'Cumhurbaşkanlığı'na Silahlı Baskın Yapıldı'
Mısır'da darbeyle devrilen cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin basın danışmanı olarak görev yapmış olan ve kızı güvenlik güçleri tarafından öldürülen Ahmed Abdülaziz darbe sürecini Al Jazeera'ye anlattı.
Mısır'da 3 Temmuz darbesinin ardından iktidara gelen darbe yönetimi ülkede Müslüman Kardeşler'e karşı büyük baskı uyguladı. Darbe karşıtı tüm protesto eylemlerini şiddet kullanarak bastırmaya çalışan darbe yönetimi ülkenin seçimle iş başına gelen ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi dört ayrı dava ile yargılıyor. Teşkilatı Müslüman Kardeşler ise ülkede 'terör örgütü' ilan edildi.
Binlerce darbe karşıtını hapse atıldığı darbe sonrası dönemde yüzlercesi hakkında ise idam kararı verildi. Bu süreçte Batı darbeye karşı yeterince sesini yükseltememesiyle eleştirilirken bölgede ise özellikle körfez ülkeleri yeni yönetime sahip çıkarak birçok maddi destekte bulundular.
Mısır'da 26-28 Mayıs'ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini resmi olmayan sonuçlara göre Sisi'nin kazandığını söylemek mümkün. Tartışmalı ortamda yapılan seçimlerde ululsüzlük yapıldığına dair görüntüler ortaya çıktı. Katılım oranının düşük olmasından dolayı seçimler bür gün daha uzatıldı, oy kullanmayanlara para cezaları getirildi. Buna rağmen katılım oranı yüzde 34 civarında kaldı.
Devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin danışmanı ile devrimden darbeye gelen süreci konuştuk. Mursi'nin basın danışmanı olarak görev yapmış olan Ahmed Abdulaziz'in kızı darbe karşıtı protestoları görüntülerken bir keskin nişancının açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti. Ahmed Abdulaziz darbeye doğru gelen süreci ve sonrasını Al Jazeera Türk'e değerlendirdi.
Darbeye gelmeden önce Mursi dönemiyle başlamak istiyorum. Siz daha önce darbe yönetiminin hapse attığı cumhurbaşkanı Mursi’nin basın danışmanı olarak görev yaptınız? İhvan olarak göreve gelinen zamandan darbeye kadar Mısır’da yaşadığınız zorluklar nelerdi?
Öncelikle şunu söylemeliyim ki darbe 3 Temmüz’da değil, 11 Şubat 2011 tarihinde Hüsnü Mübarek'in istifa etmesiyle gerçekleşti. Çünkü Mübarek devleti askere devretti. Ve artık asker tüm ülkeyi yönetmeye başladı. Mursi dönemini aslında bu askeri yönetimlerin arasında bir ara gibi düşünebiliriz. 1954 Cemal Abdülnasır'la birlikte askeri yönetimin iktidara gelmesinden Mübarek'e kadar hep ordu Mısır’ı yönetti. 3 Temmüz 2013 tarihinde gerçekleşen darbe ise, devlet otoritesini askeri yönetime iade etmekten ibaretti sadece. Mursi dönemini ise bu otoriter yapısının dışında kalmış bir dönem olarak görebiliriz. O yüzden biz 3 Temmüz darbesinin gerçekleşmesine şaşırmıyoruz bu yeni veya beklenmeyen bir şey değil.
Özetle Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi hükümet kurarken dürüst ve yetenekli insanlardan seçmeye çalıştı. Mursi’nin yanındaki takımın hepsi dürüst insanlar ve hiçbir çıkarları yoktu. Biz kendimiz kendimizi mecburi olarak görevlendirildik. Vatan hizmeti olarak bir görev içindeydik isteğimize bağlı değildi. O yüzden tüm zamanımızı, yeteneklerimizi ve sahip olduğumuz herşeyi bu yönde vatanımız için harcıyorduk. Mısır’daki durum doğal olarak çok karışıktı. 1952 yılından itibaren Mısır halkı kasıtlı olarak cehalete sürüklendi. Eğitim ve sosyal alanlarda bu halkın önüne çok engel konuldu. Mısır halkı, hiçbir zamanda olmadığı kadar cahilleşti. Bu konuda medya ve sinemanın büyük bir rolü vardı. Mısır halkı, gerçek vatansever, ülkenin değerlerini koruyan ve bu ülkenin dünya haritasında gerçek yerini koymaya çalışan kimliğini yitirdi. Mısır’da özellikle medyayı takip ettiğinizde bunu çok açık bir şekilde görürsünüz. Böyle bir ortamda da yolsuzluk damgasını vurmuş durumda oldu. Herkes yolsuzluk yapmaya başladı. Devletin başından memura kadar yolsuzluk yayıldı. Bu yönetim organlarını dolduran hırsızlar, bu arada yönetim kurumlarında çalışan kişi sayısı 6 milyon civarında yuvarlanıyor, bütün bu insanlar hiçbir zaman dürüst, eli temiz ve yolsuzluğu kabul etmeyen bir cumhurbaşkanıyla çalışmak istemezler. Bu onlardan beklenemez. Bu yapı aynı zamanda hiçbir zamanda 25 Ocak devriminin özgürlük, sosyal adalet, onurlu insanlık sloganlarını sevmezler ve kabul etmezler. Çünkü bütün bunları gerçekleştirmenin ilk adımı hırsızlığı durdurmak, yolsuzluğa karşı durmak ve insanlar arasında adaleti yaymakla mümkün olacak. Cumhurbaşkanı bu idari yapının başını temsil ediyor. Herhangi bir kararın gerçekleşmesi için bu yapının içindeki insanlardan geçmesi gerekiyor. Bu bizim önümüzde büyük engellerden bir tanesiydi. Hatta belki tek engel oydu diyebilirim. Diğer bir yanda halk, doğal olarak devrimden sonra bir şeylerin hızlı değişmesini ister. Fakat bütün bu idari yapı bozuk olursa bir şeylerin değişmesini nasıl bekleyebiliriz? Ancak bütün bunların yanında cumhurbaşkanımız ve yanındaki takımı meydanda fiili olarak iyi değişikleri yapmaya başardılar. Tarım, sanayi ve tarım alanlarında ciddi çalışmalar ve başarılar gerçekleşti. Gençlere yönelik çok önemli projelere imza attı. İşsizliği azaltmak, kaliteli gençleri yetiştirmek ve farklı alanlarda kurs ve eğitim projelerini yapmak şeklinde kalkınma gerçekleşti. Gençleri kalkındırmak bizim temel hedeflerimizden biriydi.
Darbe ortamı Mısır’da nasıl hazırlandı? Bu gösteriler öncesinde ve esnasında hükümet nasıl tedbirler aldı? Sizce kriz ortamı iyi yönetilebildi mi?
Mursi’nin ilk cumhurbaşkanı olduğu zamandan beri bu gösteriler hiç durmadı. Hemen hemen her hafta bir protesto oluyordu. Bu protestolara katılan kişi sayısı birkaç binden fazla olmuyordu. Bu gösterilerin masum bir niyeti yoktu. Ben gençlerin meşru taleplerini dile getirmek istediklerini anlıyorum. Fakat bu protestolar böyle bir şey değildi. Siyasi ve demokratik sürece girmeyi reddeden güçler tarafından yönetiliyordu. Mursi bu güçlerle daha önce görüştü ve onlara siyasi sürece katılmak için teklif sundu. Fakat onlar kabul etmediler. Hatta aksine demokratik süreci bozmak için komplo kurmaya başladılar. Hatta bize ulaşan bilgiye göre, bu güçler birilerinden Mursi’nin düşürüleceğiyle ilgili bilgi aldı ve bu şekilde bu teklifler reddedildi. Hamdin Sabbahi, Muhammed Baradey ve diğer bütün bu liderler; onlara devlette yüksek makamlar sunuldu fakat bu sebeple kabul etmediler. Bu protestolar bu güçler tarafından yönetiliyordu ve iyi bir niyeti yoktu. Fakat biz bu protestoları son derece olumlu bir tavırla karşıladık. Gençlere protesto etmeleri için müsade ettik. Hiç zarar vermedik. Mursi’nin bu konuda talimatları çok açıktı. Herhangi bir protestocuya karşı ifade özgürlüğü kısıtlamak, ona zarar vermek veya herhangi bir müdahale yapmak yasaklıydı. Bu güçler ve bu gençler maalesef bu tavrı cumhurbaşkanlıkta bir zafiyet tavrı olarak değerlendirdi. Bu olumlu tavrı doğru şekilde okumadılar. Çünkü 25 Ocak devrimi özgürlük için meydana geldi, biz bu özgürlük hakkını ihlal etmek istemedik. O aralarda, yani protestolar devam ederken, devlette eskiden kalma yapılar Mursi’nin cumhurbaşkanlığına saldırmak için organizasyon yapıyorlardı.
Darbeden sonrasına gelirsek yüzlerce kişi darbe yönetimini protesto gösterilerinde öldürüldü. Maalesef üzülerek söylüyoruz ki bunlardan biri de sizin kızınız. Ordunun bu denli sert müdahalede bulunabileceğini öngörmüş müydünüz?
Darbe gerçekleştikten sonra Mursi ve yanındaki dokuz arkadaşımız kaçırıldı. Aylardır nerede olduklarını bilemedik. Darbe gerçekleşmeden 2 gün önce, yani bu komplo protestoları meydana gelmeden önce, meşruiyeti destekleyen insanlar çoğunlukla islami hareketinden gelen insanlar, Adeviye Meydanı'nda grev yapmak için çağrı yaptılar ve insanlar Nahda ve Rabia meydanlarında toplandılar. O zamanda Meşruiyete Destek Ulusal Koalisyonu kuruldu. Bu koalisyon şimdiye kadar devrime öncülük yapan yapı oldu. Gençler ve bir sürü devrime katılan dürüst insanlar darbeye karşı geldiler. Çünkü Mursi cumhurbaşkanlığına bu insanların oylarıyla geldi ve bu şekilde askeri darbeyle düşürüldüğünde tabii ki tepki vereceklerdi. Bu sadece İslami kesimden gelen insanlar için değil bu herhangi sağduyulu bir Mısır vatandaşı için de geçerliydi. Dolayısıyla çoğu insan için bu demokrasi, özgürlük ve halkın iradesine karşı uygulanan bir darbe olarak görülüyordu. Bundan sonra Rabiat'ul Adeviye artık darbeye karşı bir çekirdek olarak temsil edilmeye başladı. Bu bilinç yayılmaya başladı ve benzer bir şekilde Nahda Meydanı’nda gerçekleşti. Darbeye karşı kamuoyu oluşturuldu. O sıralarda darbeyi destekleyen bazı unsurlar orada toplanan insanlara geldi ve cazip tekliflerle artık darbe yönetimini kabullenmek için ikna etmeye çalıştı. Tabii ki benzer şekilde Mursi’ye geldiler ve çok cazip tekliflerde bulundular. Fakat yanıldılar. Mursi öyle tekliflerle yolundan sapacak bir adam değildi. Mursi, böyle teklifleri kabul ederse halkın iradesine ihanette bulunacağını biliyordu. Mursi bu teklifleri reddedince kaçırıldı. Daha sonra koalisyon için benzer bir ikna çalışmaları da devam etti fakat koalisyon da kabul etmedi ve yoluna devam etti. Protestolar devam edince insanlarda yankı bulmaya başladı. İnsanlar bu protestoların artan etkisini görünce darbeye karşı tavırları şekillenmeye başladı. Buna karşı ikna yolu işe yaramadığında böyle katliam yaptılar. Rabia ve Nahda meydanlarında katliamlar başladı. O gün benim şahsen gördüğüm kadarıyla en az 5 bin kişi öldürüldü. Benim kızım Habiba onlardan biriydi. O bir gazeteciydi. Birleşik Arap Emirlikleri’nde Gulf News gazetesinde çalışıyordu. Özellikle bu protestoları takip etmek için gelmişti. Rabia grevi başlayınca Al Jazeera Canlı Mısır kanalında gönüllü gazeteci olarak başladı. Habibe, katliamin olduğu sırada meydanda görevini yapıyordu ve meydandan canlı çekim yapıyordu. Bir keskin nişancıdan bir uyarı almıştı çekimleri durdurmak için fakat o görüntüleri dünyaya aktarmakla ısrarlıydı. Keskin nişancı onu vurdu ve kızım şehit oldu. Katliamler devam ediyor. Her geçen gün birçok gencimiz öldürülüyor, yaralanıyor, tutuklanıyor işkence ediliyor. Fakat o insanlar yılmadan özgürlük yolunda yürümeye devam ediyorlar.
Bizim sorunumuz bu darbeyi yapanlarla değil, asıl sorunumuz bunları kullanan kötülük güçleri iledir. Darbeyi yapanlar aslında ABD ve onlar Siyonist Hareketi’nin elinde bir eldiven gibi kullanılıyor. Asıl bu darbeyi yapanlar onlardır. Biz bunun farkındayız. Bu darbenin Mısır’ın bu dünya kötülük güçlerine bağlı kalması için, hiçbir zamanda özgür bir iradesinin olmaması için yapıldığını düşünüyoruz. Dolayısıyla bir kez daha bunlara karşı protestolarımıza devam ediyoruz. Mısır halkı özgürlüğünü alana dek devam edeceğiz. Bu ülkenin tamamen bağımsız olana kadar devrime devam edeceğiz. Bu bizim doğal hakkımız ve aynı zamanda bütün dünya ve özellikle Arap halklarına karşı sorumluluğumuzdur. Hiç kimse, Mısır’ın bölgedeki rolünü inkar edemez. Dolayısıyla biz bu konumda tüm Arap ve İslam dünyası adına savaşıyoruz.
Darbenin ardından farklı ülkeler darbeye karşı farklı tutumlar takındılar. Türkiye ve Katar darbe yönetimine karşı tutum takınırken, Suudi Arabistan’ın başını çektiği körfez ülkeleri darbe yönetimini tebrik ettiler. Batı ülkeleri ise ‘darbe’ kelimesini kullanmaktan kaçındı. Bölgesel ve uluslararası aktörlerin darbeye olan tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mısır dahil olmak üzere bütün üçüncü dünya ülkeleri hep ABD ve Batı'nın arka bahçesi olarak görüldü. Bize köle olarak bakıyorlar. Onlar, bizim için özgürlük hakkı, onurlu yaşam hakkı tanımıyorlar. Biz onlar için sadece birer köleyiz onların çıkarlarına çalışıyoruz ve hizmet ediyoruz. Dolayısıyla bizim bu ülkelerin bizi insan yerine koymalarını beklemiyoruz. Tüm dünya Rabia’da gerçekleşen katliamlara tanıklık etti. Bana Holokost demeyin. Allah için bana şunu söyleyin hangi savaşta bir günde beş bin kişi öldürülmüştü? Bu bir savaş bile değildi. Çünkü savaş ordular arasında gerçekleşiyor bu katliam bir tarafta silahlı kişiler diğer tarafta silahsız insanların olduğu ortamda oldu. Bu aslında bu kadar kurban olmasının sebebini açıklıyor. Orada bir karşılaşma olmadı, orada bir katil ve maktul var. Oradaki protestocuların barışçıl hareketini anlatıyor aslında çünkü aralarında silahlı kişiler olsaydı bu kadar öldürülen insan olmazdı. Bütün bu ülkeler Avrupa ve Amerika, Mısır’da olan olayların askeri bir darbe olduğunu iyi bilirler. Kalkıp bunu dünyaya öğretmeye çalışıyorlar ama konu bize gelince inkar ediyorlar. Bu çifte standarttır. Buna rağmen darbe yönemiyle ilişkiler kuruyorlar ve sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar. Dolayısıyla biz onlardan bir şeyi beklemiyoruz. Evet bu çıkarcı ahlak dışı çifte standartlı tavırlara şiddetle karşıyız ve bunu kınıyoruz, ama onlardan beklentimiz yok. Asıl meydandaki devrime sahip çıkan bu gençler bütün bu durumları düzeltecek.
Ukrayna’daki olaya gelince. Evet birkaç yönüyle benzer bir durum yaşanmış olabilir orada. Fakat Ukrayna'daki olan olayla şu açıdan farklı; Ukrayna’da Rusya ve Avrupa’nın biribirinden zıt yönlerde çıkarları vardır. O yüzden Avrupa’nın bu şekilde davranması beklenir. Biz bunu Mısır’da istemiyoruz. Biz, herhangi bir ülkenin otoritesini bizim üzerimize kurarak çıkarları için bizi desteklemesini istemeyiz. Bu bizim için kabul edilmeyen bir durum.
Darbenin ardından referandumda kabul edilen yeni anayasanın sizce sizin döneminizde hazırlanan anayasadan ne gibi farklılıkları var. Mısır’ın yeni anayasası hakkındaki görüşleriniz neler?
