1. YAZARLAR

  2. KENAN ALPAY

  3. Cinci Kocalar, Büyücü Karılar ve Çılgın Muhafazakârlar
KENAN ALPAY

KENAN ALPAY

Yazarın Tüm Yazıları >

Cinci Kocalar, Büyücü Karılar ve Çılgın Muhafazakârlar

11 Ocak 2019 Cuma 11:42A+A-

Tastamam ifsad üzerine kurulmuş bir magazin kültürü koskoca bir toplumun hayat tarzını, bilgi ve heyecan ihtiyacını neredeyse tek başına belirleyecek duruma geliyor. Magazin kültürü şaha kalkmış dörtnala koşarken aklı, ahlakı, vicdanı, örfü, hukuku çiğneyip geride, ulaşılamayacak kadar geride bırakıyor.  Adeta kasırgaya dönüşen magazin kültürü elbette eş zamanlı olarak kronik bir hastalığa dönüşen futbol kültürü, piyango-loto tutkusu, tüketim alışkanlığıyla takviye ve tahkim ediliyor.

Elbette ki isimsiz adressiz bir kötülük figürü, amansız fakat meçhul bir düşman filan da değil magazin kültürü. Aklı ve ahlakı felç eden, duygu ve davranışları anormalleştiren, siyasal ve toplumsal dengeyi dinamitleyen magazin kültürünü kimler, nasıl ve ne amaçla üretiyor, üç aşağı beş yukarı hepimiz biliyoruz. Magazin kültürü öncelikle fert ve toplumun anormal hadiselere, sapkın davranış modellerine veya sırla, gizemle, ileri düzeyde ahmaklıkla örülmüş kurgu ya da gerçek hikâyelere duyduğu alakanın düpedüz kışkırtılmasıyla oluşan kirli bir iktidar alanıdır. Bu kirli iktidar alanı dünyanın hemen her ülkesinde reyting adıyla formüle edilen para, şöhret, şantaj, tehdit, intikam, eğlence veya bir takım çıkar ilişkileri üzerinde temellenmektedir.

Magazin Kültürüyle Çıldıran Muhafazakârlık

İngiliz tarihçi ve siyasetçi Lord Acton’un “iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar” sözüne kimi zaman bir eleştiri kimi zaman da bir nasihat kabilinde sık sık atıflar yapılır. Hem insanoğlunun şımarmaya meyilli tabiatına hem de iktidar olgusunun içerdiği risklere yerinde bir vurgusu vardır bu sözün.

Modern zamanların en büyük putuna iman eden Kemalist iktidar sınıfları “iktisadi ve siyasi sahada ilerleme için ahlakın, dinin mümkünse kaldırılması değilse vicdanlara hapsedilmesi” üzerine bütün hayatlarını vakfettiler. Tek Parti rejimini takip eden dönemde adeta otomatiğe bağlanan askeri darbeler sadece bürokratik oligarşiyi değil toplumu, tarihi, eğitim öğretimi, kültürü, sanatı, sporu da İslami ve ahlaki prensiplerden arındırmayı hedefliyordu. Bir dönem askeri disiplinle tanzim edilen toplumsal hayatın, siyasal talep ve itirazlardan ancak eğlence ve spor kültürüyle ayrıştırılarak devam ettirilebileceğini görüyordu elbette.

Önce ahlak” vurgulu siyaset tarzı ise iktisadi, sınai, ticari ilerlemenin prensibini, önceliğini başka bir önerme üzerine kurmaktaydı. Şimdilerde pek atıf yapılmasa da yola çıkarken, kadrolar oluşturulup mücadeleye başlarken haram-helal, ahlak, merhamet, kardeşlik gibi değerlerle örülü sloganlar, beyanlar, vaadler statüko partileriyle aradaki farkın dağlar kadar olduğunu ihsas ediyordu. Köprünün altından çok sular aktı tabi. Değiştirme iddia ve kudreti zaafa uğradıkça değişme, uyum sağlama hatta hayat tarzı itibariyle düzene iyice entegre olma hevesi belirginleşti ve ete kemiğe büründü.

Bizim siyasetçilerimiz, bizim bürokratlarımız, bizim teknokratlarımız derken bizim de büyük fabrikatörlerimiz olsun, bizim de radyo ve televizyonlarımız olsun, bizim de modacılarımız olsun söylemi hayata geçtikçe asıl hedefin ıskalandığı daha net ama acı olarak anlaşılır hale geldi. Bu sapma yeni değil, mazisi var ama son birkaç yılda iyice belirginlik kazandı. İktidarı koruma kollama kaygısı iktidarsın hatta iktidarı destekleyenlerin de hatalarını, yanlışlarını, günahlarını koruma kollama zaman zaman da meşrulaştırma yarışına dönüştü. Fahiş yanlışlara, aleni haramlara, belgeli yolsuzluklara yapılacak eleştiri ve itirazlar hep muhalefetin eline koz vermemek daha doğrusu iktidar nimetlerini kaybetmemek adına yutuldu, yutkunuldu.

Magazin Kültürünün Mücahitleri  

Çılgın Türkler’in serüvenine ‘çılgın muhafazakârlar’ talip olmuştu sanki. Eskiden olduğu gibi bugün de iktidar, iktisadi ve siyasi açıdan yaşadığı zorlukları görünmez kılmak için alabildiğine magazin ve futbol kültürünün önünü açmaya kalkıştı. Hâlbuki bütün sıkıntılarına rağmen bölge politikalarında ciddi avantajlar elde etmiş, bir dizi saldırıyı tersine çevirerek gelişmelere yön verecek bir pozisyon da elde etmişken içerideki çürütücü operasyonlara daha net ve sert tedbirler uygulayabilirdi. Beklenen olmadı ve magazin kültürü en sefil, en çirkin ve en yıpratıcı versiyonlarıyla muhafazakâr Hükümeti destekleyen muhafazakâr kanal ve gazeteler eliyle bütün bir toplumun üzerine boca edilmiştir.

Bütünüyle İsrailiyat, hurafe ve bid’atlar üzerine kurulu Evliya Menkıbeleri’yle başlayan TGRT tecrübesinin nerelere geldiğine kimi zaman öfkelenerek kimi zaman da gülerek şahit olduk. ‘Kuşum Aydın’ın sabah programlarında tesettürlü gelinlerle kaynanaların türküler ve oyun havaları eşliğinde pistte çiftetelli oynattırıldığı günler çok geride kaldı ama yarattığı tahribat sürüyor halen. Saadet-i Ebediye’de böyle yazmamıştı Hüseyin Hilmi Işık ama cemaatin gücünü, kudretini büyütmek, İhlas Holding ve İhlas Finans’ı TÜSİAD sermayesiyle yarıştırmak için artık her yol mubah, her yöntem vacip oluvermişti bile.

BBG Evi’nin fenomenleri Caner ve Tülin’i arasında yaşanan aşk ve kavgaları unuttuk lakin bu gibi magazin fenomenleri gördükleri tedavilere rağmen psikolojilerini doğrultabilmiş değiller halen. Sinir bozucu Kaynana Semra Hanım oğlu Ata’ya yüzlerce aday arasından bir türlü gelin bulamadı ama eroin komasından ölen oğlunu ekranlarda evlendiremeden ancak üç beş arkadaşıyla beraber toprağa verebildi. Ajdar’dan başlayıp bozuk para gibi harcanan yüzlerce, binlerce magazin fenomeni travmatik ruh halleriyle serseri bir mayın gibi toplumun içinde dolaşıyor. Ne var ki geniş toplum kesimleri olup biteni hiç sorun etmeden ekranlarda örgütlenen bu ifsad edici, yakıcı ve yıkıcı programlarla günlerini geçiriyor.

Müge Anlı, ATV sabah kuşağında ‘Palu Ailesi’ üzerine saatlerce, günlerce program adı altında iğrenç bir kara propaganda yapıyor, moralleri çökerten bir psikolojik savaş veriyor. Üstelik bu ilk vukuat da değil. Haftalar süren programlarda bir kadın, kocası ve aynı anda ilişkide olduğu iki sevgilisi üzerinden ancak ve ancak DNA testiyle babası tespit edilebilen bir çocuğun kavgası taşınıyor kamuoyunun gündemine. Cinci hocalar, büyücü karılar, karılarını satan herifler, kocalarını aldatan karılar, ensest ilişkilere eşlik eden cinayet ve hırsızlık vakaları üzerine kurulmuş mide bulandırıcı bir çadır tiyatrosu… Hükümet suskun, Aile Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı seyirci, vakıf ve dernekler örgütlenip tepki göstermekten aciz. Canlı yayında ceset arama çalışmaları ekranlara taşınırken uzman psikologlar, psikiyatristler de konu mankeni gibi yer tutuyor elbette. Nihayet her şey olup bittikten sonra stüdyoya giren polis zanlılara kelepçeyi takıyor ve RTÜK ancak o vakitte yayın yasağı koyabiliyor.

Muhafazakâr demokrasi 15 Temmuz sonrası ‘Ulu Önder Atatürk’le, Kemalist ideoloji ve devlet mantığıyla her nasıl olduysa barışıp kaynaşma yolunda epeyce bir mesafe kat etti. Muhafazakâr kültür ve dindar nesil söylemi de güya hükümeti ölümüne destekleyen gazete ve televizyonların marifetiyle özellikle aile kültürüne yönelik saldırılarla delik deşik ediliyor. Peki, tam da böylesi bir vasatta her yerde tasarrufu teşvik ederken futbol kulüplerinin 15 milyar liraya yaklaşan borçlarını “düşük faiz-uzun vadeli kredi” formülüyle yeniden yapılandırmaya gidecek projeleri halka ‘müjde’ diye duyurmak hangi aklın, nasıl bir vicdanın eseridir acaba?

Muhafazakâr siyaset(çiler) çıldırmış olmalı!

Yeni Akit

YAZIYA YORUM KAT

16 Yorum