Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sözlerinin Muhatapları Kimlerdi?
Yazısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hindistan dönüşü esnasında sarf ettiği sözleri ve bunun üzerine öne çıkan tartışmaları konu edinen Merve Şebnem Oruç, Erdoğan’ın beyanlarının arka planını ve muhataplarını mercek altına almış.
Erdoğan’ın beyanlarına konu olan sorunun 'İslamcılık' konusu üzerinden sorulmadığını belirten Merve Şebnem Oruç, ayrıca cevapladığı sorunun ikinci kısmının Erdoğan’ın AK Parti’nin gerileyişinde İslamcıları günah keçisi olarak gösterenler gibi düşünmediğinin göstergesi olduğunu söylüyor.
Merve Şebnem Oruç’un yazısından şu iki pasaj da kayda değer tahliller içeriyor:
“Özetle, Erdoğan'ın duruşunda dünden bugüne değişen hiçbir şey yok. Batı'yla da Doğu'yla da, İslam ya da 'İslamcılık'la da ilgili olarak dün nerede duruyorsa orada duruyor, aynı şeyleri söylüyor. Bunca saldırıya rağmen kendi değişmeden yola devam ederken, 'ibresini değiştirenlere' kırgın. Onlarla yolunu ayırmak değil yaptığı; aksine onların yolunu ayırdığını söylüyor…
‘Sadece biz Erdoğan'ın yanındayız, kalan hepiniz hainsiniz’ diyerek çember daraltan, yarın ne yapabilecekleri konusunda soru işaretleri oluşturanların, bir başka açıdan ‘uluhiyet davasına’ girenlerin yerinde olsam bu kadar sevinmez, ders çıkarmayı denerdim doğrusu...”
Merve Şebnem Oruç’un bugünkü Yeni Şafak’ta (04.05.2017) yayınlanan yazısı şöyle:
Hikayen Nasıl Başlarsa Başlasın, Daima Sonuyla Hatırlanırsın
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Hindistan dönüşünde uçakta muhafazakar medyada son dönemde yaşanan tartışmalara ilişkin söyledikleri, dünün en çok tartışılan gündemiydi.
Aslında ilgili soru, mevzunun son dönemde evrildiği 'İslamcılık' konusu üzerinden sorulmamıştı; “daha çok dış politika tartışması üzerinden çıkan bu tartışma”da Erdoğan'a görüşleri, Batı'yla ilişkiler bağlamında fikirleri soruldu. Cumhurbaşkanı da bu soruyu demonte ederek iki ayrı cevap verdi.
“Ak Parti'yi destekleyen yazarlar arasındaki tartışma”ya ilişkin görüşleri sert değildi ama yeterince netti. Şaşırtıcı değildi. Gönül koyduğu, kırgın olduğu belliydi. “Yol arkadaşlığı, gönül arkadaşlığı önemlidir. Yol arkadaşıysan, gönül arkadaşıysan, pazara kadar değil, mezara kadar gidilir,” sözleri gönülden konuştuğunun göstergesiydi. Verilen zorlu mücadelede karşı karşıya kalınan engellere takılan, mücadeleden vazgeçen, yoldan sapanlara kırgındı. Bunu “çizgide istikrarsızlık, sırat-ı müstakim'den sapma” olarak görüyordu.
Konunun “İslamcı olanlar atılıyor, İslamcı olmayanlar getiriliyor,” tartışmasına dönmesini, “İslamcı olmak ya da olmamak şeklinde” ayrıştırmalara gidilmesini “yanlış” bulduğunu söyledi, çoğu gazetenin dün manşetine taşıdığı “Biz tekkeye mürit aramıyoruz ki,” cümlesini kurdu. Doğrusu Erdoğan'ın harcında alın teri olan Ak Parti, kuruluşundan bu yana hiçbir zaman kendini 'İslamcı' diye tanımlamadı; 'muhafazakar demokrat' ifadesini kimliğini tanımlamak için tercih etti.
Mısır darbesiyle başlayan ve Orta Doğu'da Siyasal İslam çizgisini benimsemiş Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) merkezli hareketlere yönelik saldırılar sonrası, başta Erdoğan olmak üzere Ak Parti'nin tavrı, kendilerinin de 'İhvancı' olarak anılmasına yol açtı. O dönemde, darbeye karşı çıktığı, İhvan'ın çeşitli ülkelerce terör örgütü ilan edilmesine tepki gösterdiği için, sık sık Ak Parti'yi İhvan'la, İhvan'ı da Deaş'la eş tutan binlerce analiz yapılmakta; Ak Parti, İhvan ve Deaş terör örgütü aynı potada eritilmekteydi. Korkunç bir saldırıydı bu, İhvan ve Deaş'ın yan yana konulamayacağını vurgulamak, Ak Parti'nin bir İhvan hareketi olmadığını söylemekten daha öncelikli, daha kritik ve daha adaletliydi. O günlerde sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bazı Ak Partili isimler böyle resmedilmiyordu, Ak Parti'ye destek veren sağcı, solcu, seküler ya da dindar olan herkes aynı kapsama alınıyordu.