2012 yılındaki anayasa, halk tarafından seçilen bir heyet tarafından oluşturuldu. Bu heyetin bütün tartışmaları ve görüşleri zamanında halk ile paylaşılıyordu. 12 saat süren anayasanın son halini oylama oturumu canlı olarak televizyonda yayınlandı. Tabii bu çalışmaları aksatmaya çalışan kesimler oldu. Ben anlayamıyorum, halk iradesiyle seçilen bir cumhurbaşkanına nasıl böyle davranılır ve o nasıl böyle boykot edilir. Demokrasi dediğimiz budur. Herkes halkın kararını ve seçimini kabul etmek zorunda. Dolayısıyla bu halk tarafından seçilen heyetten anayasa tasarısı çıkarıldı sonra halkın oylamasına sunuldu ve yüzde 64 çıvarında bir oranla onaylanmış oldu. Böylece anayasa kurulmuş oldu ülkede. 2014 anayasasının tasarısını yapan heyet ise, savunma bakanının seçtiği başkan tarafından atanmış bir heyetti. Dolayısıyla halkı bu duruma dahil edilmedi. Halk bu heyetin oturumlarından, tartışılan konulardan haberdar edilmedi. Böyle bir anayasa tasarısı insanların ilgisini çekmez oldu. Fakat sonuçta ihlaller gerçekleşti. Gerçekleşen referandumda hiç bir denetleme yapısı yoktu. Dolayısıyla bu iki anayasayı biribiriyle karşılaştırmak mantıklı olmaz.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gelirsek, Sisi’nin cumhurbaşkanlığına giden süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Mısır’ın eski lideri Cemal Abdül Nasır’a benzetilmesiyle ilgili yorumlarınız neler?
Öncelikle Mısır’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinı ben seçim olarak kabul etmiyorum. Bu cumhurbaşkanlığı koltuğuna bir silahlı baskından ibarettir. Bu baskın yarışmalarında iki tane küçük hırsız yarışıyor. Bu iki küçük hırsız büyük hırsız Amerika için çalışıyorlar. Başka ve daha önemli bir sebep ise, bu ülkenin zaten halk tarafından seçilmiş seçilmiş bir cumhurbaşkanı var, o da Muhammed Mursi. Halk tarafından, halkın isteğiyle cumhurbaşkanlık koltuğuna gelmiş ve istifa etmemiş. Ama kaçırılmış ve hapse atılmış. Dolayısıyla biz bu seçimleri bu cumhurbaşkanı olarak ilan edilecek kişiyi tanımıyoruz. İnsanlık tarihinde daha önce hiç böyle bir şey görülmemiş. Aynı anda iki cumhurbaşkanı olan bir ülke olmaz. Yani bu seçimler saçmalık.
Cemal Abdulnasır ile bir benzerlik varsa o da sadece İslam ve İslamcılardan nefret etmek ve onlara karşı savaşmak ve katliam yapmak olduğunu söylerim. 50-60'larda Abdulnasır İhvan'a karşı katliamlar yaptı, Sisi de bu zamanlarda İhvan'a aynısını yapıyor. Başka bir şey daha var aslında, o da ikisi Amerika’ya karşı baş kaldırdıkları görünse de aslında ikisi Amerika’nın bu ülkede ajanı olmuş.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki diğer Hamdin Sabbahi’nin Sisi ile yarışa girme sebebi sizce neydi? Sabbahi’nin adaylığı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hamdin Sabbahi'nin hiçbir onuru olmayan, çıkarcı ve sahtekar bir siyasi kimliği var. Şu an İhvan'ı bitirme ajandasını üstlenen Sabbahi, daha önce birkaç defa İhvan’ın milletvekili aday listelerinde parlamentoya girdi. Eğer şu an İhvan'a karşı çıkıyorsa ve İhvan onların iddia ettiği gibi terörist bir grup ise nasıl daha önce onların listelerine katıldı ve bu şekilde parlamentoya girdi? Sabbahi, bu seçimlerde sadece bir yarışma havasını katmak için kendisini aday gösterdi. Fakat zaten durum şimdiden belli. Sisi, bu devletin otoritesine el koymak için darbe yaptı. Sisi, birileriyle yarışa girmek için veya otoriteyi paylaşmak için darbe yapmadı ki. Şimdi de bu seçim tiyatrosunu yapıyor insanların gözünde biraz daha iyi görünmek için. Dolayısıyla Sabbahi sadece bu saçmalığa biraz yarışma havasını, demokratik yüzünü göstermek için katıldı. Tüm insanlar Sabbahi’ye oy verse de sonuç kesinlikle Sisi’nin kazandığını gösterecek. Sabbahi’nin kendisine böyle bir şeyi kabul etmesi ayıptır. Ancak ben böyle yaptığına şaşırmıyorum çünkü çıkarcı ve sahtekar bir kişiliğe sahip olduğunu biliyorum.
