Çin, yine gaddar Çin
Doğu Türkistan’daki yeni büyük katliamın, tam da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Çin’e resmî ziyaret düzenlemesinin ve bu ülkeyle muhtelif işbirliği anlaşmaları imzalamasının ardından gerçekleşmesine “büyük şanssızlık” mı diyelim, yoksa diplomatik ilişkilerde çıkar hesaplarını öne almanın birtakım ihmallere sebep olmasının böyle şanssızlıklar getirebildiğini mi düşünelim? Dünya piyasalarına ağırlığını koyan Çin’i göz ardı etmenin mümkün olmadığını düşünebiliriz ama ne yazık ki Doğu Türkistan’ı haksız bir şekilde işgal eden bu ülkenin zalim siyasetinde de bir değişiklik olmamıştı.
Türkiye’yle arasındaki ilişkilerin ve ekonomik işbirliğinin gelişmesine saygı gösterme ihtiyacı dahi duymadan Cumhurbaşkanı Gül’ü uğurlamasının ardından Doğu Türkistan bölgesindeki gösterileri bahane ederek güvenlik güçlerini hak arayan insanların üzerine sürüp yüzlercesini vahşice katletti.
Olaylarla ilgili gelişmeleri haber kaynaklarından takip ettiğinizi sanıyorum. O yüzden ayrıntısına girme ihtiyacı duymuyorum. Bir hususa dikkat çekerek değerlendirme yapmak istiyorum: Son dönemde Doğu Türkistan ve Moro’da yeniden hareketlilik yaşanması, resmî kuvvetler tarafından baskınlar düzenlenmesi, insanların vahşice katledilmesi; zalimlerle uzlaşarak ve onların insafına sığınarak huzur ve güvene kavuşmanın mümkün olmadığını, bu yolla yaraların kapanamayacağını bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Doğu Türkistan bağımsız bir ülkeydi. Çin birtakım ekonomik hesaplarından dolayı bu ülkeyi işgal etti. Dünya Müslümanlarının dağınık ve başsız olması saldırgan Çin’in işini kolaylaştırdı. Çünkü Müslümanlar ümmet olarak başsız, halkların başındaki yönetimler de dünyadaki hâkim güçlerin tahakkümlerine boyun eğmiş durumdaydı. Çin’in Doğu Türkistan’ı işgal etmesi hâkim güçlerin hesaplarını bozmadığı için bir Müslüman halkın özgürlük ve bağımsızlığının elinden alınmasından dolayı Çin yönetimiyle sürtüşmeye girmeye ve rahatlarını bozmaya ihtiyaç duymadılar. Çünkü yarın bir gün bir başka işgal olayında da Çin onlara sessiz kalacaktı. Doğu Türkistanlılar “Hadi bağımsızlığımızı ve özgürlüğümüzü elimizden aldınız, hiç olmazsa insanca yaşama hakkımızı elimizden almayın, biz de ülkenin diğer vatandaşları gibi Pekin yönetimi altında en azından insanca yaşamımızı sürdürelim” dediler. Hani komünist ideolojinin de eşitlik ilkesi vardı ve bu ideolojiye göre şekillenen bir yönetimin vatandaşları arasında herhangi bir ayrım yapmaması gerekiyordu. Oysa bütün bu ilkeler sadece vitrin süsü olarak kullanılıyordu ve komünist kızıl Çin’in politikasını da çıkar hesapları ile hâkim unsurun ayrımcı anlayışı belirliyordu. Ezilen, horlanan ve sürgüne gönderilen Doğu Türkistan halkı zaman zaman haklarını almak için tepkisini ortaya koydu. Ama her keresinde ağır bir balyozun kafasına indiğini gördü ve etrafa baktığında çevresinde kimseyi bulamadı. Gelinen noktada yaşananlar bir kez daha gösterdi ki zulmün hâkimiyetinin devamı ondan kaynaklanan tehlikenin de devamı demektir. Ondan kaynaklanan tehlike ise en başta hayatı tehdit etmektedir.
Moro’da özgürlük ve bağımsızlık için mücadele eden Müslüman halk bir noktada uzlaşma zemini aradı. Ama son yaşananlar gösteriyor ki uygulamalarını işgal ve gasp anlayışına dayandıran düşman kendini zayıf hissettiğinde belki uzlaşmaya yanaşıyor, ama hakkını arayan tarafı biraz zayıflatabildiğini tahmin ettiği zaman saldırmak için yeniden fırsat kollamaya başlıyor.
Bugün Filistinlilerden Siyonist işgalciyle uzlaşmaları, çağın hâkim güçlerinin vereceği garantiyi ciddiye alarak, kendi askerî güçlerini dağıtmaları ve bu yolla bir anlaşma ortamı oluşturmaları isteniyor. Oysa böyle bir formül Filistinliler açısından asla bir çözüm olmayacak, sadece teslimiyet anlamına gelecektir. Siyonist işgal devleti Filistin direnişinin teslimiyeti kabul ettiğini hissettiği zaman kendini daha güçlü görecektir ve belki 1948’dekinden daha büyük bir sürgün hareketi başlatabilmek için elindeki bütün imkânları seferber edecektir.
Yaşanan olaylar gösteriyor ki İslam âleminde zalimlerin insafına terk edilen yaraların hiçbiri kapanmamıştır. Fakat durum böyle devam edecek değildir. İman kardeşliği temeline dayalı ittifakımızı ve ilişkilerimizi güçlendirdiğimizde çağın bütün hâkim güçlerinden daha güçlü olduğumuzu göreceğiz. Bu konuda da ümit verici gelişmeler var ve biz Allah’ın izniyle gelecekten ümitliyiz.
Bu yazıyı Türkiye dışından gönderiyorum. O yüzden Doğu Türkistan’daki katliama karşı düzenlenen etkinliklerde bulunamadım. Etkinlikleri düzenleyenlere tebrik ve takdirlerimi iletiyorum. Müteakip yazıda da inşallah Moro’daki durumla ilgili bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT