1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Cumhuriyet’in ‘fiilî diktatörlük’ dönemi sona erecek m
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Cumhuriyet’in ‘fiilî diktatörlük’ dönemi sona erecek m

28 Ağustos 2007 Salı 10:05A+A-

Bugün, Türkiye devletinin yeni başkanının seçimi, büyük ihtimalle gerçekleşmiş olacak.. Esasen, bu durum gerçekleşemiyecek olursa, sonrası korkunç bir ‘kaos’ olur.

Gerçi, bu ihtimal çok zayıftır. Amma, bir saltanat rejiminden sonra, adı hukûken ‘cumhûriyet’ olsa bile, bir ‘fiilî saltanat’ manzarası sergileyen 80 küsur yıllık bir uygulama içinden, halkın rey ve iradesine göre şekillenen bir cumhurbaşkanının ilk kez seçilecek olması, ‘mütegalibe zümresi’nce o kadar kolaylıkla kabul edilebilecek bir durum değildir. İlk kez, halkın iradesini büyük çapta yansıtan bir cumhurbaşkanı örneğiyle karşılaşılacaktır; onca entrikalara rağmen..

Elbette böylesine bir büyük gelişmenin handikapları da gözden ırak tutulmamalıdır..

Bu yolda, bir takım anormal gelişmeler olmazsa; bu da, nice şeytanî ve gücetapar odakların insafa gelip halk’a lûtufkârlık yapmayı düşünmelerinden değil; hemen bütün yolların çıkmaza saplanması ve halkın hışmından korktuklarından dolayı olacaktır..

Dün ilginç bir zamanlama’yla, Kanal 7’de, Arjantin’in son 60 yılına damgasını vuran Peron ile ilgili bir belgesel yayınlandı.. Onun,  yoksul kitlelerin umudu olarak iktidara gelişi üzerine düzenleri alt-üst olan güç odaklarının emrindeki generaller eliyle  iktidardan düşürülüşü, sürgüne gidişi ve yıllar sonra, kitlelerin daha bir kurtarıcısı umuduyla ülkeye yeniden dönüşü ve o sırada generallerin, elbette ki, ‘ülke ve halkın geleceğini tehdid eden büyük tehlikeleri bertaraf etmek’  gibi yaldızlı iddialarla kitlelerin üzerine tanklarla, bombalar ve bombardımanlarla saldırmayı göze alacak kadar bir çılgınlık göstermeleri ve yeni bir askerî darbe daha yapıp ‘ülkeyi kurtarmaları’ ve nihayet, kurşuna dizmeler ve uzuuun sürecek bir diğer karanlık generaller döneminin daha tezgahlanışı hâfızâlarda tazeleniyordu..

Bunlar korku için değil, temkin ve tedbir için hatırlanmalıdır.. Ki, bizim gözümüzün önünde daha yakında cereyan eden bir Cezayir uygulamasında, generallerin ne korkunç zulümler sergilediğinin örnekleri de vardır.. 1992’başında, ‘İslamî Selâmet Cebhesi’nin yüzde 85’lik halk desteğiyle iktidara geldiğinin anlaşılması üzerine, generallerin hemen o gece seçim sonuçlarını ‘kanun-dışı’ (!?) ilan edip, laik düzenlerini kurtarmaya kalkışmaları ile başlayan onbinlerce insanı yutan korkunç diktatörlüğün hatıraları, henüz de zihinlerimizde tap-tazedir.. Ama, o zaman,  emperyalist dünya ile onların Müslüman coğrafyalarındaki uzantılarının, o laik generalleri, ‘demokrasiyi kurtarmak için, diktatörlük de bir çözüm yoludur..’ gibi ‘vecîz’ (!) ifadelerle alkışlamaları unutulacak cinsten değildir..

O günlerde, Türkiye’de de -kendilerini aydın olarak niteleyen- nicelerinin, ‘Cezayir’deki uygulamanın bizde tekrarlanmasına asla kabul edemeyiz.. Mâdem ki, seçim yapıyorsun, seçim neticelerini kabul edeceksin..’ demelerine rağmen; 28 Şubat Zorbalığı günlerinde kimlere nasıl selâm durdukları, nasıl postal yalamaya koşup; medyanın nice ünlü Genel Yayın Yönetmenleri’nin generallere, ‘Paşam, yarınki gazetede hangi manşeti istersiniz..’ diye sorduklarının traji-komik hatıraları da unutulmamalıdır.. Hele de, 12 Mart 71 Askerî Darbesi’nin mağdurlarından ve bir süre, özgürlükçü bir görüntü sunan bir Prof. Soysal’ın, Cezayir’deki o korkunç diktatörlük sonrasında oraya gidip, laikliğin bekçileri olan darbeci generallere taktikler vermesi ve dönüşte, ‘Cezayir’de generaller suçlanıyor, ama, onların kurtardığı laik azınlığın korkularını kimse göz önünde bulundurmuyor.. İslamcılar iktidara gelseydi, onların durumu n’olacaktı?’ kabilinden laflar etmesi de unutulacak cinsten değildir.

