‘Cihatçı Teröristler’ Demokratik İşgal ve Laik Despotizme Neden Direniyor?
Hiç birinin cesaretle ortaya atılıp Baas rejimi namına iş gören bir Şebbiha olduğunu veya Muhaberat hesabına çalıştığını itiraf etmesini beklememiz normal değildi. İdeolojik-siyasi bağlantıları sebebiyle Sovyet Sosyalist sisteminin çürüyüp kokuşarak tarihin çöplüğüne doğru tepildiğini inkâr edeceklerini az çok bilebilmemiz gerekirdi.
Bu dönemde de seküler hayat tarzlarının devlet kapitalizmini yeniden üreten Rusya-Çin merkezli bir siyasal manipülasyonu anti-emperyalist duruş diye pazarlamaktan başkaca bir seçeneğe müsaade etmeyeceğini de çok önceden öngörmemiz gerekirdi. Kişi ve grupların, ideoloji ve örgütlerin karakter analizini yapmakta hiç de başarılı olduğumuz söylenemez.
Şaşılacak husus ise tam da şuydu: 80’li ve 90’lı yıllar boyunca devlet imkânlarını seferber ederek ajite ettikleri “Gericiler, İran’a!” söylemlerinin 2010’dan itibaren sökün eden bölgedeki halk ayaklanmalarıyla birlikte Irak ve Suriye’deki İran askeri müdahalesinin Türkiye’ye de uzanması için dilek tutmaya dönüşeceğini kim bilebilirdi? Ancak bütün bunlar ve daha fazlası, en rezilce söylem ve eylemler silsilesi halinde bu ülkede yaşandı, yaşanıyor.
Baksanıza halkı cahil addedip askeri vesayetle ilerici yapma, askeri darbe marifetiyle aydınlatma, despotik eğitim kurumlarıyla laik-demokratik ilkelere sadık kılmaktan zevk duyan Kemalist cephenin yedeğindeki sol-sosyalist aktör ve örgütler, Beşşar Esed ve Vladimir Putin’den Abdulfettah Sisi ve Kasım Süleymani’ye kadar bütün katillerle işbirliği yaparak Müslüman halkların iradesine karşı savaş yürütüyorlar.
Zorbalar İçin Güzelleme, Direnenler İçin Karalama
Riyakârlık paçalarından akıyor çünkü telaffuz ettikleri her kavramı kirletiyorlar. Lakin utanma duygusuna dair hiçbir emare göstermiyorlar. Rusya ve İran’la bir olup Esed rejimi Suriye halkına karşı katliama giriştiğinde “egemenlik hakkından doğan meşru müdahale” sınıfına sokuluyor derhal. Sivil halka veya sivil halkın can güvenliğini temin eden TSK’ya yönelik kanlı saldırılara misilleme yaptığındaysa “savaş çözüm değil, Esed’le masaya oturup anlaşmamakta diretmek Amerika ve İsrail’in tuzağına düşmektir” plağı devreye sokuluyor. Yine öyle oldu ve bundan sonra da böyle devam edecek.
Sorun Türkiye’nin askeri veya siyasi sahada sergilediği eksikleri, yanlışları, çelişkileri eleştirmek ve karşı çıkmaktan kaynaklanmıyor elbette. Meselenin krize dönüşümü, Rusya ve İran hesabına Esed rejimi sözcülüğüne soyunanların ateşten kaçan Suriye halkına sahip çıktığı için Türkiye’nin askeri ve siyasi tavrına cepheden saldırmalarından kaynaklanıyor. Esas itibariyle Türkçü ve Atatürkçüler ama Müslüman halkın iradesini parçalayıp ezmek üzere PKK-PYD’ye de rahatlıkla yatırım yapabiliyorlar. Laik-seküler hayat tarzına taparcasına bağlılar fakat Müslüman halkların iradesini bastırmak üzere fanatik Şiiliğin hegemonyasını genişletmeyi hedefleyen İran’ın askeri zaferlerini Mehdi’yi bekler gibi umutla bekliyorlar.
28 Şubat darbesinin bütün evet bütün bileşenleri Esed rejiminin zaferi ve Suriye’deki İslami direnişin ezilmesi için durumdan vazife çıkarıyorlar. En ağır askeri varlıklarıyla bölgeye çöken Rusya ve İran’ı her durumda haklı çıkarma gayretkeşliklerinin temelinde İslamcı dalgayı ezme hırsları yatıyor. Seçime, halkın iradesine, hukukun üstünlüğüne karşı Esed, Sisi, Hafter gibi askeri cuntalara omuz veriyorlar. Peki, suçlu kim? Tabii ki darbeciler, despotik sistemler, işgal ve katliam rejimlerine karşı direnen Müslüman halklar. “Cihadist” gibi, “cihatçı terörist” gibi ithamlar uydurup kamuoyunun üzerine boca ederken şehirlerin yakılıp yıkılarak yüz binlerce insanın katledilmesinden, milyonlarca insanın mülteci durumuna düşürülmesine sebep olan barbar rejimleri koruyup kollamayı hedefliyorlar.
Kâfirler ve Katiller Birbirini Kolluyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu hafta yaptığı bir değerlendirmede Esed rejimin Rusya ve İran’ı Suriye’ye davetinden daha meşru olanın Suriye halkı tarafından Türkiye’nin bölgeye daveti olduğunu yineledi. Erdoğan’ın vurgusu sadece sınır güvenliğini değil “kardeşlerimizin güvenliği” de sağlamaya yönelikti. Türkiye’nin mevcut çarpık denklemi bozma kararlılığı Esed Rejimini tümüyle İdlib’in dışına çıkarma sözünü teyid ederken Erdoğan şöyle bir cümle kurdu: “Rusya'nın kendi halkına düşman bir rejime toprak kazandırma çabası, suni solunumla onun ömrünü uzatma gayretinden başka bir şey değildir. Bir süre sonra suni solunum da işe yaramayacak, rejim tümüyle bir celsede inşallah cesede dönüşecektir.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir taraftan “dostum Putin” gibi hitaplarda bulunsa ve Rusya ve İran’la yapılan Astana ve Soçi mutabakatlarına sık sık sadakat vurguları yapsa da Türkiye “Esed rejimini tümüyle cesede dönüştürmekte” son derece kararlıdır. Sadece sınır bölgelerinin değil 81 vilayetin ve 83 milyon vatandaşıyla Türkiye’nin huzur ve güvenliği için PKK-PYD gibi Esed rejiminin de coğrafyadan temizleneceğine ilişkin ifadelerin yoğunlaşması son derece önemli bir göstergedir.
Türkiye “daha önce de çok dillendirildi bu tür tehditler, Rusya ve İran izin vermez Esed’in yıkılmasına” frekansından yapılan değerlendirmelere haklılık kazandıracak, zaman içerisinde sözün değerini aşındıracak oyalanmalara daldıkça hem askeri ve siyasi olarak hem de ahlaki ve toplumsal zeminde kaybedecektir. Moskova’da veya Münih’te yapılan Türkiye-Rusya heyetler arası görüşmelerde geri adım veya zamana yayma anlamına gelecek her protokol Türkiye’yi geriletecek, Rusya ve İran’ı sahada daha güçlü bir hegemon güç haline getireceği gibi ‘ceset’ diye tabir edilen Esed’e hayat öpücüğü olacaktır. 28 Şubat’ın darbeci generalleriyle beraber medya ve akademideki uzantıları da Esed ve Rusya çözüm adına Türkiye için tümüyle tuzak anlamına gelen önerilerde bulunuyorlar.
28 Şubat darbe sürecinin organizatörleri tarafından Türkiye’ye önerilen “M4-M5 karayolunun kuzeyinde yeni bir ateşkes hattı” ve “TSK Gözlem Noktalarının yerlerini güncelleme” gibi iki kritik adım, Soçi ve Astana’yı kurtarmaktan önce Esed rejimi, Rusya ve İran’a teslim olmaktır. Kâfir ve zalimlerin sözcüsü olduğu aşikâr aktörler İdlib’te “teröre karşı ortak mücadele” önerirken Türkiye’ye lejyonerlik teklif etmektedirler.
Amerika ve Avrupa’nın lejyoneri olmayı reddeden Türkiye neden Rusya, İran ve Esed rejimin lejyoneri olsun ki!? Suriye halkını katili Esed yenilip yıkılınca, işbirlikçi ve katil Esed rejimini muktedir kılmak adına Suriye’ye devasa askeri varlıklarıyla çöken Rusya ve İran orduları Suriye’den def edilince Amerika ve İsrail değil, başta Suriye ve Türkiye olmak üzere bütün Müslüman halklar kazanacaktır inşallah.
(Yazarın Yeni Akit’teki köşesinde yayınlanan yazısının Haksöz-Haber için genişletilmiş halidir)
YAZIYA YORUM KAT