Cumhuriyet rejiminde, bu gizli-kapaklı işler ne, böyle?
Saltanat rejimini anlarsınız.. Tek kişi veya hanedanın sultası sözkonusudur ve onların zararına olacak bir şok şeylerin üstü kapatılır..
‘Devr-i dilârâ-y’ı Cumhuriyye..’ (Gönüller açan Cumhûriyet devrinde) ise.. Nelerin gizli kalması gerektiğine, cumhûr’un temsilcileri karar verirler.. Ama, sahiden de böyle midir?
İlginç olan, hâlen de bazı kanunlar vardır ki, 1930’lardan kalma; sadece numaralarıyla anılır ve içeriğinden ise, ancak çok dar bir kadro haberdardır.. Âdetâ bir yeni saltanatla karşı karşıyasınızdır? (Bazılarının ‘günaydın, yeni mi anlıyorsun?’ dediklerini duyar gibiyim.) Ve, bu arada, bırakınız, ‘İstiklal Mahkemeleri’ denilen ve gerçekte hukukla hiçbir ilgisi olmayan dikta mahkemelerinde kimlerin, kimleri niçin ve nasıl sallandırdığına dair geride kalan yazılı belgeleri; hattâ, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (partisinin) 1939 yılına kadar olan Merkezî Umumî celselerinde nelerin konuşulduğunun açıklanması bile, hâlâ da yasaktır..
M. Kemal’in 1934’lerde Sovyet filmcilerine çektirdiği kendisiyle ilgili bir belgesel bile, nihayet geçen hafta, Abdullah Gül’ün teşebbüsüyle, Cumhurbaşkanlığı’nın internet sitesine konulmuştur. Daha önce ise, ‘komünist propagandası’na vesile haline getirilir korkusuyla gizlenmiş, arşivlerde.. Hazine’den dev tahsisat verilerek çektirilen ‘Yorgun Savaşçı’ filminin yaktırılması gibi bir ‘darbeci kafa darbesi’ de gelebilirdi başına..
Anlaşılıyor ki, M. Kemal’i çoğu kez putlaştıran kemalistler, işlerine gelmiyen yerde ise karşılarına bir ucûbe’nin çıkacağı korkusuyla onu da sansürlemişler.
Romancı Orhan Pamuk, ‘kemalistlerin, orduya yönelip şiddet ve güce odaklandıklarını ve M. Kemal’e ihanet ettiklerini’ söylüyordu, geçen hafta, alman ‘Der Spiegel’ dergisine.. Ve Z. Livaneli de, ‘M. Kemal hiç bir zaman solcu değildi..’ diyordu dün; bunca solculuktan sonra..
Sahi, son yüzyılık tarihimizin ister istemez temel taşlarından olan M. Kemal’in ne olduğunu anlayabilene aşkolsun.. Çünkü, bir fikir ve ideolojiye değil, konjonktüre göre, her şekle giren ve her yöne dönebilen ’rüzgâr gülü’ görünümünde bir eylem adamı; Celâl Bayar’ın deyimiyle bir iktidar virtüözü, bir gücetapar idi, sanki o.. Kim güçlü ise, onun istediği şekilde gösterilmeye de müsaid..
*
Latîfe Hanım’ın hâtırât ve notlarının yayınlanması gündeme gelince, o günlerin T. Tarih Kurumu’nun (o zamanki) başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu’nun, ’Bu hâtırât yayınlanırsa, Türkiye Cumhuriyetini tarihini yeniden yazmak gerekir’ diye, akan suları nasıl durdurduğunu görmedik mi?
Bu nasıl bir memleket ve bu nasıl bir cumhûriyet rejimi ki, bir kişiyle sadece 1,5 sene kadar evli kalmış bir Lâtife Hanım’ın o kısa dönemde öğrendikleri yayınlanacak olsa, 80 yıldır yontulan bir ’resmî ideoloji ikonu’nun yaldızları dökülüverecekti!.. O söz mü yalandı, yoksa yazılacak olanlar mı; ya da bu 80 yıllık yazılanlar mı? Ortada bir yalan vardı da, hangisiydi?
Ve, Latîfe Hanım’ın ailesinden kalanların ’teyzemizin rûhu azab duymasın..’ gerekçesiyle, ’o hâtırâtın hiçbir zaman yayınlanamıyacağı’na dair, bir mahkemeden alınan bir hükümle konu bütünüyle kapatıldı da, rejim kurtuldu!?. Ve mes’ele kapandı (mı sayıyorsunuz?)
Belki de hattâ daha da sağlıksız, elyordamı fısıltı yorumlarla işliyor derinden derine..
*
Geçen hafta da, Bülend Ecevit’in evindeki özel arşivi İş Bankası’nca yayınlanmak üzere tasnif olunurken, bazı hassas ve ’çok gizli’ belgelere rastlanmış.. Bu belgeler çağrılan bazı akademisyenlerce incelenmiş ve ’Bu belgelerin yayınlanmasının Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından sakıncalı olduğu’na hükmolunmuş.. Belgeler arasında, ’askerî sırlar’ ile ’çeşitli kişilerle ilgili çok gizli istihbarat bilgileri’nin yer aldığı ’bilgi notları’na da rastlanmış ve bunun üzerine, Dışişleri Bakanlığı, ’belgelerin evde incelenmesi ve tasnif edilmesi için Rahşan Hanım ile birlikte çalışmak üzere’ emekli bir büyükelçiyi vazifelendirmiş ve Dışişleri Bakanlığı yetkilileri de, Rahşan Ecevit’e de, ’söz konusu belgelerin başkaları tarafından okunması ve görülmesinin ulusal güvenlik açısından doğru olmadığını’ söylemişler; 2 Eylûl tarihli medya haberlerine göre..
Ve bu belgeler güvenlikli bir yere alınmışlar.. Bir kamyona yüklenip, Sahaflar Çarşısı’na getirilerek boşaltılıp, yok pahasına da satılabilirdi bile..
O belgeler neydi ve orada ne işi vardı? Bu gibi belgeler için Perinçek ve V. Küçük gibilerin arşivlerinden başka yerler de mi varmış meğer? Ve millet o gerçekleri ne zaman öğrenecek?
*
Baykal’ı hayır, kınamıyorum, ayıplıyorum.. O yaşa gelmiş, hâlâ, devlet idaresinde bir hedefin de, ’halkların düşmanlığını tahrik etmemek’ olduğunu öğrenememiş ve Abdullah Gül’ün, Ermenistan’a gitmesini ağır şekilde eleştirmekle kalmıyor; Abdullah Gül’ün 15 sene öncelerde Ermenistan konusunda neler dediklerini hatırlatıyor; hasım tarafa kopya veriyor.. Hiç bir fren tutmuyor Baykal’ın dili.. Sınırsız-sorumsuz bir muhalefet anlayışı.. Ne diyelim, ’can çıkmayınca huy çıkmaz’ sözünü bir daha doğrulamaya çalışıyor..
Halbuki, Abdullah Gül’ün Ermenistan’a yaptığı gezi, elbette ki futbol maçı seyretme gezisi değil.. Bir kapı aralama gezisidir.. ’Düşmanınla savaşamıyorsan, barışmanın; barışamıyorsan, savaşmanın dışında başka yol kalmadığı’nın şuûruyla, bir inisiyatifi ele geçirme teşebbüsü.. Problemleri, ilânihaye sürüncemede bırakmak, daha mı makûl?
Ancak, Azerbaycan medyası da ’Türkiye’nin Azerbaycan’ı bir kez daha sattığı’ndan söz ediyor? Nedir bu, merak edildi mi hiç?
Burada da bir gizlilik sözkonusu.. Çünkü, 1920’li yıllarda ’yaranan/ (tesis olunan) Azerbaycan Respuklikası’nın / Cumhuriyetinin; Türkiye’nin diplomatik bir menfaat için Stalin’e M. Kemal tarafından peşkeş çekildiğine, ’satıldığı’na dair bir telgraf metni var ki, bu telgraf, Azerbaycan tarafında mevcuddur; Türkiye tarafında ise, bu konu resmî yazışmalarla atlanmı, buharlaştırılmıştır..
Azerbaycan kamuoyu şimdi ise, Türkiye’nin Ermenistan’la münasebetlerini iyileştirmeye çalışırken, Karabağ’ı unuttuğu şeklinde yönlendiriliyor.. Halbuki, Azerbaycan topraklarının yüzde 25’inin ermeni milislerinin birkaç bin mermisiyle ele geçtiği 14-15 sene öncesinin acı gerçeklerini hatırlayanlar, Elçibey ve Haydar Aliyev gibilerin, komünist dönemden kalma laikliği korumak adına, Azerbaycan müslümanlarını sindirmeyi asıl hedef edindiklerini hatırlayacaklardır, acıyla..
YAZIYA YORUM KAT