Cumhur cumhuriyetin neresinde?
D. Mehmet Doğan, Cumhuriyet hakkında öne sürülen tartışmalı konuların hala halledilemediğini ifade ediyor.
D. Mehmet Doğan / TYB
İstiklâl Mahkemesi cumhuriyeti!
Şu sıralar Cumhuriyetin faziletleri saya saya bitirilemiyor. Bu işi son zamanlarda büyük ticarî firmalar yapıyor. Kendi reklamlarını cumhuriyet üzerinden yapıyorlar. Halk hakimiyeti, hürriyet, eşitlik, seçim, eğitim, iktisadî gelişme, kadın hakları vs. Bu sloganların gerçekle irtibatı ne ölçüde, onun üzerinde duran olmuyor. Biz bu övünme cumhuriyetini değil, gerçek cumhuriyeti bilmek zorundayız. Cumhuriyetin ilk yıllarında cumhuriyetle birlikte adı çok zikredilen bir “kurum” kimsenin aklına gelmiyor: İstiklâl mahkemeleri!
Cumhuriyet’in ilan ediliş tarzı, kuruluştaki diktatörlüğü besleyen otoriter-totaliter yapısı, halk iradesinin tecellisine imkân vermeyen idare şekli hakkında günümüz vatandaşı bilgi sahibi değildir. Her kademede inkılâp tarihi öğretiminden geçirilen ve devlet yalanları ile kafaları doldurulan nesiller, hakikat arayışından uzaktır. Cumhuriyetin halkın talepleri doğrultusunda, Meclis tarafından oybirliği ile ilan edildiği ve ortalığın şenlik yerine döndüğü sanılmaktadır.
Kuruluş safhasında Cumhuriyet’in oldu bitti şeklinde ilânı dönemin siyasilerinin, gazetecilerinin, aydınlarının tepkilerine yol açmıştır. Millî Mücadele’nin esas kadrosunda bulunan isimler, başta Rauf (Orbay) Bey, Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa…olmak üzere cumhuriyetin ilanını basın yoluyla öğrenmişlerdir. İki ay öncesine kadar başvekil olan Rauf Bey, kendisinin de cumhuriyet taraftarı olduğunu, fakat millet hâkimiyetine dayanmayan bir idarenin ortaya çıktığını söylemektedir: "Her cumhuriyet kayıtsız şartsız millet hakimiyeti değildir, fakat kayıtsız şartsız millet hakimiyeti her zaman cumhuriyettir”.
İstanbul basını da Cumhuriyet’in ilan ediliş tarzını tenkit etmiştir. Meclis'in devre dışı kaldığı ve talimatları yerine getiren bir kurum haline sokulduğu öne sürülmüştür. Dönemin ünlü gazetecilerinden İttihatçı-liberal Hüseyin Cahit (Yalçın) cumhuriyetin ilanından iki gün sonra yayınlanan yazısında, cumhuriyetin kendiliğinden olağanüstü bir sonuç doğurmayacağını, yaşamasının da ancak doğru bir idareyle mümkün olacağını belirtir. Esas olan zihniyet değişikliğidir; Cumhuriyetle birlikte yöneticilerin düşünceleri de değişmeli ve devletin işleyişi hızlandırılmalıdır. Millî Mücadele'nin kazanılması ile birlikte zaten millet fiilen Cumhuriyeti kurmuştur, önemli olan kurum ve kuruluşları ile Cumhuriyeti tam olarak tesis etmek ve ülkeyi kalkındırmaktır. Cumhuriyet taraftarlığını tekrarlayan Hüseyin Cahit, diktatörlük korkusunu ifade eder ve cumhuriyetin putlaştırılması halinde meselelerin kendiliğinden çözülmesinin mümkün olamayacağını belirtir.
Velid Ebüzziya, Ahmet Emin (Yalman) gibi gazetecilerin tenkitleri de eklenince, Ankara yönetimi İstanbul basınını yola getirmek için sansürün tekrar uygulanacağı haberini yayar. Matbuat Umum Müdürü Zekeriya Sertel Anadolu Ajansı aracılığı ile haberin doğru olmadığını, hükûmetin matbuat hürriyetine müdahale etmeyeceğini açıklar. Ertesi gün Dahiliye Vekili Ferit (Tek) Bey Zekeriya Bey’i uyarır, Sertel de basın hürriyetine saygı göstermeyen bir hükümetle çalışmayacağını belirtir, bunun üzerine görevden uzaklaştırılır.
