin sağlıklı bir muhasebesini yapmaktan kaçındığımız oranda ülke bütün enerjisini kendi içerisinde tüketen bir sarmala sürüklenecektir. Meseleyi CHP ve İYİ Parti kanadından gelen ve bütün olumlu gelişmeleri inkâr ve alay konusu yapan propagandalara cevap yetiştirme telaşesinden ayrıştırmakla işe başlamak gerekiyor. HDP’nin Kandil merkezli ve provokasyona her zaman teşne olan siyasetiyle belediyelere kayyım atanarak mücadele edilip edilemeyeceğini tartışmakla devam etmek icap ediyor. Burada meselenin hukuka uygunluğu kadar siyasi ve toplumsal meşruiyetinin hiçbir surette ihmal edilemeyeceği esasından hareket etme zaruretinin de altını çizmek lazım. Nihayet son iki seçime kadar girdiği her seçimden oylarını arttırarak çıkan iktidardaki AK Parti’nin içerisinden kopan kurucu isimler tarafından kurulan Gelecek ve DEVA partilerinin (şimdilik) teşkilat bazında değilse bile söylem bazında oluşturduğu etkiyi de denkleme yerleştirmek icap ediyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifasının hemen akabinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem söylem hem de kadrolar bakımından ciddi değişim-dönüşüm sinyalleri verdiği hepimizin malumu. Kabul edelim ki; istifa süreci büyük bir başarı, olağan üstü kazanım veya harika atılımlar hikayesinin değil şu ya da bu şekilde başarısızlığın, hedefe ulaşamamanın kabulü ve itirafı olarak zuhur etmiştir. Bu bağlamda yola aynı yöntem ve kadrolarla devam etmekte inat etmek sıkıntıları derinleştirmek hatta kangrene çevirmek manasına gelecekti. Bu inat ekonomi ile adalet, yargı süreci, ifade hürriyeti gibi siyasi değerlerin birbiriyle alakasız olduğunu teyid manasına geleceği için Cumhurbaşkanı Erdoğan iki meseleyi de birlikte zikrederek reformları hızlandıracak adımlardan bahsetti. İstifa süreci ve akabinde ortaya çıkan “sessizlik senfonisi” bir yönüyle hiçbir şeyi izah etmezken diğer yönüyle çok acı birtakım gerçekleri lisanı hal ile anlatıyordu.
Barikatları Yıkmalı, Barikatçıları Tasfiye Etmeli
Yargı, demokrasi ve ekonomi sahasında bahsi geçen reform süreci nasıl işleyecek, içerik ve kapsamını kimler nasıl belirleyecek şimdilik bilemiyoruz. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir sürecin, bir yöntemin ve bir kadronun yerine yeni bir süreci ve yöntemi ikame edecek başka bazı aktörleri öne çıkararak adımlar atacağını söyleyebiliriz. İşte tam da böylesi yeni bir başlangıç noktasında heyecanı, ümidi, güvenilirliği sabote edecek direnç ve provokasyonların şu taraftan bu taraftan gelmesi hiç de şaşırtıcı olmadı. Ancak en önemli problem organize suç örgütü liderliği başta olmak üzere pek çok suçtan yargılanıp hüküm giyen ve yirmi yılın ardından MHP lideri Bahçeli’nin özel ilgisiyle infaz kanunundaki düzenlemeye dahil edilip tahliye edilen Alaattin Çakıcı’nın çıkışıyla zuhur etti. Çakıcı’nın doğrudan doğruya CHP lideri Kılıçdaroğlu’na hakaret ve tehditler içeren mesajlar yayınlayıp da Bahçeli de destek verince pek çok kriz noktası ardı ardına tetiklendi.
Görünüşe bakılırsa Çakıcı ilk elde Bahçeli’yi müdafaa etmeye matuf bir çıkış yapmıştı. Ancak Bahçeli, Kılıçdaroğlu karşısında kendini müdafaa edebilir, ihtiyaç duyulursa MHP teşkilatları ve yayın organları gereken tepkiyi verebilirdi. Böyle olmadığı gibi Çakıcı’nın ülkücü kimliği, dava arkadaşlığı vurgulanarak sahip çıkıldı. Neyse burası MHP’nin bileceği bir iş. Yalnız AK Parti’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı savunmak üzere ekranlarda demirbaş gibi konumlanan troller Çakıcı için methiyeler düzmeye başlayınca işin rengi ciddi ciddi değişmeye başladı. Hakaret ve tehdidi makul ve muteber sayan ekran yüzü troller öncelikle hukukun üstünlüğünü, kanunların geçerliliğini, siyasetin meşruiyetini ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın reform projelerini sabote etmeye kalkıştılar. Riyakarlık, pragmatizm ve menfaatçi tutumlarıyla meşhur olmuş ve milleti irrite eden tipler hakaret ve tehdidi normalleştirerek atılacak adımların önünü kesmeye yelteniyorlardı alenen.
Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öncülük ettiği hareket askerin siyasete ve topluma tehdit oluşturan süngüsünü kırarak vesayeti aşmıştı. Peki aynı Erdoğan şimdi siyaseti ve siyasetçiyi vesayet altına almak üzere hakaret ve tehditler savuran mafya liderlerinin bakla kazığına sessiz kalabilir mi? Ha süngü ha bakla kazığı, ha askeri cunta ha organize suç örgütü! Evet, Türkiye ya bu barikatları ve barikatçıları aşıp adaletin, özgürlüğün, refah ve güvenliğin sürekli standart yükselttiği bir ülke olacak ya da askeri cunta ve mafyalar tarafından kimyası bozulan bir ülke olmaya mahkûm olacak. İkinci tercih için hiç uğraşmaya gerek yok; Sessiz kalıp, ciddi tepkiler göstermekten imtina edip edepsiz trollerin müsamereleriyle halkla iletişim kurmak yeterli olacaktır.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT