Çorbadaki kıl
Susurluk sürecinde 'bir dakika karanlık' eyleminin yolundan saptırılması, askerî lojmanların da eyleme katılmalarıyla olmuştu.
O dönem bazı arkadaşlarımız bunu olumlu yorumlamışlar, ama ardından tüm sürecin bizzat bu katılım sayesinde iğdiş edilmesine tanık olmuşlardı. Çünkü askerlere karşı çıkılmayınca, protestonun anlamı değişmiş, olay bir laiklik gösterisi haline gelmişti. Kıssadan hisse şudur: Bir siyasi eylemin sahiplenmemesi gerekenlerce sahiplenilmesi o eylemi sulandırır ve yolundan çıkartır. Bugün de Nedim Şener ve Ahmet Şık'a yönelik destek, sahiplenmemesi gerekenlerce sahipleniliyor ve bu iki gazetecinin destekçileri olayı izlemekle yetiniyor. Çünkü birçoğu, post Ergenekon sürecin ikincil hedefini paylaşıyorlar. Yani AKP iktidarının gitmesini istiyorlar ve gitmeyeceğini gördükçe de ahlakî zeminin altlarından kaymasına izin veriyorlar.
Sorulduğunda AKP'ye de, Ergenekonculara da karşılar... Ama somut durumlarda gösterdikleri refleksler, giderek bu yapay dengeyi tutturamadıklarını gösteriyor. Son gazeteci tutuklamalarında bütün argüman bu iki kişinin iyi gazeteciler olduğu ve geçmişte Ergenekon ağını deşifre eden yayınlar yaptıkları. Ne var ki iyi gazeteci 'olmakla' gazetecilik 'yapmak' aynı şeyler değil... Bu kişilerin iyi gazeteci olmaları, son bağlantılarının uzantısı olarak ürettikleri metinlerin 'gazetecilik' faaliyeti sayılmalarını garanti etmiyor. Ayrıca geçmişte sergilenen belirli bir siyasi tutumun bugün değişmediğinin de bir garantisi yok. Bunun nedeni söz konusu tutumun kişisel siyasi duruşu aşarak bir 'siyasete' hizmet etme ihtimali. Şener ve Şık normal habercilik faaliyetinin dışına çıkan bir bilgi ve belge derlemesine dayanarak kitaplar yazdılar ve yazmaktalar. Kullandıkları bilgi devletin içindeki çatışma halindeki grupların birinden gelmekte. Bu durumda kitapların 'asıl' yazarı kim, diye sormak doğaldır. Kitabı oturup siz yazabilirsiniz, ama sizin ne yazacağınız büyük ölçüde sizi yönlendiren bilgi kaynağının tercihlerine bağlıdır ve sağlanan bilginin güvenilirliği de ayrı bir sorundur. Ayrıca bu bilgileri kullanmamakta da fazla ısrarcı olamayabilirsiniz, çünkü o zaman bilgi kaynağınız sizi beslemekten vazgeçebilir ve 'araştırmacı' gazeteci olmaktan uzaklaşabilirsiniz.
Bu gibi detayların şeffaf olmaması çorbadaki kıl gibidir. Çorbanın pis olduğunu kanıtlamaz ama midenizi bulandırır. Şener ve Şık olayında bunlar var... Ama fazlası da var... Şık'ın kitabının adı 'İmamın Ordusu' imiş. Gülen hareketi ile ilgili kitap yazmaya kalkan, bu hareketin Emniyet içindeki yapısını gerçekten analiz etmek isteyen birinin bu başlığı tercih etmesi pek inandırıcı değil. Bu başlık okuyucuyu tahrik eden, içeriğinin saldırganlığını daha ilk cümleden belli eden nitelikte. Karşımızda bir gazeteciden ziyade, ideolojik bir aktivist olduğunu ima eden bir tercih bu... Tabii her yazarın kitabına istediği adı vermesi doğaldır ama her adın bir işlevi vardır ve bu örnek meselenin salt gazetecilik olmadığını söylemekte. Şık, gözaltına alındığında da "dokunan yanıyor" demişti. Oysa Gülen hareketinin aleyhine ağır iddialarda bulunan onlarca kitap yayımlandı ve hiçbirinin yazarı 'yanmadı'. Demek ki mesele dokunmak değil, dokunurken ne yaptığınız, neyin parçası olduğunuz. Şık'ın gösterdiği bu refleks, maalesef kendi yaptığına nesnel bakmadığını, gazeteciliğin gereğinden uzaklaşmış olabileceğini akla getiriyor.
Şener'in durumu ise daha kritik. Onun da bize sunduğu çorbada kıllar var... Bir süre önce bunlardan birini yaşamıştık: Şener, Ali Bayramoğlu'nun eline yazılmaması kaydıyla geçen bir şemayı dolaylı yoldan edinmiş, bunu yayınlarken de Bayramoğlu'nun elindeki belgeyi belirli insanları koruma maksadıyla kasten yayımlamadığını söylemişti. Bunun 'doğru' gazetecilik bir yana, açıkça ahlaki zaaf içerdiğini ise herhalde düşünmemişti bile. Sonrasında bir özür de dilenmedi... Yani Şener, şu veya bu nedenle ahlaki olmayan bir tutumu, kendi gazetecilik anlayışının parçası kıldı. Şener gözaltı sırasında da tatsız bir hamle yaptı: "Hrant için, adalet için" diye bağırdı. Yani kendine yapılanları Hrant'a yapılanlarla aynı kaba soktu. Hrant'ın manevî mirasının bir rant alanı haline geldiğini biliyoruz. Ancak kendisini araştırmacı gazeteciliğe adamış birinin biraz da kendi kişiliğiyle yetinebilmesi, vakarlı bir duruş sergilemesi beklenir. Maalesef Şener de bu alanda yalpalama yaşayanlardan biri.
Sonuç olarak Şener ve Şık için öne sürülen 'iyi gazeteci' argümanı anlamsız. Bu iki kişinin son dönemdeki faaliyeti 'gazetecilik' mi, soru bu... Ve ne yazık ki bizzat kendi tutumları olayı bulanıklaştırarak, bir operasyonun parçası oldukları tezine destek veriyor.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT