Çöz Zünnarını, ey başkasının sesi…
Darbeciliğe Karşı Çözüm Liberalizm midir?
Bugünü anlamamız ve anlamlandırmamız için tarihi arka planı ve tarihsel sürekliliği mutlaka bilmemiz ve bu bütünsellikte olayları okumamız gerekmektedir. “Ne oldu?” Sorusunun cevabı “ne oluyor?” ve “Ne olabilir?” Sorularının cevaplarının zeminidir çünkü…
80’li yıllarda partisel mücadelenin kesinlikle gayri-islami olduğunu savunan İslamcı kesimler kitleselleşme-devletleşme hedeflerini gerçekleştiremediler. Bırakın kitleselleşmeyi kendi aralarında bile marksist küçük örgütçüklerin bölündükleri gibi bölünmüşler halkla ilişkileri yok denecek kadar az bir seviyeye düşmüştü. Bunun sebepleri çoktu, bazıları “komşuda pişer bize de düşer” misali devrimciliğe bazıları ise tepeden inmeci yeşil bir kemalizm düşlemeye halktan ayrı-kopuk yepyeni bir kapalı-toplum üretmeye çalışıyorlardı.
Bu süreçte bu bakış ve uygulamaların sünnetullaha aykırılığından dolayı gerçekleşememesi sonucunda “halka inelim” “kitleselleşelim” söylemleri dillendirilmeye başlanmıştı ki Milli Görüş hareketinin bilinç düzeyinde değil oy düzeyindeki kitleselleşmesi ile bir kapı bulmuş oldular. Devlete ve kitleye odaklanan bu tarz İslamcılar halka inecek, devrimin yolunu bu kalabalıkları etkileyerek yapacaklardı. RP belediyeleri kazanmış hormonlu bir şeriat özlemi kitleselleşmişti. 6 milyon seçmenle işte partisel mücadelenin zaferi dedirtecek bir slogandı artık “Başbakan Erbakan!” İşte belediye zaferiyle “Hakimiyet Allahındır!” sloganıyla “Demokrasi Şirktir” diyenler ufak ufak “Demokrasi tabi ki gayriislamidir ama araç olarak amaç için kullanılabilir” demeye başladılar. Burda dursalar iyi. Demokrasiyi araç olmaktan ziyade bir hayat tarzı, yaşam felsefesi, egemenlik tasavvuru olarak yeterince analiz etmemenin sonucu olarak “aracın kullanılmadığı aksine aracın kullandığı” nesneler durumuna düştüler.
Hakimiyet kavramı üzerine İslam’ın devlet anlayışı üzerine ciddi fikri çabalar gerekiyor. Bunlar yapılmadan sadece Maide 44 ayetinin sloganlaştırılması, “sanal bir İslam devletinin” idealize edilmesi ya da daha başka bir İfadeyle kendi yaşadığımız coğrafyaya özgü ama evrensel Tevhidi uyanışın ilkeleri üzerine yükselecek bir içtihad/fıkıh üretilemedi. Bunun sonucu olarak dün Demokrasiyi analiz etmeden, anlamadan, hakkını batılını ayırt etmeden mahkum edenler ertesi gün Demokrasi aracı tarafından şekillendirilmeye, demokratlaştırılmaya başlandı.
RP’nin yükseliş sürecinde yaşanan bu kırılma RP’nin FP çizgisine evrilmesinden sonra da devam etti. Halka inecek olanlar halklaştı halkın bilinçisizliğine teslim oldu böylece popülist bir muhafazakarlaşma yaşanmaya başladı. AKP devri bu popülist muhafazakarlaşmayı liberalleşme ve kapitalistleşme ile zirveye taşıdı. Artık İslam devleti nasıl olmalı? Sorusu yerini İslam devletinin olmadığı, dinin bireysel bir ahlaki tercih olduğu söylemine terketti. Kitleselleşip İslam’ı hakim kılmaya yola çıkanlar yıolun ortasında kitlenin içinde kalabalıklara karıştılar. Demokrasi’nin hakimiyet tasavvuruna teslim olarak (muslim) Liberal-Hümanist yaşam ölçütlerini-kavramlarını kıstas alır oldular. “Sen onların Dinine girmedikçe onlar senden razı olmazlar” ayeti bu bağlam aslında sosyolojik bir yasayı ifade ediyor. Din Kur’an bütünlüğünde okunduğunda yaşam felsefesi-dünya görüşü ve yaşam tarzı yani kişinin tasavvuru-yapıp ettikleri anlamına geliyor. Dolayısyla hangi yaşam kriterlerine bağlıysak ve o kriterlere göre bir yaşam tarzına sahipsek o dindenizdir. Şayet hayata bizden farklı ölçülerle bakan bir topluluk var ise o topluluk doğal olarak kendileri gibi ölçütlerle hayata bakmamızı ve onlar gibi yaşamamızı isteyeceklerdir. Onlarla aynı şekilde hayata bakmadıkça ve yaşamadıkça biz her zaman “öteki” olacağız. Bir başkasının “ötekisi” olmadıkça da zaten “biz” olarak var olamayız. Toparlarsak bazı konularda ortak tavır aldığımız ama Allah’a teslim olmayan hümanist-insan merkezli batılı yaşam tarzlarından biriyle beraberliğimiz biz-onlar şeklinde anlamlı olabilir. Şayet Liberallerle aynileştiysek yani hayata liberal gözlükle bakıyorsak o halde onların hayat tarzına girmişiz demektir.
Tüm bunları neden anlatıyorum? Bugün sokaklarda bir afiş gördüm. Şöyle yazıyordu: “Türkiye Cumhuriyeti Demokratik, Laik sosyal bir hukuk devletidir: Ne fazla Ne Eksik!” başka bir afişte de şöyle yazıyordu: “Hakimiyet kayıtsız şartsız Milletin!” bu afişleri şehrin her yerine asanlar ve altına imza atanlar Müslüman olduklarını dilleriyle ifade eden insanların kurdukları kuruluşlardı. Bir zamanlar “Hakimiyet kayıtsız şartsız Allahındır!” “Allah’ın İndirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir!”sloganlarını afişler yapıp duvaralara asan kuruluşların afişleriydi çünkü bunlar…
İkincisi ise Kur’an’da lanetlenen, Rabbimizin helak ettiği bir sapkınlığın meşru kılınmasıydı. Eşcinsel örgütlerle ortak, kol kola Demokrasi için darbe karşıtlığı yapmak, Eşcinsellerle beraber Demokratik tepki olarak darbecilere karşı eylem yapmak… Oysa kendi anlam dünyasıyla barışık, kendi olabilmiş bir hareketin üreteceği kuşatmışlığa o kadar çok ihtiyaç vardı ki… Kendi fıkıhını üretemeden başka bir dinin/yaşam tarzının takkesini takmak başka bir dinin zünnarını bağlamak üzerinde konuşulması gereken bir süreç…
YAZIYA YORUM KAT