Çin’in Müslüman Uygurlara Uyguladığı Tecrit Yöntemleri
Arizona Eyalet Üniversitesi’nden akademisyen Mehmet Volkan Kaşıkçı, Çin’in Doğu Türkistan’a yönelik uyguladığı insanlık dışı tecrit yöntemlerini örneklerle anlatıyor.
Mehmet Volkan Kaşıkçı’nın Karar’da yer verilen yazısı (23 Şubat 2019) şöyle:
Doğu Türkistan’daki Diğer Tecrit Yöntemleri
“Önceki yazımda toplama kamplarını açıklamaya çalıştım. Bu yazımda ise Doğu Türkistan’daki diğer tecrit yöntemlerini ele alacağım. Toplama kampları bugün Doğu Türkistan’daki zorba rejimin en çok göze çarpan, en geniş kapsamlı aygıtı. Urumçi’deki tek Kazak camisinin imamı Nurgazı Malikulı gibi toplama kamplarında hayatını kaybedenler var. Ancak toplama kampları Doğu Türkistan’da tecrübe edebileceğiniz en ağır ortam değil.”
HAPİS CEZASI ALANLAR
Eğer Doğu Türkistan’ı kare kare mekânsal bir hiyerarşi oluşturan bir kroki olarak düşünürsek, bu hiyerarşinin en altında hapishaneler var. Toplama kampları hapishanelerin bir üstünde yer alıyor. 2017 resmi istatistiklerine göre Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin nüfusu Çin nüfusunun yalnızca yüzde 1.5’ini oluştururken, hapis cezasına çarptırılanların yüzde 21’i bu bölgede. Karşı karşıya olduğumuz rejimin mahiyetini anlamak için bu istatistik bile yeterli aslında. Tekrar hatırlatmak gerek ki, toplama kampında bulunanlar hüküm giymiş, suçlu bulunmuş insanlar değil. Hüküm giyenler hapishanelere gönderiliyor. Bazı durumlarda kişiler önce kamplara alınıp daha sonra hapse yollanıyor, bazı durumlarda ise doğrudan ceza alıp hapsediliyorlar.
Toplama kamplarına alınmada dini sebeplerin birçok sebepten yalnızca biri olduğunu yazmıştım. Ancak ceza alarak hapse gönderilenler arasında dini sebepler çok öne çıkıyor. Özellikle imamlara çok ağır darbe indirildi. Öyle bir noktaya gelindi ki, Doğu Türkistan’daki imamların muhtemelen yüzde 99’u tutuklanmış durumda. Bunların bazıları toplama kampına gönderilirken, büyük bir grup da 25 yıla kadar ceza almış durumda. Bunların içinde dini radikalizmle mücadelesinden dolayı devletten ödül alan, Şi Cinping’le görüşen yukarıda adı geçen Nurgazı Malikulı ve Çın Çüenguo ile görüşen Nabigali Askarbekulı gibi imamlar bile var. Peki neden bazı imamlar yalnızca kampa alınırken, birçoğu 20-25 yıl gibi hapis cezaları alıyor? Anlaşıldığı kadarıyla bu şekilde yüksek ceza alan imamlar nikâh kıymak ve çocuklara Kuran öğretmek gibi suçlarla suçlanıyor. Bu da aslında doğal olarak imamların çoğunluğunun hapis cezası alması demek. Bu ithamlarla karşılaşmayan bazıları sadece kampa alınıyor, hatta aralarından kamptan çıkan tek tük imam da var. Bunun dışında mesela Kuanış Mışanulı adlı bir imam da 25 yıl ceza aldı, ki bu cezanın yüksekliğinin sebebi Türkiye ve Rusya’da eğitim almış olması.
