Cumhurbaşkanı Adaylarının Dış Politika Karnesi: Ekmeleddin İhsanoğlu
“Suriye'de uçuşa yasak bölge ilan edilmesine ihtiyaç vardır. Bunun faydası en azından rejimin kendi insanlarına karşı hava gücünü kullanmasını engellemek olacaktır. Tabii bundan sonra başka etkileri de olacaktır askerî açıdan... [Suriye konusunda] ilk günden beri uluslararası toplumun ne yapacağı değil, ne yapmayacağı üzerine olan konsensüsün oluşturduğu kısır döngüden çıkmalıyız.”
“Suriye'de yaşananlar mezhepler arası bir çatışmadan dolayı çıkmadı, bazı güçler Suriye'deki gelişmeleri mezhepsel bir çatışma olarak göstermeye çalışıyor. [Suriye'de olan] Suriyelilerin despotik bir rejime isyanıdır.”
“Bu dünya kendi halkını uçaklarla, tanklarla, ağır silahlarla katleden bir rejimi artık kabul edemez.”
Bu ifadeler Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'na ait değil. CHP ve MHP'nin ortak Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu'na ait.
“Hem rejim, hem de muhalefet tarafından cinayetler ve zulümler işlendi. Fakat Suriye ordusunun sivillere karşı uyguladığı şiddet tolere edilmemelidir. Kuşkusuz ki Esad bundan sorumludur. Eğer kendi insanınıza karşı hava gücü ve ağır silah kullanıyorsanız bundan sorumlusunuz... [Amerika'nın kimyasal silah kullanımı kırmızı çizgi olur ifadesine dair] Bu kırmızı çizginin arkasında yatan mantığı gerçekten anlamıyorum. Neredeyse 100.000 kişi öldürülmüşken, nasıl biri kimyasal silah kullanımını kırmızı çizgi olarak belirler, bu çok ilginç. Bunu anlamak çok zor... Bence Amerika bu konuda daha çoğunu yapabilir ve yapmalıdır.”
“Beşar Esad'ın görevi bırakma ve Suriye'ye tekrar barış gelme vakti gelmiştir... Barack Obama yönetiminin, diğer ülkelerle beraber Suriye devrimi ve muhalif güçleri Ulusal Koalisyonunu tanımasını barış ve istikrar getirmeye yönelik bir çabadır. Senelerdir, özel toplantılarda Esad'a ülkesinin vatansever güçlerine güvenmesi ve reform yapmasının gerekliliği konusunda sürekli telkinlerde bulundum. O ise anlamlı bir siyasi reform uygulamayı tercih etmedi. 2011 Mart'ında demokrasi yanlısı gösteriler başladığında gerçek bir siyasi reform için bu gösterileri bir fırsat olarak kullanmak yerine kendi halkına devletin düşmanları gibi davrandı ve tanklarını göstericileri ezmeye gönderdi... Hükümet sponsorluğundaki şiddetin artması ve mezhepsel şiddet hayaletinin ortaya çıkmasıyla, Esad Suriye halkının geleceğini tehlikeye atmaktadır. Suriye devrimci ve muhalif güçleri koalisyonunun lideri bana muhalefetin mezhep temelli olmadığını temin etmiştir... En büyük sorumluluk Esad'ın omuzlarındadır. Hükümet muhalif güçler üzerinde hüküm kuramamaktadır. Esad şiddete son vermeli, halkının çıkarlarını ve hayatın kutsallığını kendi rejiminin varoluşu için verdiği mücadeleden önce tutmalıdır. Bir ulus felaketin eşiğine geldiğinde, halkı için fedakârlık yapmak bir liderin görevidir. Suriye için fedakârlık zamanı gelmiştir. Suriye'deki gaddarlık sadece Suriyelileri etkilememektedir, ülkedeki şiddet ve istikrarsızlık hâlihazırda yönetilemeyecek sayıda mülteci ile dolan komşu ülkelere de sirayet edebilir... Esad bir an önce görevini bırakmalı ve barışçı bir siyasi geçişe izin vermelidir. Bu Suriye'deki şiddetin sonunu görmemiz için olan tek yoldur.”
