Çöp Patlamasından Medeniyet İnşasına
Altı yıl önce Suriye'nin Deraa kentinde iki çocuk duvara “Sıra sende doktor" yazdı; en az yarım milyon insan öldü; 12 milyon evinden oldu. Yemen'de sadece son iki yılda ölenlerin sayısı 10 bini aştı. Arap Baharı'nın sadece ilk üç yılında ölenlerin sayısı 180 bindi. Suriye, Yemen, Mısır, Tunus, Libya, aynı rüzgarla sarsıldı, farklı acı sınavlar yaşadı. Önce Arap dünyası, ardından tüm İslam alemi yaşananlardan etkilendi. Türkiye üç milyondan fazla mülteciye kapılarını açtı. Ardından bölgedeki yıkım, Türkiye'yi de içine almaya çalıştı. Kalkışma üstüne kalkışma, terör, darbe girişimleri Türkiye'yi az rastlanır bir mücadele silsilesinin içine soktu; karşısında bulduğu en güçlü düşmansa, yıllardır içinde olduğu Batı ittifakıydı.
Böyle olunca Arap halkını suçlamak kolaylaştı; “Niye ayaklandılar? Niye Kaddafi'yi devirdiler? Niye Deraa'daki o çocuklar o duvara o yazıyı yazdı?" soruları sıradanlaştı. Aynı soruları Araplar da uzun süre kendilerine sormuştu. “Esad'ı devirelim derken Daeş geldi. Değer miydi?" ya da, “Tunus'ta Muhammed Buazizi bunca ölüm geleceğini bilse kendini yakar mıydı?" Olacakları bilseler ne yaparlardı, ne kadarı sokağa çıkardı, bilinmez. Ancak şurası gerçek; haysiyetli bir yaşam, özgür bir seçim, diktatörsüz bir ülke isteyen sıradan insanlar ayaklanırken sonrasını bilmiyordu. İnsan gibi yaşamak için sokağa çıktılar, devamı geldi. Mısır'da Mübarek devrildi; Mursi özgür seçimlerde Cumhurbaşkanı seçildi. Eğer Sisi darbe yapmasaydı, Suriye iç savaşı, Arap Baharı nasıl şekillenirdi? Libya'da Kaddafi devrildi; Hafter darbe kalkışıp ülkeyi ikiye bölmeseydi Libya iç savaşa sürüklenir miydi? Esad Suriye'de İran ve Rusya'dan yardım almasaydı, PKK'dan, Daeş'ten, hatta Batı ülkelerinden destek görmeseydi, Suriye'de kim kazanırdı? Müslüman dünyanın kendi liderlerini kendilerinin seçmesine izin verilseydi bugün tablo nasıl olurdu?
Tersinden bakarsak, Türkiye'de Gezi'de, 17-25 Aralık'ta, seçimlerde ya da 15 Temmuz'da Erdoğan'ı devirmeyi başarsalardı o tablo nasıl şekillenirdi? Mültecilerin bir sığınağı, İslam dünyasının bir umudu olur muydu? Müslümanların de facto bir lideri kalır mıydı?
Düne bakıp kestirme cümleler kurmak, “Araplar isyan etmeseydi bunlar olmazdı" demek, “Su borusu patlamasaydı sokaklar ıslanmazdı" demek kadar komik ve kolay. Yağmur yağabilirdi, nehir taşabilirdi, ama sonuç yine bu olurdu. Çünkü İslam dünyası zulme dayanmada doyma ve patlama noktasına gelmişti. Zincirleme reaksiyonu başlatan bir olay olmasa, bir başkası olacak, bunlar yaşanacaktı. Entelektüel bozuntuların beklediği saatler süren sofistike tartışmalar yaşanmasa da, gerçek ve doğal arayış, olması gereken yerde, sokakta, yani toplumda çoktan başlamıştı. Bir yerde illa ki patlak verecekti.
O Müslümanlar, İslam dünyası birbirine düşmüş, terörle ve işgallerle parçalanmış, zayıflamış olsa da, Arap Baharı 'kış'a çevrilirken, zamanında Sovyetler çökerken Rusların yaptığı gibi dayatılan 'Amerikan rüyası'nı tercih etmedi. Kendi değerlerine göre yaşamayı, ya da ölmeyi seçti. Francis Fukuyama yanıldı; liberal demokrasi ve kapitalist pazar tüm dünyanın alternatifsiz gideceği tek yol değildi; “tarihin sonu" böyle gelmeyecekti.
