Cübbeli nereye koşuyor?
Kuveytli alim Osman El Hamis’in Sakarya’da bir camide namaz kıldırıp vaaz vermesine tepki gösteren Cübbeli Ahmet Hoca: "Sayın Ümit Özdağ'ın, geçtiğimiz günlerde Sakarya'daki Tozlu Câmii'nde konuşma yapan Vehhâbî Selefî Dâvetçi Osmân el-Hamîs hakkında yaptığı açıklamaya dâir bir te'yîd (doğrulama) bir de tashîh (düzeltme) yapıyorum: Diyânet’i uyarıyoruz. hangi ırktan ve milletten olursa olsun eğer câmiilerde bu adamlara konuşma izni verirseniz selefîliğe vehhabîliğe hizmet edip iç savaşı körüklemiş olacaksınız. Diyânet en kısa zamanda kendine gelmeli, bünyesindeki sapık i’tikâdlı vehhâbî zihniyetli adamları da tespit edip ihrâc etmeli ve câmiileri de mutlakâ kontrol altına almalıdır”
Hatırlayınız, iki sene önce katıldığı bir televizyon programında Türkiye’de iki bin selefi dernek olduğunu ve bunların silahlandığını iddia ederek aynı şekilde sansasyonel bir gündem oluşturmuştu.
Katıldığı programlardaki yavan ve komik üslubu, ciddiyetten ve vakardan yoksun duruşu kimseyi yanıltmasın. Ayrıca, Cübbeli’nin bu çıkışlarını kadim İslam tarihi boyunca rekabet halinde olan Selefilik – Tasavvuf çekişmesine bağlamak da yanıltıcı olur. Bu sığlığın altında son derece planlı, programlı ve ne yaptığını çok iyi bilen bir zeka vardır. Bu zekanın izlerine onu sürekli gündemde tutarak parlatan ama aslında din ve maneviyatla araları hiç de iyi olmayan seküler medya mahfillerinden başlanarak ulaşılabilir. 28 Şubat Sürecinde Zekeriya Beyaz, Yaşar Nuri Öztürk vb. figürleri “dini meselelerde görüşlerine başvurulacak uzman kişiler” olarak ekranlarına çıkaranların aslında gerçek niyet ve hesaplarının ne olduğuna hep birlikte tanıklık ettik. Yaşanan bu tecrübelerden hareketle Cübbeli ve benzerleri üzerinden aslında neyin yapılmak istendiğine dair belli oranda kanaatlerimiz, öngörülerimiz ve tecrübelerimiz mevcuttur.
Cübbeli’nin; yabancı düşmanlığı ve ırkçı/faşist söylemleriyle kamuoyunun tepkisini çeken Ümit Özdağ’a selam durarak bu çıkışı yapması ayrıca altı çizilmesi gereken bir husustur. Türkiye’nin huzuru, barışı ve istikrarı retoriği ile bezenmiş ama aslında kin ve nefret tohumları eken, kaos üreten, toplumsal huzuru bozan; ırkçılık ve yabancı düşmanlığı üzerine kurulu politikalarla paralel bir yaklaşım içerisinde farklı dini yorumlara karşı provakatif bir tutum içerisinde olması; klinik bir vakayla değil, kriminal bir olayla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Cübbeli konuşmalarında efendi hazretlerinin ölmediğine delil olarak "Allah yolunda öldürülenlere 'ölüler' demeyin. Bilâkis onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” Ayetini delil getirdikten sonra: “Ali haydar efendi: ben öldükten sonra kabrimin başını bırakmayın sizi ordan da okutacağım. Mahmut efendi hazretleri mezara iki yıl boyunca kar kış yayan gitti. Bizi okutuyordu, dedi. Bilgi olarak alması gereken her şeyi aldı. Şimdi Mahmut efendi hazretleri sahip olduğu ilimleri vefatından sonra bize aktaracak. Eb’ul Hasan-il Harakani vefatından 150 sene sonra icazetini Beyazıt Bestami’nin kabrinden aldı.”
İsmailağa Cemaatinin şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu henüz hayattayken onun ismini kullanarak ondan daha popüler olmayı başaran Cübbeli’nin şeyhin vefatından sonra bu isim gölgesinde daha neler yapabileceğini kestirmek zor değil. Nitekim Mahmut Ustaosmanoğlu’nun yeğeni Saadettin Ustaosmanoğlu Cübbeli’nin bu niyetini anlamış olacak ki; şeyhliğini ilan etmesi durumunda Cübbeli’nin Endonezya’dan Lübnan’a uzanan tüm kirli çamaşırlarını ifşa etmekle tehdit ederek ellerinde kaset bulunduğunu iddia etti.
Kirli çamaşırlar, gizli kasetler, şantajlar, kumpaslar ayrı bir yazının ve belki de ayrı bir ilmi disiplinin konusu ama Adnan Hoca ve Fethullah Gülen gibilerinin dini bir kisve altında bulaştıkları bu tarz gayrı İslami ve gayrı ahlaki karanlık ve kirli işlerin dine ve dindarlara yönelik oluşturduğu güven bunalımı hepimizin malumu.
İslama ve Müslümanlara yönelik oluşan bu kötü imaj; dini bir kisve altında dünyevi çıkar elde etmek isteyen, işi yanmaz kefen ve yanmaz terlik satmaya kadar vardıran muhteris tipler için hiç de problem olmayabilir. Ancak, ömürlerini sahih bir dini anlayışın yaygınlaşmasına adayan ve hangi isim altında olursa olsun dini bir kimlikle yapılan olumlu olumsuz tüm etkinliklerin bir şekilde İslama ve Müslümanlara fatura edileceğinin farkında olanlar açısından iki boyutlu bir sıkıntı söz konusudur: Çarpık dini anlayışları hedefe koyarak var olan sınırlı imkan ve enerjimizi bu yönde harcamak ayrı bir dert, görmezden gelerek ihmal etmek ayrı bir dert.
Allah yardımcımız olsun.
YAZIYA YORUM KAT