Çin hegemonyasını nasıl inşa ediyor?
Hatice Demirci, Çin'in kültürel arka planından hareketle kurmaya çalıştığı hegemonyaya dikkat çekiyor.
Hatice Demirci / İlke Analiz
Çin’in barışçıl yükselişi mi, kültürel hegemonyası mı?
21. yüzyıl, Küresel Güney’in hızlı ekonomik büyümesine tanıklık etmiş ve uluslararası siyasetin eksen değiştirip değiştirmediği sorunsalını beraberinde getirmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC), hızla gerçekleştirdiği ekonomik kalkınması ile küresel siyasetin eksenine yönelik bu tartışmanın merkezinde yer alan önemli bir aktör olarak karşımıza çıkmaktadır. 17.734 Milyar Dolar Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYİH) ile bugün dünya ekonomisinin en büyük ikinci ülkesi olan Çin Halk Cumhuriyeti,[1] tarihsel süreç içinde kimi zaman ekonomik ve siyasal gücünü maksimize etmiş kimi zaman ise gücünün zayıflaması ve kaybolması riskleri ile karşı karşıya kalmıştır. Köklü bir imparatorluk geleneğine sahip olan ÇHC’nin Doğu Asya’da önemli bir siyasi güç olması, ekonomik ve askeri başarısının yanı sıra temel moral değerlere sahip olması ile de ilişkilendirilmektedir. Bu bağlamda İmparatorluk döneminde ÇHC’nin bölgesel ve küresel düzlemde “varlığının”; “göğün oğlu” sıfatıyla ve Konfüçyüsçü geleneğin devlete kazandırdığı üst anlatılarla şekillendiğini söylemek mümkündür.[2] Kendisini hiyerarşide, yerkürede herhangi bir medeniyetin üstünde konumlandıran Çin, Afyon Savaşı’ndaki mağlubiyeti ile öz-imajını kaybedene denk, evrenin kültür merkezinde bulunduğunu iddia etmiş ve Çin merkezli bu üst anlatı yoluyla hiyerarşide aşağıda kabul ettiği medeniyetleri domine ve asimile etme yetkisine sahip olduğu inancını taşımıştır.[3] Konjonktürel getiriler ve önemli tarihsel kırılmalar, Konfüçyüsçü anlatı ve Haraç Sistemi ile şekillenen bu “onurlu” medeniyetin, 19.yüzyıldan itibaren gerek sömürge devletleri ile girdiği sorunlu ilişkiler gerekse iç çatışmaların neticesinde yerini “aşağılanma yüzyılı” olarak isimlendirilen ve ontolojik güvenlikte utanç duygusu ile özdeşleştirilen döneme bırakmıştır.[4]
Bu çalışma, bugün dünya siyasetinde hızla yükselmekte olan ve önemli bir güç haline gelen ÇHC’nin Kuşak ve Yol Girişimi çerçevesinde uyguladığı ekonomi politikalarını ve özellikle Konfüçyüs Enstitüleri aracılığıyla sürdürdüğü kültürel diplomasi faaliyetlerini ele almaktadır. Çalışmada ilgili politikalar literatürde yer edinen “borç tuzağı diplomasisi” ve “kültürel hegemonya” kavramları ile analiz edilmektedir. Söz konusu ekonomi ve kültür politikalarının uygulanış biçimleri ve getirileri ise Orta Asya bölgesi ile sınırlandırılarak ele alınmaktadır.
Ekonomik yardımların arka planı: “Barışçıl Yükseliş” veya “Borç Tuzağı Diplomasisi”
2000’li yıllar itibariyle ekonomik kalkınmasını gerçekleştirmeye yönelik politikalar üreten ÇHC, 2013 yılında Başkan Xi Jinping’in Kazakistan’da deklare ettiği “Kuşak ve Yol Girişimi” ile birlikte kalkınmasında önemli bir ivme yakalamıştır. Tarihi İpek Yolu’nu canlandırma niyetiyle ilan edilen girişim; inşa edilecek altyapı, finans ve ticaret bağlantıları aracılığıyla Çin, Avrasya ve Avrupa arasında kurulacak “İpek Yolu Ekonomik Kuşağını” gerçekleştirmeyi hedeflemiştir. Bu çerçevede Kuzey ve Güney güzergâhları olmak üzere, Çin için iki önemli bağlantı noktası bulunmaktadır. Kuzey eksen, Kazakistan ve Rusya Federasyonu üzerinden Kuzey Avrupa’ya ulaşıyorken; Güney eksen, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, İran ve Türkiye üzerinden Güney Avrupa’ya ulaşmaktadır.[5] 2013 senesinden bugüne, çeşitli kara ve deniz yollarının yanı sıra inşa edilen altı ekonomi koridoru ile Çin; dünyadaki 65 ülke ile ilişki kurmakla birlikte 4,4 milyar insanı birbirine bağlamış, dünya nüfusunun %63’ten fazlası ve GSYİH’sının %30’u bu ekonomi ağına entegre edilmiştir.[6]
ÇHC, 2000’li yıllarda uyguladığı ekonomi politikaları aracılığıyla ekonomik kalkınmasını önemli ölçüde gerçekleştirmiş ve küresel sistemin başat aktörü olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile rekabet etmeye başlamıştır. ÇHC’nin hızlı yükselişi, 2000’lerin ilk yıllarında devlet söylemlerinde sıklıkla “barışçıl yükselme” şeklinde yer edinse de bu söylem ilerleyen yıllarda “Çin yüzyılı”, “Çin rüyası”, “aşağılanma yüzyılından kurtuluş” gibi ifadelere evirilmeye başlamıştır. Eş zamanlı olarak literatürde ABD-Çin rekabetinin ekonomik boyutun ötesinde hegemonik bir rekabet olup olmadığı sorunsalı çerçevesinde tartışmalar gündeme gelmiştir.[7] Bir grup araştırmacı, ÇHC’nin büyük bir hızla yükseliyor oluşunu ekonomik boyutuyla ele alınıp ekonomik nüfuzun “borç tuzağı diplomasisi” ile olan ilişkisi sorgularken[8] bir başka grup ise özellikle Konfüçyüs Enstitüleri ile Çin dilinin ve kültürünün dünyaya tanıtılması girişiminin “kültürel hegemonya” ile olan ilişkisini irdelemiştir.[9]
Borç tuzağı diplomasisi, borca ilişkin taksitin veya faizin ödenememesi durumunda borçlanma sürecinin uzaması veya bitmemesi ve bu durum siyaseten araçsallaştırılması anlamına gelmektedir. Borç tuzağı diplomasisi literatürde, Çin emperyalizmi olarak tanımlanmış ve Çin’in özellikle Kuşak ve Yol Girişimi aracılığıyla gelişmekte olan ülkelere sağladığı alt yapı yatırımları aracılığıyla bölgesel ve küresel ölçekte nüfuz kurmak istediği ileri sürülmüştür. Orta Asya ülkeleri de Çin nezdinde gerek üretim için ihtiyaç duyduğu hammadde ve doğal kaynaklara erişim imkânı gerekse coğrafi olanaklar bakımından önem ihtiva etmektedir. Orta Asya ülkelerinin Çin ile geliştirdiği ekonomik ilişkiler ise şu şekildedir: Çin, Türkmenistan’a sağladığı 8 milyar dolarlık kredi ile 1.800 kilometrelik doğalgaz boru hattı inşa etmiş; Özbekistan’daki petrol ve doğalgaz arama işlerini Çin menşeili CNPC devlet şirketi sürdürmekte; Kazakistan’da inşa edilen boru hatları aracılığıyla petrol ve doğalgaz Çin’e taşınmaktadır. Söz konusu devletlerin Çin ile doğal kaynak ticaretine dayalı ekonomik ilişkilerinin yanı sıra pek çok altyapı ve üstyapı kalkınma yardım ve kredileri aldıkları bilinmektedir. Diğer Orta Asya ülkelerine oranla daha zayıf ekonomilere sahip olan Kırgızistan ve Tacikistan’da bu durum açık bir emsal niteliğindedir. Tacikistan’ın Çin’e 1,5 milyar dolar, Kırgızistan ise 1,8 milyar dolar borçlandığı bilinmekle birlikte bu rakamların hızla yükseldiği görülmektedir.[10]
