Çözüm nerede?
Temelde materyalizme dayalı, dolayısıyla çoklukta birliği göremeyen modern düşüncenin en belirgin özelliği, hayatı da, insanı da, varlığı da parça parça ele almasıdır.
Bundandır ki, hayat da, insan da, kâinat da bütün birer "organizma" olduğu halde, meselâ tıpta sürekli âdeta birbirinden bağımsız uzmanlıklar türemekte ve modern sosyoloji psikolojiden kopuk bulunmaktadır. Modern psikoloji ise, her biri pek çok iç mekanizmalardan müteşekkil beden-nefis, ruh ve zihinden oluşan ve irade ile serfiraz bulunan insanı sadece bir "psiş", yani maddî-kimyevî işlemler ve oluşumlardan kaynaklandığı ileri sürülen arzular, ihtiyaçlar, duygular ve akl-ı meaştan ibaret otomat bir varlık gibi ele almaktadır. Bugün Türkiye'nin meseleleri, bu meselelerin en âcillerinden gibi görünen "Kürt meselesi" üzerinde düşünen aydınlar da, iktidar(lar) da aynı şekilde davranmakta ve bu meseleyi, dahilî ve haricî boyutlarıyla temelde bir Türkiye meselesi olduğu halde diğer meselelerimizden ayrı mütalâa etme, bütün yanlarıyla insan unsurunu hesaba katmadan tek yönlü ele alma yanlışına düşmektedirler.
"Kürt meselesi", Türkiye Cumhuriyeti'nin, Osmanlı Devleti dönemlerinden de devralınan problemlerinin toptan bir tezahürü gibidir. Nasıl Filistin ve Kudüs meselesinin kökten çözümü Kâbe'nin manâsını bütünüyle bulmasına, yani İslâm dünyasının bütün meselelerinin çözümüne bağlı ise ve bir Ömer veya Selâhaddin-i Eyyubi istiyorsa, aynı şekilde "Kürt meselesi" de Türkiye'nin, hattâ en azından bölgemizin meselelerinin çözümü ve çözüm süreciyle bir arada ele alınmadıkça, atılan bütün iyi niyetli adımlar istenen neticeye ulaşamayacaktır. Ama, "Bir şey tamamen elde edilemezse, tamamen de terk edilmez" kaidesine binaen âcilen yapılabileceklerin başında onu, Ahmet Selim Bey'in dün üzerinde durduğu gibi, basit bir kimlik meselesi olarak görmemek, Kürtlerin Kürtlüğünü kabul etmenin gelmediğini bilmek gelmektedir. Aksi takdirde, Türkiye'nin her tarafında Türk-Kürt ayırım ve gerilimleri yaşanmaya başlayacak, Kürtlere bugüne kadar yapılan zulümler sürekli gündemde tutularak, geçmişte işlenmiş her bir vahşî zulmün yıldönümlerinde sürekli gerginlikler yaşanacak, artık ifade etmeye başlandığı üzere, Öcalan sürece dahil edilerek 25 yıllık terör âdeta meşrulaştırılacaktır. Ayrıca, birkaç gün önce gazetemizde Abdülhamid Bilici'nin dikkat çektiği gibi, Irak'ta bilhassa ABD'nin çekilmeye başlamasıyla birlikte âdeta kaçınılmaz gibi görünen Kürt-Arap çatışması, Kürtlük temelinde Güneydoğu'muzu, hattâ Türklük-Kürtlük temelinde bütün Türkiye'yi ateşin içine dahil edecektir.
"Kürt meselesi"nin, en azından "Bir şey tamamen elde edilemezse, tamamen de terk edilmez" kaidesi çerçevesinde âcil çözüm süreci, her şeyden önce çok ciddî bir eğitim hamlesi ve siyasî reform gerektirmektedir. Yeni bir anayasa ile ülkede tam demokratikleşme sağlanmalı, bilhassa Silahlı Kuvvetler gerçek bir demokratik yapı içinde sahip olması gereken yere çekilmeli ve gizli iktidar güçleri tamamen tasfiye edilmelidir. Bu da, en azından ve bir açıdan Ergenekon davasının, tetikçilerden gerçek karar verici ve yönlendiricilere, asıl merkezlere doğru inilerek sağlıklı bir şekilde devam etmesini gerektirmektedir. CHP ve MHP, meselenin çözümüne gerçekten taraftarlar ise, konuya önce "Biz Güneydoğu'da neden yokuz?" sorusuna cevap arayarak başlamalı, Güneydoğu'da var olabildikleri ölçüde konuya taraf olabilme hakkını kullanabileceklerini dikkate almalıdırlar. Ayrıca, "Kürt meselesi"nin "âcil" çözümüne en önemli katkılardan biri DTP'den geleceği gibi, en son Ahmet Türk ve bilhassa Emine Ayna'nın sözlerinden taşan PKK'yı ve Öcalan'ı sürece dahil etme düşünce ve planlarında da ortaya çıktığı üzere, çözümü en fazla baltalama potansiyeline sahip kuruluşlardan biri de yine DTP'dir. Ayrıca, bölgede etkili kanaat önderlerinden de azami istifade edilmelidir.
Bunlar, âcil çözüm adına elbette önemlidir; fakat yapılması gereken daha önemli şeyleri inşallah haftaya tartışalım.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT