Çin'de taşralılığa özgü 'etnik nefret'
Tarih 23 Haziran 1989’du. Yani tam 20 yıl önceydi. Aydınlık grubundan yeni ayrılmıştık. ‘Sosyalist Birlik’ adlı bir aylık dergi çıkarıyorduk. Çin’de 4 Haziran 1989 tarihinde başlayan gençlik hareketleri kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Özgürlük isteyen binlerce genç öldürülmüş, onlarcası idam edilmiş, binlercesi hapse atılmıştı. Çin Komünist Partisi’nin lideri ve Başbakan Zhao Ziyang, gençlere ılımlı yaklaştığı için parti içindeki sertlik yanlılarınca tasfiye edilmişti. Öldüğü 2005 yılına kadar adından bir daha hiç söz edilmeyecekti.
‘Sosyalist Birlik’ dergisinin yazı kurulu üyeleri olarak ben, Halil Berktay ve Hürriyet Karadeniz hazırladığımız siyah çelengi Mecidiyeköy Ortaklar Caddesi’nde bulunan Çin Konsolosluğu’na bırakmış ve bu nedenle polis tarafından gözaltına alınmıştık. Melih Aşık, gülümseten bir yazı yazmıştı hakkımızda: “Yılların Maocuları Çin’i protestodan gözaltına alındılar. Bakın şu işin garipliğine...”
20 yıl sonra Çin yine kana bulandı. Bu kez hedeftekiler Sincan-Uygur bölgesinin insanları. Otoriter yönetim sesini çıkaranı şiddetle bastırmak konusunda bu kez de hiç tereddüt etmiyor. Gerekçesi de hiç yabancı değil:
‘Ülkemizi bölmek isteyen hainlere göz açtırmayız.’ Sincan-Uygur bölgesi Türkçe konuşanların çoğunlukta olduğu bir bölge. Kendi dillerini geliştirmek, kendi kültürlerini korumak, kendi kimlikleriyle yaşamak istediklerini söylüyorlar. Otoriter-totaliter sistemle yönetilen ülkelerde, bilindiği üzere, çoğulculuk, kimlik vb. kavramlar pek sempatik bulunan kavram değildir. Bu sistemler çoğulculaşma taleplerine açık olan sistemler değillerdir.
***
Çin Halk Cumhuriyeti hâlâ tek parti tarafından yönetiliyor. Ülkenin tüm hayatına, partinin yönetimine egemen olan bir klik yön veriyor. Ekonomik alanda büyük değişimler ve dışa açılmalar yaşansa da siyasi olarak parti bürokrasinin demir pençesi hiç gevşetilmiyor. Rusya örneğini de gören Çin Komünist Partisi elitleri, kısmi de olsa bir gevşememin iktidarın tamamen ellerinden gitmesine yol açmasından korkuyorlar.
Çin’de siyaset ve medya tamamen tek bir klik ve merkez tarafından yönetiliyor. Çin Komünist Partisi bu iki alanın da iplerini elinde tutmaya büyük özen gösteriyor. Sincan-Uygur bölgesindeki kanlı bastırma olayları, partinin eski çizgisinden zerrece geriye gitmeyeceğini gösteriyor. ‘Karşı çıkanı asarım’ ana fikri etrafında şekillenen tehditkâr bir yönetim anlayışı var. Gözlerini kırpmadan idamları gerçekleştiriyorlar. Sistem böyle işliyor. Böyle ayakta duruyor.
Otoriter sistemler birbirinin dostudur. Kendilerine benzeyenlerle sırt sırta vererek dünyadaki bunca gelişmeye rağmen ayakta kalacaklarına inanırlar. Son olaylar sırasında Rusya’nın, Çin’e destek verdiğini duymak kesinlikle şaşırtıcı olmadı. Rusya yönetimi, “Bunlar Çin’in içişleridir. Kimse karışamaz” diyerek, ‘bana da karışamazsınız’ mesajını verdi dünyaya.
Dünya eski dünya değil. ‘Böylesine kanlı bastırma yöntemlerinin görmezden gelinmesi’ gibi bir lüks artık yok, Çin’in gelişen sanayisinin de böyle bir lüksü üretmesi mümkün görünmüyor.
***
20 yıl önce Tienanmen’de Çin tanklarının önüne dikilen genç özgürlük idealinin sembolüne dönüşmüştü. Şimdi benzer bir direniş ve tepki Sincan-Uygur bölgesinde yaşanıyor. Bu bölgenin insanlarının Türkçe konuşması ve Müslüman olması ülkemizdeki duyarlılığı önemli oranda arttırıyor. Yurdun dört bir yanında yaygın tepkiler örgütleniyor. Görüldüğü kadarıyla cuma namazı sonrasında da bu tepkiler kitlesel gösterilerle dile getirilecek. Hangi kimlik baskıya uğrarsa uğrasın, dini, dili, ırkı, devleti ne olursa olsun, onun yanında durmak insan olmanın gereği.
1989 yılında tasfiye edilen ve 2005 yılında yaşamını yitirene kadar gözaltında tutulan eski başbakanlardan Zhao Ziyang, Çin’deki ekonomik büyümenin otomatik olarak siyasi demokrasiye yol açmayabileceği, tam tersine otokratik yönetimin milliyetçiliğe dayanacağı ve etnik nefret körüklenerek, onun üzerinden ‘milli birlik’ çağrılarının yapılabileceği öngörüsünde bulunmuştu: “Ekonomik büyüme ve refah otomatik olarak demokrasi getirmeyebilir; tersine, zenginleşen seçkinler, parti iktidarı ile ekonomik nüfuzu kaynaştırıp (yani oligarşileşerek), başarılı bir baskıcı devlet oluşturabilirler.”
“Böyle bir ‘canavar devlet’in Çin milliyetçiliğine başvurması hem kaçınılmaz, hem de ‘Çin’in modern bir uygarlığa doğru ilerleyişi’ açısından ‘en büyük tehlike’dir. Tabii ‘Çin’in 100 yıllık yabancı sömürü ve zorbalığı geçmişinin zehirli iğnesi’ nedeniyle, milliyetçiliğin belirli bir temeli var. Bunu anlamak mümkün. Ama asıl kötülük, ‘ülke içi birlik’ uğruna yetkililerin bu duyguları sömürüp ‘taşralılığa özgü etnik nefretleri körüklemesi’ olasılığından kaynaklanıyor (The New York Review of Books, 3 Nisan ‘08, s. 42’den aktaran Halil Berktay).” Çin’de yaşananlar Zaho Ziyang’ın öngörüsünü doğruluyor.
RADİKAL
YAZIYA YORUM KAT