İmamlar hapsedilirken birçok cami de kapatılmış durumda. Zaten camiler açık olsa bile camiye gitmeye cesaret edebilecek insan kalmış mıdır emin değilim. Zira sadece Cuma namazına gitmek toplama kampına alınmak için yeterli bir sebep. Eğer caminin işlerine yardımcı olan bir kişiyseniz, imam olmasanız da 17 yıl gibi cezalar almanız mümkün. Bunun dışında birçok imamın eşi ve çocukları da, bir imamın ailesi oldukları için kamplara ve hatta bazı durumlarda hapislere atılıyor. Hatta boşanmış olmanız bile sizi kurtarmaya yetmiyor. Jinekolog olan Mariyam Mamırbekkızı 18 yıl hapis cezası aldı. Sebebi başörtülü de olmayan Mariyam’ın 5 yıl önceden namaz kılarken bir fotoğrafının bulunması ve daha önce bir imamla evli olması. Paradoksal olarak hapis cezası alanların durumu hukuki bir statüye geçtiği için kamptakilerin aksine ayda bir kez Mariyam’ın yakınlarıyla görüştürülmesine izin veriliyor. Ancak bu görüşmelere elleri ve ayakları kelepçeli şekilde getiriliyor.
Hapishanedeki şartların toplama kamplarından çok daha ağır olduğunu söylemeye gerek yok. Ayrıca hapisteki mahkumlardan Çin’in iç bölgelerine gönderilenler de var. Ancak ne yazık ki sayıları hakkında hiçbir fikrimiz yok. Toplama kampında olanlar için küçük de olsa umut var. Ancak hapis cezası alanların durumu çok daha ümitsiz. Buna rağmen şu ana kadar Atajurt’a yapılan başvurulardan sonra daha önce hapis cezası aldığı söylenmesine rağmen ev hapsine geçirilen iki kişi bulunuyor. Ama ikisinin de sadece 3 yıl ceza aldığı rapor edilmişti. Bu da belki bu şekilde düşük ceza alanlar için bir ihtimal olduğunu gösterse de, daha ağır cezalar için durum çok zor. Başka bir örneğimizdeyse toplama kampından hapse gönderilen Uygur Kari Asencan, eşinin Atajurt’a başvurusundan sonra tekrar toplama kampına gönderilmiş. Hapse gönderilmesi için hüküm giymiş olması gerekiyor, ancak kaç yıl aldığını bilmiyoruz. Yine de, serbest kalmasa da hapisten kampa geri gönderilmesi Atajurt’a başvuruların verilmiş hükmü de bozabileceği anlamına geliyor, çok daha zor olsa da.
ZORLA ÇALIŞTIRILANLAR
Üçüncü tecrit türü insanların fabrikalarda zorla çalıştırılması. Bu konu özellikle aralık ayında uluslararası medyada haber yapıldı. İnsanların zorla çalıştırıldığı fabrikaların da farklı türleri var. İlk tür, kampların içinde veya yanında kurulan fabrikalar. Bunlar genelde küçük yerleşim birimlerinde yeni kurulmuş ve bu yüzden de Çin’in ekonomik kalkınma propagandasında kullandığı fabrikalar. Bunlarda çalışanlar genelde kampta kalmaya devam ediyor. İkinci türü, şehrin başka bir yerinde bulunan fabrikalar. Bu fabrikalarda çalışanlar çoğunlukla 6 gece fabrikanın yatakhanesinde kalıyorlar ve cumartesi günleri servislerle evlerine getirilerek bir gece evlerinde kalmalarına müsaade ediliyor. Ancak fabrikalarda çalıştırılanların kendi evlerinde kalmasına müsaade edildiği birkaç örneğimiz de var. Üçüncü tür ise Çin’in başka şehirlerindeki fabrikalar. Yine sayısı konusunda hiçbir fikrimiz olmasa da Şangay gibi şehirlere zorla çalıştırılmak üzere gönderilenler olduğunu biliyoruz.
Fabrika genelde kampın bir derece hafifi olarak görülüyor ve büyük çoğunlukla kamptan çıkan insanlar fabrikalara gönderiliyor. Ancak kampa alınmayıp zorla fabrikalarda çalıştırılan Sofiya Tolıbaykızı gibi örnekler de var, az da olsa. Bu fabrikalarda çalışanlar arasında aylık 650 yuan aldığını söyleyen var (100 dolardan az), 300 yuan aldığını söyleyen var, hiç para almadığını söyleyen var. Bu fark neden kaynaklanıyor tam olarak bilmiyoruz, ama kişinin işgücüne katkısı ve yerel farklılıklar rol oynuyor olabilir. Bu insanlar çok uzun saatler çok ağır şartlarda çalışıyor. Fabrikalar arasında en yaygını tekstil fabrikaları. Bunun dışında halı, ayakkabı ve kimyasal ürün fabrikaları da var.
Bu fabrikaları insanlar “kara fabrika/kara iş” olarak tanımlıyor. Zorla çalıştırılanların çoğunluğu buralarda. Ancak son dönemde “kara iş”ten başka işlerde de insanlar zorla çalıştırılmaya başlandı. Kamptan çıktıktan sonra zorla özellikle bekçi, güvenlik görevlisi olarak çalıştırılan ciddi sayıda örneğimiz var. Bunun dışında öğretmenlik gibi kendi mesleğinde iradesi dışında çalıştırılan insanlar da rapor edilmeye başlandı. Kamptaki süresini bitirip yine kampta istihdam edilenler de var. Mesela Çince bilenler kamplardaki insanlara Çince öğretmekle görevlendiriliyor. İlginç bir örnekte, Turan Muhamedkızı kamptan çıktıktan sonra bulunduğu idari birimde dans eğitmeni olarak çalıştırılıyor. Bu tarz işler, fabrikalarda çalıştırılanlar kadar ağır değil elbette, ancak insanlar yine de iradeleri dışında zorla çalıştırılıyorlar. Bu insanlar bir ücret alıyor mu, bu konuda bilgimiz yok. Ayrıca bu kişiler evlerinde kalabilseler de ev hapsi dediğimiz tecrit şeklinde, yani evde gözetim altında tutuluyorlar.
EV HAPSİ VE PASAPORTU ALINANLAR
Dördüncü tecrit yöntemimiz ev hapsi. Ev hapsine alınan insanlar ikiye ayrılıyor. Toplama kamplarından ve fabrikalardan çıkan kişiler muhtemelen istisnasız olarak önce ev hapsine geçiriliyorlar. Yani kamptan ya da fabrikadan çıksanız da yine özgür kalamıyorsunuz. Kamptan çıkan insanlar içinde birçoğuna üç ay süreyle ev hapsinde tutulacağı söylenmiş. Ancak bu değişiklik gösterebiliyor. Üç ay içerisinde insanlar gerçekten serbest kalacaklar mı, burası da henüz muamma. Özellikle son dört ayda kamptan çıkan 3-5 bin kişi olduğunu tahmin ediyoruz. Ama bunların yüzde 90’ından fazlası hâlâ ev hapsinde.
Ev hapsine alınan ikinci grup, toplama kampına veya fabrikaya gönderilmeyip ev hapsine alınanlar. Bu şekilde de hayli yüksek sayıda insan olduğunu tahmin ediyoruz. Ev hapsinin ağırlığı çok çeşitlilik gösteriyor. Bazı durumlarda bulunduğu yerleşim yeri içinde izinle dışarı çıkmalarına izin veriliyor. Tam emin olmamakla birlikte, bu biraz daha serbest olan ev hapsinin genelde kampa alınmayanlara uygulandığını düşünüyorum. Kamptan çıkıp ev hapsine geçirilenler çok daha sıkı gözetim altında. Bilindiği gibi Çin resmi olarak 1.12 milyon Çinli’yi evlere gönderdiğini açıkladı. İşte ev hapsinde bulunan insanların bir kısmının evinde bu şekilde görevliler de kalıyor. Bir kişi için 4-5 görevlinin kaldığı durumlar var. Ve bu kalan görevlilerin bütün masraflarını da ev sahibi çekiyor. Bunun dışında birçok durumda evlerde kamera bulunuyor. Hatta nadir örneklerden birinde Kalen Tanabay’ın koluna bir çeşit GPS takıldığını biliyoruz. Evden çıkmasına kesinlikle izin verilmeyen Tanabay’ın her hareketi, her sözü böylece kaydediliyor. Ev hapsinin en ağır şekli bu; şu ana kadar bu şekilde iki örneğimiz var. Bunun dışında ev hapsindeki kişilerin dışarıyla iletişim kurması da yasak. Ama yine ikinci türde bu biraz daha hafif. Tabii ki görüşmeler kayıt altında. Kamptan ev hapsine geçirilenlere çoğunlukla bir, bazen iki kez yakınlarıyla konuşma imkânı veriyorlar ve önceki yazımda belirttiğim gibi bu görüşmelerde yanınızda doğrudan görevliler bulunuyor.
Beşinci ve son tecrit yöntemimiz pasaportuna el konulanlar. Aslında diğer dört tecrit yöntemindeki herkesin de pasaportuna el konulmuş durumda tabii ki. Ama bir de kampa veya ev hapsine alınmayıp, pasaportlarına el konulup bulundukları bölgeden ayrılmasına izin verilmeyenler var. Bunların sayısı hakkında da net bir fikre sahip değiliz. Bu grubun içinde en trajik olanı “rehin” alınanlar. Çin bir ailenin yurtdışına çıkmasına izin verse de, mümkünse eğer bir kişiyi kesinlikle Çin’den çıkarmıyor. Bu sayede bu kişi üzerinden dışarıdaki aileyi tehdit edebiliyor. Birçok durumda rehin olarak kalan kişi küçük bir çocuk oluyor. Öyle durumlar var ki, mesela annesi, babası ve iki kardeşi Kazakistan vatandaşı olan, bir kolu ve bir bacağından özürlü Azigül Davlethan’ın bile gitmesine izin verilmiyor. Bu kişiyle ilgilenen kimse yok.
Anlaşıldığı gibi karşı karşıya olduğumuz yapı devlet gibi işleyen bir kurum değil, adeta bir mafya örgütü. Rehin alma Çin’in tek mafyavari uygulaması da değil. Mesela sayısız kişi türlü bahanelerle Kazakistan’dan Çin tarafına çağırılıp vardıklarında toplama kampına gönderildi. Çağıran taraf bazen işyeri, bazen de pasaport uzatma gibi bahanelerle polis. Mesela 2014’te bir tıp konferansı için Türkiye’ye gitmiş olan Serdikan Şeriphan, bu seyahatiyle ilgili bazı belgeleri imzalaması gerektiği bahanesiyle 2017’de çağırılarak toplama kampına kapatılıyor. Birçok örnekteyse yurtdışındaki insanlar doğrudan Doğu Türkistan’da bulunan yakınlarıyla tehdit edilerek gitmek zorunda kalıyorlar. Çin’in kullandığı bir başka mafya pratiği ise kefillik uygulaması. Çin toplama kamplarından çıkardığı, özellikle de ülkeden ayrılmasına izin verdiği kişiler için kefil istiyor. Kamptan çıkan, daha da önemlisi yurtdışına giden kişi eğer kamptaki hayatıyla ilgili konuşursa kefil olanların başı belaya girecek. Birçok insan bu yüzden yaşadıklarıyla ilgili konuşmuyor. Bir örnekte Kazakistan’a gelmesine izin verilen bir kişiye tam 15 kişinin kefil olduğunu biliyorum (bu kefillik uygulaması yüzünden ismini veremiyorum). Son dönemde de özellikle bazı yaşlı kişilere eğer kefil bulabilirlerse kamptan çıkabilecekleri söyleniyor. Ancak insanlar artık gölgelerinden korkar hale geldikleri için, kefil bulmak da neredeyse imkânsız hale gelmiş durumda.
HABERE YORUM KAT