Konfüçyüs Enstitüleri’nin kültür diplomasisindeki önemi
Küresel hegemonya yarışında önemli bir yumuşak güç aracı olarak değerlendirilen devlet dışı kurumlar, Çin’de totaliter siyasal rejim nedeniyle devlet güdümünde faaliyet gösterme imkânı bulmaktadır. Bu bağlamda dünyanın çeşitli noktasında faaliyet gösteren Konfüçyüs Enstitüleri de Çin Eğitim Bakanlığı’na (MOE) bağlı Dil Eğitimi ve İşbirliği Merkezi (CLEC) çatısı ve denetimi altında bu faaliyetlerini sürdürmektedir. Bugün Konfüçyüs Enstitüleri’nin sayısının dünya genelinde yüz elliden fazla olduğu bilinmekle birlikte Çin; Tibet, Tayvan ve insan hakları ihlallerine yönelik olumsuz imajını ortadan kaldırmak adına bu enstitüleri bir kültürel diplomasi aracı olarak da kullanmaktadır.[11] Öte yandan çağdaş Çin, tarihsel kökenlerinin bir devamı olarak kabul edilmiş, Çin öğretisinin bu tarihsel mirasın anlaşılması ile mümkün olacağına inanılmış ve dil öğreniminin bu aktarım için oldukça önemli vurgulanmıştır. Bu bağlamda Konfüçyüs Enstitüleri’nin önemi Çin dilini ve kültürünü dünyaya tanıtarak geleneksel Çin anlatısının anlaşılması için de elzem kabul edilmiştir. Nitekim bugün Kuşak ve Yol Girişimi ile dünyada oluşturulan ekonomik ağ, Çin diline olan ilgiyi arttırmış; Konfüçyüs Enstitüleri ile bu ihtiyaç giderilmeye çalışılmış ve bugün otuz milyon insan bu sayede Çince öğrenmiştir.
Çoğunluğu Müslüman, Türk ve Sünni olan Orta Asya ülkelerinde de Çin’in kültürel diplomasi faaliyetlerinin ilk olarak 2004 yılında Taşkent’te kurulan bir enstitü ile başlatılmış olsa da özellikle 2010’lu yıllardan itibaren arttığı görülmektedir. Bugün rakamlara bakıldığında Kazakistan’da beş, Kırgızistan’da dört, Tacikistan’da iki ve Özbekistan’da iki enstitünün faaliyet göstermektedir. Dünyanın pek çok bölgesinde olduğu gibi Orta Asya’da da Konfüçyüs Enstitüleri’nin temel motivasyonu kurulan enstitüler aracılığıyla Çin dilini öğretmektir. Öte yandan bu bölgede kurulan enstitülerin Doğu Türkistan’da dil eğitiminin hızlandırılması faaliyetlerinde de bulunduğu ileri sürülmektedir. Çin Orta Asya’daki kültürel diplomasi faaliyetleri Konfüçyüs Enstitüleri ile sınırlı kalmamış; çeşitli meslek edinme okulları ve kursları ile öğrenci değişim programları da bu faaliyetlerin geliştirilmesinde önemli araçlar olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda yaklaşık 3.000 Çinli öğrenci Orta Asya’da eğitim alırken; 30.000’i aşkın sayıdaki öğrenci Orta Asya’dan Çin’e eğitim almak için gitmiştir. Çin’de eğitim alan öğrencilerin ülkelerine döndükten sonra Çin dilini iyi seviyede öğrendikleri ve genellikle Çin menşeili şirketlerde veya bunlara bağlı kurumlarda istihdam edildikleri görülmektedir.[12]
Sonuç
Küresel güç rekabetinin yükselen aktörü Çin, ekonomik ve kültürel nüfuzunu arttırmak için çeşitli araçlar kullanmaktadır. Literatürde olumlu ve olumsuz bütün etkileri ile ele alınan bu faaliyetler, kimi zaman gelişmekte olan ülkeler için maddi kaynağa ulaşma imkânı sunarken kimi zaman borcun sürekliliği ve anlaşmaların ağırlığı neticesinde ilgili ülkeler için olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Borç tuzağı diplomasisi olarak literatürde yer edinmiş bu faaliyetlerin dünyanın pek çok bölgesinde olduğu gibi Orta Asya’da da oldukça yaygın olduğu görülmektedir. Öte yandan Çin’in bölgeye doğal kaynak bakımından göreli bağımlılığının, Çin’in bölge üzerinde mutlak tahakküm kurma kapasitesini sınırlandırmaktadır.