Darbeden sonra Mısır’da Ezher, Selefi Nur Partisi, Kıptiler gibi farklı dini ve siyasi gruplar darbeye destek verdi. En son Nur Partisi seçimlerde Sisi’yi destekleyeceğini açıkladı. Bu üç grubun (Selefiler, Ezher ve Kıptiler) darbeden sonra aldıkları tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bütün bunlar askeri darbenin birer parçası. Kilise, Ezher, Selefilerin siyasi partisi Nur Partisi ve Tasavvuf Hareketi bütün bunlar, askeri darbenin ilk gününden itibaren Abdülfettah Sisi ve darbe yönetiminin yanında yer aldılar. Desteklediler. Durum basitçe böyle yani.
İhvan’ın bundan sonraki tavrı ne olacak? Protestolar devam edecek mi? Sisi’nin cumhurbaşkanı olduğu bir ülkede İhvan’ın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
İhavan'a karşı yürütülen savaş İhvan'ın tarihinde yeni bir şey değil. Bu cemaat ilk kurulduğundan beri art arda sınavlardan, zor zamanlardan geçti. Bu da aslında cemaatin dürüstlüğünü, vatanseverliğini ve doğru yolda olduğunu gösterir. Bu cemaatin mensupları ve liderleri gerçekten dürüst bir şekilde hiçbir siyasi gösteri yapmadan Mısır'ın tam bağımsızlığını ve bu ülkenin hayrını isterler. Hayatları boyunca bunun için çalışırlar. Dış müdahalenin otoriter olduğu böyle bir dünyada bu bağımsızlığı gerçekleştirirken cemaatin başına böyle bir savaşın gelmesine şaşırmamak gerek. Dünya güçlerine karşı baş kaldıracak biri olmalı. Meşru yollarla ve kendilerinin onayladığı tekniklerle ülkemiz adına karşı gelmek zorundayız. Daha önce olan sıkıntılardan İhvan nasıl daha güçlü çıktıysa bu sefer de İhvan daha güçlü çıkacak ve yoluna devam edecek. Mısırlı gençlerden bize çok mektup geliyor. İnsanlar, İhvan liderlerine ayakta dik durduklarından dolayı hayran kaldıklarını yazıyorlar. Bütün bu işkence, psikolojik ve maddi tacizlere rağmen mahkeme kafeslerinde aslan gibi duruyorlar. Bu bütün insanların dikkatini çeker ve kendilerine hayran ediyor. Dolayısıyla insanların çoğu bu cemaatin nasıl bir şey olduğunu merak eder. Cemaat insanlarda sempatiyle karşılanmaya başladı. Bu savaşın asıl amacı İhvan’ı bitirmek. Ancak bir bakıyorsunuz daha da fazla büyür.
İdam kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle bu idam kararları sadece insanların nabzını ve nasıl bir tepki göstereceklerini ölçmek için çıkarıldığını düşünüyorum. Bütün yerel ve uluslararası hukuk kuruluşları buna nasıl tepki verecek onu ölçmek için çıkardılar. İkinci olarak hakkında idam kararı çıkmış olan insanlar birer birer şehit olacak. Bu idam kararları aslında birer birer bir suikast operasyonu olarak sayılabilir. Bu bir kasıtlı cinayettir. Dolayısıyla bu böyle kolay geçmeyecek. Devrimi yapan insanlar buna büyük bir tepki verecek ve kasas hakkını isteyecek. Kasıtlı öldürene öldürme cezası yapılır. İnsanlar daha çok ayaklanacak. Bunu suikast olarak sayıyoruz, çünkü bu kararlar askeri darbe yönetiminden hazır çıkmış kararlar. Hakimler, sadece şekil olarak cübbe giyiyorlar ve hakim gibi görünüyorlar fakat karar sahibi onlar değil. Bu idam kararları askerden geldi. Dolayısıyla biz bu hükümleri mahkemeden bir hüküm olarak tanımıyoruz. Bu Mısır’daki ayaklanmaya karşı uygulanan katliamların bir parçasıdır. İnşallah devrim devam edecek ve zafer kazanacak. Bu mazlum insanlar kendi haklarını alacak. Katilden kasas alınacak.
Al Jazeera
HABERE YORUM KAT