Cumhuriyet’in Şebbihası, Haşdi Şa’bi’den ‘Barış ve Kardeşlik’ Mesajları Getirmiş!
Cumhuriyet’ten Ceyda Karan yine çarpıcı bir habere imza atmış. Üşenmemiş kalkıp ta Iraklara gitmiş ve Haşdi Şa’bi’nin bir çete olmadığı, Iraklılarca böyle görülmediği, Kürtleri ve Sünnileri de kardeş olarak algıladığı mesajlarıyla geri dönmüş!
HAKSÖZ-HABER
Yerli bir Esed Şebbihasından başka bir şey beklemek gerçekçi olmazdı zaten. Ceyda Karan’ın Suriye ve Irak’ta despot diktatörlerden yana ve direnenlere karşı yalan dolu küstah haber-analizlerine galiba herkes alıştı artık. Ne var ki bu sonuncusunda zamanlama açısından ciddi bir gariplik, acemilik var. Şöyle ki; yazıda tamamen Haşdi Şa’bi ağzıyla Türkiye daha doğrusu AK Parti karşıtlığı yapılıyor ama bu suçlamaların reel olarak bir karşılığı bulunmuyor. Çünkü Türkiye IKBY’deki bağımsızlık referandumu sonucunda Irak politikasında İran’a teslim olmuş ve Haşdi Şa’bi çetelerinin Kerkük’ü işgal etmesini sevinçle izlemiştir. Müttefik olarak görülen Barzani’yi bir kalemde silip atmış ve bölgedeki kazanımlarını İran’a yedirmiştir. Şimdi tüm bunların olup bittiği bir süreçte Ceyda Karan’ın sanki Irak ile Türkiye arasında bir gerilim varmış havasında beyanlarda bulunması doğrusu çok acemice olmuş.
Ama biz yine de Şebbihanın sözüm ona bu son haberini de iktibas edelim ve böylece mezhepçi bir çete olarak bildiğimiz Haşdi Şa’bi’nin aslında ne kadar da kuşatıcı, barış ve kardeşlik sevdalısı bir yapı olduğu gerçeğiyle aydınlanalım!
Komutan Muhendis: Irak Ordusu Haşdi'siz olmaz
ABD’nin ‘terörist’ diye nitelediği Irak’taki Haşdilerin komutanı Muhendis, milis grubunu dağıtma baskılarına karşılık “Irak ordusu Haşdiler olmadan yapamaz, Haşdiler de Irak ordusu olmadan” dedi. Sünnilerle entegrasyon, Kürtlerle kardeşlik mesajları verdi.
Türkiye’yi yöneten siyasi akıl, maalesef güneyinde ciddi ‘nefret tohumları’ ekmekle iştigal ediyor. AKP rejiminin Ortadoğu’da açıkça mezhepçi pozisyon almasından bu yana gittikçe derinleşen bir kriz hali bu. “Herkes bize düşman” motto’suyla toprak genişletme hayaliyle yanıp tutuşanların sahadaki durumun ayırdında olduklarını hiç zannetmiyorum. Tıpkı Suriye’de kurulan hayaller ve toslanılan hakikatlerde olduğu gibi...Pazar akşamüzeri geldiğim Bağdat’ta özellikle Türkmenleri merkezine alacak şekilde her kesimle konuşuyorum. Türkiye’ye karşı adeta ‘duygusal bir seferberlik’ havası hakim. Irak Başbakanı Haydar el İbadi’nin en son "Türkiye ile savaşmak, karşı karşıya gelmek istemiyoruz. Ancak karşı karşı gelmemiz halinde, buna da hazırız. O zaman (Türkiye'yi) düşman olarak nitelendirir, ona göre muamele ederiz” sözlerinin altı hiç de boş değil. Diğer yandan İbadi’nin “Irak'ın işgali, Türkiye'nin parçalanmasına neden olur... " sözleri hakikaten çok ürkütücü. Bağdat’ta gazetemiz Cumhuriyet’e yönelik saldırıdan hemen herkesin haberi varken, şu soru yöneltiliyor: “Türkiye’ye ne oluyor, Saddam gibi diktatörlük mü tesis ediliyor. Türkiye nereye gidiyor..”