Küresel güç rekabeti temelde ekonomik ve askeri kapasite bağlamında ele alınsa da kültürel diplomasinin ve kültürel hegemonyanın bu rekabetteki önemi yadsınamaz bir gerçekliktir. Bununla birlikte köklü bir tarihsel mirasa sahip medeniyetlerin, toplumsal hafızayı iç ve dış politika rutinlerinde pratiğe döktüğü görülmektedir. Bütün bu süreçlerde geçmiş anlatılar ve travmalar belirleyici olmakla birlikte “Çin yüzyılı” olarak tanımlanan 21.yüzyılda, Konfüçyüs Enstitüleri kültürel diploması faaliyetleri aracılığıyla Çin dilini ve kültürünü dünyanın çeşitli bölgelerine ihraç etme arzusunun önemli bir aracı olmuştur. Bu bağlamda hem yakın coğrafi konumda yer alması hem de hammadde ve doğal kaynak bakımından cazibe merkezi haline gelen Orta Asya’da gerek ekonomik gerekse kültürel faaliyetlerin ivme kazandığı görülmektedir.
***
[1] The World’s Largest Economies. WorldData info
[2] Ergenç, C. (2014). Çin’in yükselişi. Ş. Kardaş & A. Balcı (Ed.) Uluslararası İlişkilere Giriş: Tarih, Teori, Kavram ve Konular içinde (437-446. ss) İstanbul: Küre Yayınları.
[3] Spencer, J. (2013). The search for modern China. New York: W.W. Norton&Company.
[4] Demirci H. (2022) Ontolojik güvenlik yaklaşımı kapsamında ABD dış politikasında Hint-Pasifik stratejisi. Yüksek Lisans Tezi. Milli Savunma Üniversitesi, Atatürk Stratejik Araştırmalar Enstitüsü.
[5] Leverett, F.& Bingbing, W. (2016). The new silk road and China’s evolving grand strategy. The China Journal. (77), 110-132.
[6] Sarker, M.N.I., Hossin, M.A., Yin, X.H. & Sarkar, M.K.(2018). One belt one road initiative of China: Implication for future of global development. Modern Economy. (9), 623-638.
[7] Allison G. (2015). The Thucydides trap: Are the U.S. and China headed for ar? The Atlantic. https://www.hks.harvard.edu/publications/thucydides-trap-are-us-and-china-headed-war
[8] Vural, C. & Aydın, H. (2019). Dolar diplomasisi ve borç tuzağı diplomasisi: ABD ve Çin örneklerinin karşılaştırılması. International Journel of Political Studies. 5(3), 175-194.
[9] Duran, H.& Yılmaz, K. K. (2020). Çin’in küresel hegemonya yarışında konfüçyüs enstitüsü ve küresel şirketlerin önemi. Strategic Public Management Journal. 6(11), 77-90.
[10] Kerimoğlu Y. (2019). Çin’in Orta Asya politikaları. İNSAMER. 8 Eylül 2022 tarihinde https://insamer.com/tr/cinin-orta-asya-politikalari_1942.html adresinden erişildi.
[11] Önal B. (2020) Çin’in kültürel diplomasisi: Konfüçyüs Enstitülerinin rolü ve eleştiriler. International Journal of Politics and Security (IJPS). 2(4), 217-245.
[12] Kerimoğlu Y. (2019). Çin’in Orta Asya politikaları. İNSAMER. https://insamer.com/tr/cinin-orta-asya-politikalari_1942.html
HABERE YORUM KAT