Cinsel Sapkınlar ve Avukatları Doğrudan Allah’ı Nefret Suçuyla Suçluyorlar!
Artık en büyük suçlamayla karşı karşıyayız. Burada bir kişi, bir kurum ya da bir siyaset hedefte değil. Doğrudan Allah hedefte. Onun kitabında aşağıladığı içgüdülere tapma eylemi nefret suçu olarak görülüyor.
Ergun Yıldırım, Yeni şafak gazetesindeki “Allah nefret suçu işliyor, Müslüman da homofobik: Eşcinsel sapıklık” başlıklı yazısı:
Avrupalıların ‘Tanrı’larını öldürme gelenekleri var. Pavlus, Akdeniz Helenist kültürden aldığı imajla bu geleneği kurmuş. Hz. İsa, Tanrı Oğul olarak öldürülmüştü, öldürülen ‘Tanrı’ydı. Bu trajedi, her zaman büyük günahtan kurtulmanın bedeli olarak devam etti. Katolik İtalya’da, istediklerini karşılamayan azizlerin ikonlarını kırbaçlayan bir ritüel var. Vaftiz geleneği, ‘Tanrı’yı öldürmenin ritüeli olarak devam eder. “Kan” ve “beden” yeniden kutsanır. Moderniteyle beraber Tanrı öldürme tutumu başka bir evreye geçti. Yaşamını elinden alan ve insanı köleleştiren kilise ‘Tanrı’sı, bu defa Nietzsche tarafından öldürüldü. Nietzsche, bir Tanrı öldürendir. Onun felsefesinde Hristiyanlık da Deccal’dır, onun ‘Tanrı’sı da. Engizisyona dönen, dogmatizmle birleşen ve insana yaşama imkanı bırakmayan ‘Tanrı’ya saldırır. Yaşamak için, özgür olmak için, kölelikten kurtulmak için ‘Tanrı’nın ölmesi gerekir. Şimdi post-modern zamanlarda başka bir Tanrı öldürme ritüeli yükseliyor. Onu nefret suçlusu olarak ilan etmek! İnsan arzularını en sona, en olmayacak sınıra, en trajik biçime götüren zihniyet… ‘Tanrı’yı bunun karşısında engel görüyor. Nietzsche’nin diyonsosçu tapınma ritüellerindeki kaos, karanlık, sınırsızlık ve çılgın coşkunluğu yaşamak istiyorlar. Tanrı bir nefret suçuna dönüşüyor. Çünkü bunlara günah diye bakıyor. Bunları yapmayın diyor, bunları hoş görmüyor. Tanrı, engeldir. Nietzsche “İçgüdüler ve kudretinle yaşa” diyor, Freud da libido diye çığlık atıyor. Özgürlük, ahlak meselesi olmaktan çıkarak içgüdü ve libido meselesine dönüyor. Özgürlük, bir akıl ve kalp meselesi olmaktan çıkarak bir cinsellik meselesine bürünüyor. Kaotik ve gnostik sapkın ritüeller bu defa cinsellikle icra ediliyor.
İçgüdülerine sonuna kadar özgürlük diye bağıranlar, bu defa Türkiye’de ses verdiler. Doğrudan Allah’ı nefret suçuyla suçluyorlar. Artık en büyük suçlamayla karşı karşıyayız. Burada bir kişi, bir kurum ya da bir siyaset hedefte değil. Doğrudan Allah hedefte. Onun kitabında aşağıladığı içgüdülere tapma eylemi nefret suçu olarak görülüyor. ‘Tanrı’larını öldüren kültürün taklitçileri, şimdi Allah’a iftirada bulunuyorlar. Henüz daha işin başındalar. Doğrudan Allah’a nefretlerini kusamıyorlar. Ama işin aslı budur. Ayetleri nefret suçu diye görmek nedir? Ayetler, kimin kelamıdır? Tanrı öldüren bir zihniyetin şuursuz taklitçileri, eşcinselliği lanetleyen ve sapma gören Allah’a isyan içindeler. Allah’ı nefret suçu işleme sandalyesine oturtuyorlar. Hadsizliğin, şuursuzluğun ve isyanın tüten dumanları. Özgürlüğü akıl ve kalpten kıça indiren içgüdü tapıcıları.
İçgüdü tapıcıları, eylemlerine insan hakları diyor. Cinsel sapmalarını insan hakları kılıfında savunuyorlar. Müslümanları da homofobik diye damgalıyorlar. Tam bir cinsiyetçilik despotizmi. Kıç despotizmi! İnsan, yaratılışıyla insandır. İnsan akıl ve kalbiyle insandır. İnsan, ahlakla insandır. Oysa bunlar, insanı içgüdüyle ve libidoyla tanımlıyorlar. Bu mercekten bakıyorlar. Bu bakışta elbette biz gözükmeyiz. Bir Müslüman bu bakışta görünmezdir. Onların sapkın bakışında olmayan biz Müslümanlar, damgalanıyoruz. İnsan hakları kılıfıyla eşcinseller engizisyonunda çarmıha geriliyoruz. Müslüman, eşrefi mahlukattır. Müslüman, hayata akıl, kalp ve ahlakla bakar. Müslüman, özgürlüğe mideden, içgüdüden, libidodan bakmaz. Müslüman, Allah’ın halife kıldığı insan numunesidir.
İstanbul Sözleşmesi, İstanbul’a hakarettir artık. Fatih’in İstanbul’una, İslam İstanbul’una hakarettir. Sözleşme, Allah’a nefret suçu atanların ve iman ehli insanları damgalamanın referansına dönmüştür. Ailenin anlamını dinamitleyen bir gerekçe metni olmuştur. Özgürlüğü içgüdüye indirgeyen zihniyetin sığınağı olmuştur. Sapkınlığın, hayasızlığın ve cinsiyetsizliğin bayrağı haline gelmiştir.
İçgüdü tapıcıları, hem Allah’ımıza söz söylüyorlar hem de Müslümanlığımıza. Bütün kültürel değerlerimizi hiçe sayıyorlar. Onlar gibi bakmayanı da ötekileştiriyorlar, sanık sandalyesine oturtuyorlar. Bu AB değerlerinin bizimle alakası yok. Kemalizm’in siyasal baskılarından çıkış için nefeslenmek üzere kendisine koştuğumuz AB, bize kazık atma peşinde. Kendi libido ve içgüdü zihniyetini özgürlük diye pazarlıyor. Kültürümüz çürütülüyor. Çürüyen kültürlerini bize ihraç ediyorlar. Artık buna bir son vermeliyiz. AB’nin imzalamadığımız maddelerinin başında bu yer almalı. İstanbul Sözleşmesi’ni lağvetmeliyiz. Yoksa bu vebalin altından kalkamayız. Hele ki muhafazakar bir siyaset bu konuda daha büyük bir vebal altında. Çünkü Kur’an’ı nefret suçlarıyla yargılayanların kendilerine mesnet kabul ettikleri bir metni koruyanlar olarak tarihe geçecekler. Genç nesilleri ve aile yapısını ifsat etmenin peşinde olanların mesnetlerini kollayanlar olarak algılanacaklar. Türk siyasi tarihinde, kültür ve aile imha metninin bekçileri olarak anılacaklar.
HABERE YORUM KAT