Şimdi benzer bir yaklaşımla içeride karşı karşıyayız. Bir kesim Erdoğan'ın kırgın olduğu kişileri 'İslamcı'larla, hatta topyekûn dindarlarla, onları da 'radikal İslam'la eş tutuyor; özetle “Batı'yla ilişkilerimizi 'İslamcılar' bozdu, Orta Doğu'da başımızı aşan işlere girmeseydik bunlar olmazdı” diyerek Türkiye'nin son dönem dış politikasını eleştiriyor, adeta “eksenimizi İslamcılar kaydırdı” diyor. Hatta “İslamcıları tasfiye edelim, onlardan kurtulunca Batı'yla ilişkilerimiz düzelecek” diyerek de bir siyaset dizaynı peşinde olduklarını hissettiriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın demonte ederek cevapladığı sorunun ikinci kısmı ise böyle düşünmediğinin göstergesi. Başından beri ne diyorsa onu yineleyen Erdoğan, “[AB'nin] fasılları hemen masaya yatırıp Türkiye'nin önünü açması lazım....Hala bekletmeyi, kapıları kapatmayı tercih ederlerse, biz de başımızın çaresine bakarız. İngiltere'den nasıl bir Brexit çıktıysa bizim de olabilir,” cümleleriyle AB adaletli davranmaya başlarsa “yola devam”, hala aynı tutum sürerse üyelik müzakerelerini sonlandırarak “tamam” diyeceklerini yineledi. Açıkçası buraya kadar anlaşılmayacak bir durum olduğunu düşünmüyorum.
Yine de Cumhurbaşkanı'nın dünyada da yaşanan 'Siyasal İslam' tartışmasıyla ilgili görüşlerinin bu çerçevede boşlukları dolduracağını düşünerek, söz konusu soruyu müteakip bu hafta Hamas'ın açıkladığı yeni siyasi vizyonuyla ilgili yorumlarını merak ettiğimizi dile getirdim. Malum geçtiğimiz yıl Tunus'daki En-Nahda'nın lideri Raşid Gannuşi de kendilerini artık 'Siyasal İslam'la değil, “Müslüman demokrat” kimliğiyle tanımlayacaklarını dile getirmişti ve yankı uyandırmıştı. Daha önce İhvan çizgisine sıkıca bağlı olduklarını ifade eden Hamas da şimdi yeni vizyon belgesinde İhvan'a herhangi bir atıfta bulunmuyordu. Acaba bu İhvan'ın haksız şekilde de olsa, terör örgütü ilan edilmesiyle ilgili bir durum muydu? İhvan çıkışlı diğer partiler, İhvan'la aralarına mesafe mi koymaktaydı?
Cumhurbaşkanı “Ben bu konuda netim. Müslüman Kardeşler teşkilatını terör örgütü olarak kabul etmiyorum” diyerek duruşunu tereddütsüz ortaya koydu ve şöyle devam etti: “Başbakanlığımdan bu yana, tüm mahfillerde işledim bu görüşü. American Jewish Committee'de de işledim bu görüşü, Bush ve Obama ile yaptığım görüşmelerde de işledim. Ellerinde silah yok bunların. Tamamen fikri altyapısı olan bir teşkilat bu. Elinde silah olmayan bir teşkilat için terör örgütü diyemezsiniz. Faaliyetleri öyle bir çerçeveye oturtulamaz. Gannuşi'nin ve Halid Meşal'in de onlar hakkında olumsuz bir kanaatleri yok.”
Özetle, Erdoğan'ın duruşunda dünden bugüne değişen hiçbir şey yok. Batı'yla da Doğu'yla da, İslam ya da 'İslamcılık'la da ilgili olarak dün nerede duruyorsa orada duruyor, aynı şeyleri söylüyor. Bunca saldırıya rağmen kendi değişmeden yola devam ederken, 'ibresini değiştirenlere' kırgın. Onlarla yolunu ayırmak değil yaptığı; aksine onların yolunu ayırdığını söylüyor.
“Ak Parti'ye yönelik oyun içinde oyun” şeklinde başlıklar atarak, yazılarında kendilerinden 3. tekil şahısta bahsedecek kadar itici bir kibre bürünenlerin, Cumhurbaşkanı'nın da dediği gibi “kendi doğrularını benimseyenleri doğru, onun dışındaki insanları da 'yanlış' addetme' noktasına gelenlerin” ve “çok ağır olacak ama, uluhiyet davasına girenlerin” bu sözlerin hedefinde olduğu aşikar. En az onlar kadar garip oyunlar peşinde olanların, onlar gibi itici olup “Sadece biz Erdoğan'ın yanındayız, kalan hepiniz hainsiniz” diyerek çember daraltan, yarın ne yapabilecekleri konusunda soru işaretleri oluşturanların, bir başka açıdan “uluhiyet davasına” girenlerin yerinde olsam bu kadar sevinmez, ders çıkarmayı denerdim doğrusu...
Yeni Şafak
HABERE YORUM KAT