Ve unutulmamalı ki, T.C. ülkesi, son yarım yüzyılda yaşadığı 4 askerî darbenin hiçbirisinin sorumlusunu hesaba çekememiş ve darbeciler, kendilerini ‘sorgulanamayacakları, sorumlu tutulamıyacakları’ gibi bir hukuk-dışı alana, anayasa düzenlemeleriyle ve hukuk adına atmayı başarmışlardır..

Ama, Şili’de 1973-1991 arası, 18 yıl tahakküm eden bir General Pinochet, 90 yaşındayken bile hesaba çekilebilmiştir.. Yunanistan’a 1967-74 arasında 7 yıl tahakküm eden ‘Albaylar Cuntası’ ve onlarla işbirliği yapan yüksek bürokratların her birisi de zindanlara atılmış olup,  kimisi orada ölmüştür, kimisi de hâlâ oralarda ölmeyi beklemektirler. (Kaldı ki, o Albaylar Cuntası, ülkede krallığı kaldırıp, tıpkı bizde olduğu üzere, lafzen de olsa Cumhûriyet ilan etmişlerdi.. Ama, ‘Bunlar cumhuriyetin kurucusu olan diktatörler.. diye kimse onlara bir ayrıcalık uygulanmasını istemedi;  darbecilikleri sebebiyle, bir ülkenin kaderine, halkın özgürlüklerine haksız olarak elkoydukları ve halkın silahını halka çevirdikleri gerekçesiyle ömür boyu hapis cezalarıyla cezalandırıldılar; bizdeki gibi, temelli senatörlüklerle veya Marmaris’lerde emekli hayatı veya Başbakanın maaşına denk yüksek emekli maaşlarıyla devlet lojmanlarında, özlük hakları ve korumalarla ayrıcalıklarını sürdürmediler!.)

Modern bir hukuk devletinde, hiç kimsenin tasarrufları, her ne sebeble olursa olsun, kanun ve hukukî murakebe/ denetim dışında tutulamaz.. Tutuluyorsa, orada bir şeyler var demektir ve her güç odağı da kendisine benzer bir kanunî dokunulmazlık alanı açmaya çalışacaktır..

Şimdi, yeni bir anayasa düzenlemesi yapılacağından sözedilmektedir..

Bu anayasa, insanın temel özgürlüklerini, halkın irade ve isteklerini garanti altına almalıdır. Ve bunun için de, dokunulamıyanlara da dokunulabilmelidir. Çünkü, onların o dokunulmazlık zırhlarıyla, halkı esir almışlardır.. -Sadece siyasîler değil-, askeriye, yargı, yüksek bürokrasi, evet, kim olursa olsun, herkes; halkın vicdanını yaralamayacak bir adâlet anlayışı ve hukuk normlarına göre hesabını vermek sorumluluğuna kavuşturulmalıdır.. 

80 yıllık kadrolar, şimdi, sûret-i haktan gözükmek için, ‘Yeter ki, ‘resmî ideoloji’nin temel prensiplerine saygı gösterilsin, bağlı kalınsın.. Bizim herhangi bir saplantımız yok!  gibi mâsumluk gösterilerine kalkışıyorlar.. Zâten, bütün mes’ele de orada..

Çünkü, eğer ülkenin ve milletin yönetimi, hukuk ve kanun adına olacaksa, kanun ve hukuk adına yapılan düzenlemelerde, hukuk lafzının, milletin kalbindeki hak ve adâlet duygusunu yaralamayan bir anlayışa göre şekillenmesi gerekmektedir; resmî ideolojiye göre değil..

Keza, yeni anayasa, geçmişte, anayasaya zorbalık yoluyla konulmuş olan düzenlemeleri de hukuk-dışı sayılmalı ve hukuk adına dokunulamıyacağı sanılanlara da dokunmanın yolu açılmalı; millet, kendisine zorla giydirilen bu ‘deli gömleği’nden kurtarılmalıdır. Yoksa, ‘milleti kurtarmak adına, milletin tepesine çökecek olan yeniçerilerimiz eksik olmayacaktır.

Ve bunlar, olmayacak şeyler değildir. ‘Acele gitme, belâya yetişirsin;  yavaş gitme, belâ sana yetişir’ sözü unutulmadan; yavaş yavaş acele edilmelidir..Yoksa, fiilî diktatörlük sürer.  

YAZIYA YORUM KAT