Samuel Huntington'ın dediği gibi ideolojik çatışmaların yerini medeniyetler çatışması aldı; finale Batı ve İslam medeniyetleri kaldı. Batı, Afganistan'da ve Irak'ta milyonlarca insanı öldürdü, ama kaybetmeye de orada başladı. Bazılarınızın güldüğünü duyuyor gibiyim; gücünün zirvesindeki Batı medeniyetinin karşısında medeniyet kimliğini bile oluşturamamış İslam dünyası mı duracak diyorsunuz. Evet, Batı gücünün zirvesinde; ancak bundan ötesi yok, o zirvenin bir tek aşağıya inişi var. Batı demografisini koruyamıyor. Nüfusu azalıyor, yaşlanıyor. Kurduğu dünya düzeni yalpalıyor, sık sık arıza çıkarıyor, finansal krizler üretiyor. İnsan hakları, adalet ve demokrasi iddiasındaki fikri altyapısından gelen lağım kokusuna dayanılmıyor. Teknoloji dediğin şeyse, bugün üç yaşında çocuğun bile erişebileceği, Batılı eğitim almamış dahi bir gencin daha önce hiç kimsenin aklına gelmemiş yeni nesil bir ürünü icat edebileceği mesafede.
Batı medeniyeti iflas ederken, İslam dünyasında ise yeniden diriliş arzusu, toplumsal arayış, demografi yükselişi ve yayılışı, Batılı sömürü düzenine karşı başkaldırı ve birikmiş bir öfke var. Ve bir hareketin başlayıp sonuca ulaşması için esas ihtiyacı olan şey, yani güçlü lider, ironiktir, Huntington'ın 90'larda 'bölünmüş ülke' olarak tarif ettiği Türkiye'den yükseliyor.
Huntington Türkiye'yi bölünmüş olarak niteliyordu, zira Türkiye'nin kökleri İslam medeniyetine dayanıyordu; ama dünün politik ve finansal eliti Batı medeniyetine öykünüyordu. Ama bugün Türkiye'nin elitleri ve toplum yüzünü aynı yöne çevirmiş durumda, hareket her yönden destekleniyor. Yani 'bölünmüş bir ülkenin medeniyet kimliğini yeniden kazanması için' gereken temel kuruldu. Dünya Müslümanları Türkiye'yi çoktan kucakladı, geriye bir tek İslam ülkelerinin elitlerinin bu gerçeği kabulü kaldı. 3-5 yıl öncesine kadar AB'ye girip Batı medeniyetinin parçası olmakla gözü boyanan Türkiye, İslam dünyasında bu kadar kısa sürede bu noktaya geldiyse gerisi de elbet gelecektir. Zira taşlar yerine oturmuştur. Tarih istikametini belirlemiş, engellere rağmen pupa yelken yol almaktadır. Çünkü insan bunu istemektedir. Milletin iradesi İslam dünyasıyla bütünleşecektir.
“Bizde o ışık yok," deyip enseyi karartanlara nereden nereye, ne kadar zamanda ve nasıl geldiğimizi hatırlatmak lazım; çok değil, 25 yıl önce Türkiye nasıldı, İstanbul nasıldı? Hiç unutamadığım bir olay, İstanbul'un göbeği, Ümraniye'de Hekimbaşı çöplüğü metan gazı birikmesi sonucu patlamış, 39 kişi ölmüştü, 12'sininse cesedi dahi bulunamamıştı. 13 yaşındaydım ve metropolünde çöp patlamasıyla onlarca insanın öldüğü bu ülke için umutlanacak hiçbir şeyim yoktu. Ama bugün o İstanbul dünya metropolleriyle yarışır hale, Türkiye herkesin gözünü korkutur vaziyette. Bunu yapan adamsa elinde o 'ışık'la önümüzde yürüyor. Geriye söylenmeyi kesip onu takip etmek kalıyor. Kaderimiz bizi bekliyor.
Yeni Şafak
YAZIYA YORUM KAT