Bu ifadeler Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a ait değil, CHP ve MHP'nin ortak Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu'na ait.
İhsanoğlu'nun dış politika karnesine ve bundan önceki söylemlerine baktığımız zaman ümmet temelli bir politika görüyoruz. Bu CHP ve MHP tabanını şoke edebilir ancak durum tam olarak böyle. İhsanoğlu'nun dış politika karnesinde hakim olan duruş, Müslüman ülkelerin iş birliği yapması gerektiğini vurgulayan, Suriye'de ve Filistin meselesinde keskin bir tavır alan pozisyon. Libya'da uçuşa yasak bölge ilan edilmesini destekleyen bir duruş. İsviçre'yi minare yasağı nedeniyle eleştiren, Avrupa'daki birkaç ülkede uygulanan burka yasağının anti-Avrupalı bir karar olduğunu vurgulayan bir pozisyon.
Hatta ve hatta, Türkiye'de kendisinin ne kadar Batılı olduğunu göstermeyi misyon biçmiş gazetecileri şaşırtacak görüşleri de var İhsanoğlu'nun. 2010 yılında Batı ülkelerinin İslam'a dönüşü engellemek amacıyla İslamofobiyi yaydığını iddia eden İhsanoğlu, bu kumpaslara karşı Müslüman ülkelerin ortak hareket etmesi gerektiğini söylüyor.
Görüldüğü üzere, İhsanoğlu'nun dış politika karnesinde AK Parti ile tahmin edileceğinden çok daha fazla benzerlik var. Bir istisna dışında...
O istisna malumunuz üzerine Mısır darbesinde İhsanoğlu'nun aldığı tavır. İhsanoğlu darbe sonrasında sessiz kaldığı gerekçesiyle epey tepkinin hedefi olmuştu.
Burada tüm bu yazıyı anlamsız kılacak bir faktör devreye giriyor. Zira İhsanoğlu, CNN Türk kanalında konuk olduğu Taha Akyol'un programında darbeyi onaylamadığını ancak genel sekreteri olduğu örgüte bağlı ülkelerin bu konuda ortak bir itirazı olmadığı için tepkisini o dönem net şekilde koyamadığını söylüyor.
Bu durumda elbette şu soru yerindedir: Bugüne kadar İhsanoğlu'nun dış politika karnesi olarak değerlendirilebilecek görüşler veya hamlelerin ne kadarı kendi kişisel görüşüdür veya çabasıdır, ne kadarı ise bağlı bulunduğu kurumun tavrıdır?
Bu sorunun cevabını İhsanoğlu'nun kampanya sürecinde yaptığı açıklamalar ile göreceğiz. Mısır darbesi konusunda bir sene sonra gelen ifade değişikliği ile bir husus daha İhsanoğlu'nun kamuoyunu bu anlamda şaşırtabileceğini gösteriyor.
İhsanoğlu aynı programda Türkiye'nin İsrail-Filistin ihtilafında tarafsız kalması gerektiğini söylüyor. Kendisinin bu konudaki önceki performansına baktığımızda, bu epey farklı bir tavır. Zira İhsanoğlu bundan önce Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin inandırıcılığı önündeki en büyük engelin Filistin meselesi olduğunu söylemiş. Filistinlilerin mallarına el konulmasına devam edilmesi ve illegal İsrail yerleşimlerinin devam etmesini de buna örnek olarak vermiş. İsrail işgalinin Batı Şeria ve Gazze'de meydana getirdiği dramlara dikkat çekmiş. Filistin halkının meşru talepleri olan özgürlük ve kendi bağımsız devletinde self-determinasyon halkını artık reddedilmemesi gerektiğinin altını çizmiş. Doğu Kudüs'ün bu devletin başkenti olması gerektiğini de söylemiş. Gazze'de İsrail saldırıları sonrası yaşananları kayıt altına alması için heyetler göndermiş. Amerika'yı bu konuda sert şekilde eleştirmiş. “Eğer Amerika isterse Filistin devleti kurulabilir” demiş. İsrail'i defalarca kere kınamış. Kudüs'te Osmanlı mirası Birüssebi Camii'nde düzenlemesi planlanan şarap festivaline sert tepki göstermiş. İsrail'in Müslümanları kasıtlı kışkırttığını ifade eden İhsanoğlu, bunun Filistin'deki mukaddes ve tarihî yerlere yapılan saldırıların bir parçası olduğuna dikkat çekmiş. Ve bunun durdurulması için uluslararası toplumu ve UNESCO'yu acilen göreve çağırmış. İsrail hapishanelerinde olan Filistinli mahkûmların şartlarına dikkat çekmiş. Görüştüğü her Batılı lidere İsrail konusunda politika değişikliğine gidilmeli uyarısında bulunmuş.