MEZHEPÇİLİK İTHAMI SALT ŞİİLERDEN GELMİYOR
Türkiye’yi yönetenlerin ‘Sünni’ kelimesinin ağızlardan zaten düşmemesinin buradaki yankıları muazzam. İşin aslı yanıt olarak “Türkiye’de de asıl mezhepçi karşı taraf. Her şey İran’ın başının altından çıkıyor görüşü var” diyerek varolan algıyı iletmek de kafi gelmiyor. Zira Türkiye hükümetine ‘mezhepçilik’ ithamında bulunanlar salt Şiiler değil. Ankara’nın tarihi hak iddiasında bulunduğu Musul vilayetinin hemen neredeyse tüm sakinleri... Yani Şii Türkmenler, Hıristiyanlar, Şebaklar, Kakailer, hatta kimliklerinde etnisitelerinin daha belirleyici olduğu Sünni Türkmenler ile bir kısım Sünni Arap da... Dolayısıyla mezhepçiliği temel alarak “Bütün Sünni Araplar ve Sünni Türkmenler kucak açmış Türkiye’yi arzu ediyorlar” söyleminin altı nekadar dolu, doğrusu bilemiyorum. Ancak öyle olsa bile, bu koşullarda kafi gelmez. Zira Türkmenler IŞİD yüzünden mezhep hatlarıyla bölünmüş görünürken, herkesin itiraz bayrağı açtığı bir iklim de yaratılmış görünüyor. Recep Tayyip Erdoğan’a 2 Ekim’de sarf ettiği “Musul kurtarıldıktan sonra sadece Sünni Araplar, Türkmenler ve Sünni Kürtler kalmalı” sözleri büyük tepki çekmiş. Türkmen Kurtuluş Vakfı Erdoğan’ın açıklamalarını kınayıp Irak’ın etnik ve mezhep çeşitliliğine saygı göstermesini talep etmişti. Buradaki hissiyat, Ankara’nın Musul vilayetinin çeşitlilik arz eden kültürel dokusunu anlayamadığı yolunda. Bu saatten sonra ara sıra başvurulan retorik değişikliklerin hiç ikna edici olabileceğini zannetmiyorum. Iraklıların bir söyledikleri de “Türkiye kendi içinde Kürtler ve Alevilerbaşta olmak üzere azınlıktaki var oluşlarla bile başedemezken, Neynova’nın olanca çeşitliliğiyle ne yapacak.” Eh buna itiraz etmek çok da zor doğrusu. Uluslararası yasalar da lehine görünmezken, TSK’nın bu koşullarda Irak’ta girişebileceği bir maceranın bütün bir bölgede algılanış biçimiaçık olacak: İşgal. Iraklı Sünni milletvekillerinden eski başbakan yardımcısı Salih el Mutlak bile Türkiye’nin Bağdat’ın onayı olmadan hareket etmemesiniistiyor. Türkiye’nin ‘endişelerini anlasalar da’ gerilimin muhakkak diplomatik yollarla çözülmesi gerektiğini vurguluyor. “Bu durumda her şey bir yana Ankara’nın Irak’ta desteklediği grupları da tehlikeyeatacağına kesin gözüyle bakabiliriz” sözleri her şeyin özeti aslında.
PEKİ NEDEN BÖYLE OLUYOR?
Türk yetkililerle temasta olan, üst düzey Türk siyasilerle geçmişte teşrik-i mesaileri bulunan bir Türkmen siyasetçinin (Sünni) şu sözleriaslında pek çok şeyi anlatıyor: “Onlar (AKP) için iki unsur var. Birisi IŞİD, diğeri Daeş. Daeş’i terörist buluyorlar, IŞİD’i ise İslami..” sözleriyle dile getiriyor. Bu aslında “öfkeli çocuklar” retoriğinin de yankısı. Türkiye IŞİD’in Irak’ın kadim topraklarında açmış olduğu yaraların hiç ayırdında görünmüyor. Irak’ın Sünni Türkmenler daha ziyade Türkmen Cephesi şemsiyesi altında toplanıyorlar ancak elleri günden güne zayıflıyor desek yeridir. Özellikle de “Türkiye tarafından fonlandıkları” algısı çok yaygın. Irak’ta İran’ın etkisi azımsanmayacak düzeyde olsa bile, Şia nedeniyle böyle bir algı yok. Bu İranlı yetkililerin en başta söylemlerine hep dikkat etmelerinden tutun da Irak Arap kimliğinin “İran’ın uydusu olmayı dışlayan” tutumuna uzanıyor. Şii Türkmenler ise daha dağınık olmakla birlikte güçlerini Irak’ın bütünlüğü içinde kendilerine ait bir bölgeye sahip olmakta görüyorlar. Merkezi hükümet şemsiyesi altında duruyorlar. Neynova bölgesinin diğer halkları Ezidiler, Hıristiyanlar, Şebaklar ve Kakailerledayanışma halindeler. 2014’te Telafer ve Amirli’deki IŞİD katliamları Türkmenlerin Türkiye’ye bakışını derinden etkilemişler. O dönemde Bağdat, Necef ve Kerbela’ya kaçmak zorunda kalmış olan Türkmenler, Türkiye’nin hiçbir yardım yapmadığını anlatıyorlar. “Türkiye IŞİD karşıtı koalisyona katılmak istiyor, o zaman neredeydiler” diye soruyorlar. Başika’daki varlığı da Sincar’daki PKK varlığı üzerinden sunulan gerekçelendirmeyi de ikna edici bulmuyorlar.
IRAK’IN TÜRKMENLERİ
IŞİD’a karşı verilen savaşın kalbinde Haşdi Şaabi güçlerinin haftasonunda operasyon başlattığı Tel Afer yer alıyor. Bağdat’ın 380 km, Musul’un ise 60 km kadar kuzeybatısında yer alan Telafer, IŞİD’in halifelik devletinin başkenti Musul’u Suriye sınırına bağlayan yolda. Asuri imparatorluğunun başkenti olmuş bu kentte Osmanlı döneminden kalma hisarın bazı bölümlerini havaya uçuran malum ‘öfkeli çocuklar’.Telafer ‘Türkmenlerin başkenti’ niteliğinde. 2014 Haziran’ında IŞİD’in eline düşmezden önce 200 bin civarında nüfusunun olduğu sanılıyor. Kimileri 400 bin olarak da veriyor; yaklaşık 300 bini Şii Türkmen, kalanı Sünni Türkmen, (yüzde 55’i Şii Türkmen diye bir rakam da veriyorlar) bir kısım da Sünni Arap. Iraklı Türkmenler ülkenin üçüncü büyük etnik grubu. Irak'ın kuzeyinden itibaren Suriye sınırındaki Telafer, Musul, Altunköprü, Kerkük, Tuzhurmatu, Kifri, Kara Tepe, Hanekin, Mendeli ve Bağdat'ıngüney doğusunda bulunan Bedre'ye uzanan bir hat onların bölgesi. Irak Planlama Bakanlığı’na göre, 34.7 milyonluk nüfusun yüzde 7’sine tekabül eden 3 milyon insan. Kimileri sayının daha az olduğunu söylese bile Irak Türkmen Cephesi’ne göre 2 milyonun üzerinde bir nüfusa tekabül ediyorlar. Türkmenler, Şii ve Sünni olarak öteden beri farklılaşmış olsalar da son dönemde ayrımları iyice keskinleşti. Şii bir Türkmenin Sünni dayısı amcası varken, IŞİD yüzünden bazılarının arasına ‘kara kedi girdiği’ aşikar. Buna rağmen bir arada olma vurgusu eksik edilmiyor.IŞİD’dan en fazla çekenleri Şii Türkmenler. Ezidiler gibi katliamlara uğradılar. Tüm ailesini yitirmişler, kızkardeşleri IŞİD’in eline düşmüşler var. Onlar da Telafer başta olmak üzere yaşadıkları yerlere dönmek için hazırlanıyorlar. Türkmen Haşdileri başı çekiyor. Musul’un ve Telafer’in kurtarılmasından sonra kendi bölgelerini ilan etmek arzusundalar. Türkmenler kendi bölgelerini istiyorlar Türkmen Kurtuluş Cephesi’nin Başkanı Ali Akram Al Bayati, Irak’ın bütünlüğü ve merkezi hükümetin şemsiyesi altında IŞİD sonrası üç bölge planının benimsenmesi için uğraştıklarını anlatıyor. En son Brüksel’de Irak hükümetiyle bir toplantı da yapılmış. Neynova’nın Hıristiyanları, Sincar’ın Ezidileri ile Telafer’in Türkmenlerinin etrafında şekilleniyor bu plan. Dini ve etnik ayrımlar geçerli olsa da çoğunlukta olan grubun bölgelerinde diğer azınlıklarında haklarının korunmasını baz alıyor. Bunun derebeylik yaratarak yeni çatışmalara yol açması kaygıları bulunsa da bu saatten sonra başka bir çıkış yolu da görünmüyor.
HAŞD HİKAYESİ
Haşdi Şaabi Türkiye’de ‘Şia’ olarak algılanıyor. Iraklılar doğrusu bu işe şaşırıyorlar ama Batı’da da benzeri bir sunum olduğuna dikkat çekiyorlar. Haşdi Şaabi demek, ‘Halk Seferberlik Güçleri’ demek. Irak nüfusunun yüzde 65’ini oluşturan Şiilerin mercesi Sistani’nin çağrısıyla oluşturulmuş olabilir. Ancak Iraklılar Haşdi Şaabi’nin meclisten bir yasayla Irak Başbakanlığı’na bağlı bir savunma örgütlenmesi olarak şekillendirildiğini belirtiyorlar. Haşdi Şaabi’nin içinde Türkmen Haşdiler de var, Ezidi Haşdi’ler de, Hıristiyan Haşdiler de, Şebak Haşdiler de bulunduğuna dikkat çekiyorlar.
HABERE YORUM KAT