Bu arada İngilizlerin siyasî operasyonlarda kullandığı iki Hindistanlı Ağa Han ve Emir Ali Cumhuriyet’ten sonra Hilafetin mevkii hususunda başbakana bir mektup yazarlar. Her nasılsa mektup, başbakandan önce basına ulaşır ve bu konu da basının gündemine girer. Bu havada muhalefeti susturmak için İstiklâl Mahkemesi kurularak gazeteciler vatana ihanetten yargılanır. Cebelibereket (Osmaniye) Mebusu İhsan (Topçu İhsan) Bey reis, Konya Mebusu Cevat Bey, Hakkari Mebusu Âsaf Bey, Kütahya Mebusu Cevdet Bey üye ve Saruhan Mebusu Vasıf Bey savcı tayin edilir. Tanin başyazarı Hüseyin Cahit ile sorumlu müdür Baha Bey, İkdam'dan başyazar Ahmet Cevdet ile sorumlu müdür Ömer İzzettin, Tevhidi Efkâr'dan başyazar Velid Bey ile sorumlu müdür Hayri Muhittin Bey ile İstanbul Barosu Başkanı Lütfi Fikri gözaltına alınır. Mahkeme, basın ve aydın kamuoyu üzerinde uyandırdığı korku ile yetinir ve mahkeme edilenleri cezalandırmaz.
Böylece İstiklal Mahkemesi cumhuriyetin ilanı ile bir vakıa olarak zihinlere kazınır.
Cumhur cumhuriyetin neresinde?
Cumhuriyetin ilan ediliş tarzının ve ortaya çıkan yapının eleştirilmesi karşısında İstiklâl Mahkemesinin devreye sokulması sağlıklı ve halka dayanan bir yönetim beklentisini tamamen boşa çıkarır.
İlk dönem cumhuriyet yönetimi, Millî Mücadele’nin Kuva-yı Milliye ruhunu ayakta tutarak milletle birlikte büyük hamlelere girişmektense, Türkiye’yi batıyı memnun edecek devrimler girdabına soktu. Tek parti diktası altında bütün hürriyetler, en başta din hürriyeti çiğnendi. Bu muhteva bütün tek parti yönetimi boyunca sürdürüldü. Cumhurun cumhuriyetle buluşması ancak 1950’de mümkün olabilecektir.
Günümüzde cumhuriyet bayramı kutlamaları ile ilgili haber, bilgi ve reklam metinlerinin muhtevaları, “cumhuriyet” kavramının içinin ne ölçüde boşaltıldığının en açık göstergeleridir. Cumhuriyet olsun da ne olursa olsun! Hüseyin Cahid “cumhuriyete put gibi tapmam” demişti. Cumhuriyet resmen putlaştırıldı. En ufak eleştiriler bile “cumhuriyet düşmanlığı” ile damgalandı.
Cumhuriyet’in 1950’ye kadar herhangi bir mutlakî monarşiden farkı yoktur. Farkı şu olabilir: Seçim ve Meclis. Seçim, aşağıdan yukarıya doğru değil, yukarıdan aşağı yapılmaktadır. Cumhurbaşkanı parti başkanı (başbakan) ve genel sekreterin hazırladığı seçilecekler listesini gözden geçirmekte ve esas belirleyici olarak sonucu tayin etmektedir. Meclis, onun seçtiği vekillerle doldurulmakta, bu Meclis kendisini seçen cumhurbaşkanını seçerek devir tamamlanmaktadır.
Böyle bir rejim İstiklâl Mahkemesiz sürdürülebilir mi? Nitekim sürdürülememiş, 1927’ye kadar bu “mahkeme” eliyle bir hayli masum vatandaş siyaseten ağır cezalara çarptırılmış, birçoğu da idam edilmiştir. 1927’den sonra İstiklâl Mahkemesi kötü şöhretinden ötürü kapatılmış, adli sistem ideolojik baskı ile istiklâl mahkemelerinin yapacaklarını yapar hale gelmiştir.
HABERE YORUM KAT