İsrail devletini ırkçı olmakla suçlamış. “Ümmet için Kudüs meselesi en öncelikli sorun olmalıdır” demiş.
Hangi İhsanoğlu? Bu soruyu kampanya döneminde daha sık soracağız görünen öyle ki.
Bu yazı serisini en baştan, Cumhurbaşkanlığı adaylarının önce dış politika karnesi, daha sonra seçimden önceki hafta seçim dönemi önerdikleri dış politika vizyonu incelemek üzere planlamıştım. Görünen o ki adaylardan önceki performansı ve söylemi ile seçim dönemi önerdikleri arasındaki en büyük fark olan kişi İhsanoğlu olacak.
Not: CHP Hatay Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu, bundan önceki iki yazımda kendisinin noktasına virgülüne dokunmadan aktardığım ifadeleri konusunda güya bir “tekzip” metni göndermiş. Kendisinin ifadelerini aktarmaktan başka bir şey yapmadığından, neyi tekzip ettiğini anlamak mümkün değil. Kısacası bundan önce kendisinin ileri sürdüğü sürreal ve fantastik iddiaların, Suriye rejiminin propaganda medyasında dile getirildiğini ve kendisinin bunları Türkiye gündemine taşıdığını iddia ediyor. Ben de zaten farklı bir şey söylememiştim. Kendisini Türkiye meclisinde Esad rejimi propagandası yapan bir kişi olduğunu iddia etmiştim, Ediboğlu da kendi ifadeleri ile bunu teyid etmiş. Lakin gönderdiği metinde bir siyasetçinin gazeteci bir muhatabı karşısında takınmaması gereken nezaketten uzak, üstten bakan ve anti-demokratik bir üslup var. Benim için şu ifadeleri kullanmış Ediboğlu: “Kendini Orta Doğu uzmanı sanarak, benimle ilgili ortaya attığı ve kendi kısır bilgi dağarcığını benim üzerimden yükseltmeye yönelik...”, Sözde “Ortadoğu uzmanı“ kesilen uyanık “gazeteci”, “yeni yetme" “Gazeteci” "Bayanımız”, “Taraf gazetesinden kovulmasının acısını çıkarmayı da “ihmal” etmemiş”, “Şark kurnazı tavır”, “masa Kenar’ından gazetecik yapanlar”, “yeni yetme uzman gazeteciler."
Ediboğlu'na nezaket ve ahlak dersi verecek değilim, zira görünen o ki bu konuda epey geç kalınmış ve kendisi cidden ümitsiz bir vaka. Aynı zamanda kendisine Türkçe ve imla dersi verecek de değilim, oysa ki bunu birinin ivedilikle yapması lazım zira hem Türkçe yazımında hem de okuduğunu anlama kapasitesinde epey sorun var. Ancak bir siyasetçinin kendisinin beyanlarını aynen yayınlayan bir gazeteciye karşı kullandığı bu dil, Türkiye'deki muhalefetin basın özgürlüğüne bakışını sarih bir şekilde ortaya koymaktadır. İktidar partisine mensup herhangi bir siyasetçi kendisini eleştiren bir gazeteciye karşı bu dili kullansa, Türkiye'de ortalık ayağa kalkardı. Bu çifte standardı not edelim ve CHP'li milletvekiline şu soruyu soralım: Bu ülkede muhatabınız olan bir gazeteci olarak eli kanlı katil Esad'a gösterdiğiniz saygının en azından yüzde birini beklemek hakkımız değil mi?
TÜRKİYE
YAZIYA YORUM KAT