1. YAZARLAR

  2. Bejan Matur

  3. Coğrafyanın kaderi
Bejan Matur

Bejan Matur

Yazarın Tüm Yazıları >

Coğrafyanın kaderi

19 Ağustos 2009 Çarşamba 00:09A+A-

Devlet Bahçeli'nin 'on iki kötü adam' dediği yazarlar toplantısına ben de davetliydim. Gitseydim geriye kalan 'iki iyi!' arasında olmayacağım kesindi.

Ama ne gam, on üçünü kötü olmak payesiyle, çoğu arkadaşım olan, sorunun çözümü konusunda samimi çabalarına inandığım isimlerle aynı yerde olmaktan ancak memnuniyet duyardım.

İçişleri Bakanlığı'nın ikinci yazar toplantısı önceki gün gerçekleşti. İçişleri Bakanı, Ticaret Üniversitesi'ndeki toplantıda farklı gazetelerden yazarlarla buluştu. Bakan bey çok az konuşarak, yazarları dinledi.

Sayın Atalay'ın az konuşmasında ve önündeki deftere notlar almasındaki tevazu sadece alçakgönüllü, samimi tavrından kaynaklanmıyor. Bu mütevazı tavrın gerisindeki güvenli ruh hali, hükümetin Kürt sorununu çözmekteki kararlılığından muhakkak etkileniyordur. Her halükarda dönüşü olmayan çözüm iradesine, doğru olan yapılarak geniş bir mutabakat zemini yaratılmak isteniyor. Bütün bu çalıştayları, görüşmeleri, dinlemeleri ve ziyaret turlarını böyle okumak gerekir.

Bakanın toplantı biterken son söz niyetine söylediği 'biz bu konuyu çözeceğiz' cümlesinin hangi ton ve rahatlıkta çıktığını görenler, aklın yolunu seçmekte geç kalınmaması gerektiğini de kavrayacaklardır.

Aklın yolu ne peki?

Aklın yolu, şartların Türkleri ve Kürtleri getirdiği yer. Sanıyorum o dilimize pelesenk olan kardeşlik kelimesi asıl şimdi anlamını buluyor. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren cebrin karıştığı kardeşlik, şimdi gönüllü bir beraberliğe dönüşüyor. Kürtlerle Türklerin kaderi tarihin hiçbir döneminde bu kadar kesişmemişti. Bunu sadece Türkiye Kürtlerinin değil, Irak Kürtlerinin de bu kadere dahil olmak istemesinden anlamamız gerekiyor.

Bunu Öcalan'ın son notlarından çıkan ve Sevgili Cengiz Çandar'ın 'karışık sinyaller' diye nitelediği karmaşık tezlerde de görmek mümkün. Evet, sinyaller karışık ama Öcalan dahi ayrı devletin çare olmadığını fark etmiş durumda. Öcalan'ın araya serpiştirdiği 'Demokratik Halk'tan neyi kastettiği anlaşılmaya muhtaç, yerel kuvvetlerden ne anladığı belli değil. Neticede İmralı'dan bile Kürtlerin ve Türklerin ortaklığına vurgu yapan tezler çıkıyor.

Tabii ortaklık konuşulurken konunun Musul ve Lozan'a gelmesi pek manidar. Çünkü Lozan'da çözülemeyen ve Ankara anlaşmasıyla 1926'da feragat edilen Musul vilayeti Kürtlerin bugüne kadarki zorlu tarihini belirledi. Ankara anlaşması farklı seyretseydi Kürtler haklarına bugünkü arayışları kat kat aşan bir ağırlıkta sahip olacaklardı. Bugün olan Musul'un yeniden denkleme katılmasıdır. Üstelik gönüllü ve tarihin hakkını teslim eden bir yaklaşımla. Daha da önemli olan bu öneri eski Musul vilayetinin kahir ekseriyetini oluşturan Kürtlerden geliyor. Irak Kürtleri bugün geleceklerini daha büyük bir Türk-Kürt fotoğrafının içinde görüyorlar. Bunun dışındaki yolların herkes için çıkmaz olduğunu seziyorlar.

Türkiye Kürtlerinin varlık mücadelesinin Türkiye'yi demokratikleştireceği aşikar. Bu etki sadece Kürtlerin devletle ilişkisini değil, Alevilerin, dindarların, azınlıkların devletle ilişkisini de dönüştürüyor.

Kürtlerin ve Türklerin kaderi hiç bu kadar kesişmemişti derken sadece içeriden gelen bir talebi değil, Irak'taki Kürtlerden gelen bu ortaklık teklifini kastediyorum. Irak Kürtlerinin Ortadoğu'da kapladığı kritik alan ve Türkiye ile yakınlaşma ihtiyaçları, Türkiye'nin bölgesel bir güç olmasının önünü açıyor.

Bu gerçekliği kaçıran bütün sığ senaryolar içinde yaşadığımız coğrafyanın yeni ruhu tarafından silinecektir. Coğrafyanın kaderine inanmak gerekiyor. Şu zamanda, birleşmeyi, şiddetin çözüm olmadığını söyleyen bu kader, herkes için hayat demek olacağından peşinden gitmeyi hak ediyor.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT