Cihad, Harp, Muharebe, Kıtal ve Meşruiyet
Ankara Özgür-Der'de düzenlenen konferansta Hamza Türkmen, “Cihad, Harb, Muharebe, Kıtal ve Meşruiyet” başlıklı bir sunum yaptı.
Hamza Türkmen, 17 Ocak Cumartesi günü Ankara Özgür-Der Şubesi’nde “Cihad, Harb, Muharebe, Kıtal ve Meşruiyet” başlıklı bir konferans verdi.
İslam’ı yaşama ve mücadele konusunda kulluk görevimizde imtihan edilmek için yaratıldığımızı hatırlatarak konuşmasına başlayan Türkmen, bu konulardaki ilk tercihi nefsimizin fucr ve takva eğilimleri arasında yaptığımızı belirtti. Ancak Rabbimizin vahyi ile iyiden yana şereflendirilen Müslümanların da İslami mücadele alanına tekabül eden vahyin kavramlarını ve Kur’an ahkamını bilmeleri, doğru kavramaları gerekliliği üzerinde durdu.
Türkmen, Kur’an’ın bir hayat tarzı önerdiğini, bu amaç doğrultusunda yapılan mücadelede muhkem ayetlerin ve Resul-u Ekrem’in mütevatir sünnetinin temel ölçü edinilmesini ve ancak bu ölçü ile Resulullah’a atfedilen rivayetlerin; ayrıca sıddıkların, salihlerin, şahidlerin yaşanmış mücadele birikimlerinin tedebbür edilmesi gerekliliğine işaret etti.
İnsanları zulumattan kurtarmak için inzal olan Kur’an’ın ilk tebliğcisinin insanları kalkıp uyardığını ve Rabbimizi tekbir ettiğini hatırlatan Türkmen, vahyi sosyal planda tanıklaştıran ilk şahidin de Resul-u Ekrem olduğunu belirttikten sonra şunları söyledi:
Zikir bir öğüttü, Fayda verse de vermese de hatırlatılmalıydı. Ama Ğasiye Sûresi’nde de belirtildiği gibi Resul zorlayıcı değildi. Fussilet Sûresi’nde üzerinde durulduğu gibi kötülüğü en güzel şekilde savıyordu. Önemli olan En’am Sûresi 162. ayette de belirtildiği gibi sahih bilgi ve bilinçle adanmışlığı yakalayabilmekti.
Kafirler, Rabbimizin Kitab-ı Kerimi’nde belirttiği gibi müjdeci ve uyarıcı olarak gönderilen Resullere karşı hakkı batılla iptal etme mücadelesi vermişlerdir. Günümüz kafirleri de farklı değildir. Mağfiret ve rahmet sahibi Allah, onları acele bir azaba çarptırmak için muaheze etmiyordu. Ancak Bakara Sûresi’nde belirtildiği gibi insanları birbiriyle defetmesi olmasaydı, mutlaka yeryüzünde fesat çıkardı. İslami mücadelenin ve ıslah çabalarının açıklaması da bu ilahi tespitten kaynaklanmaktaydı. Ancak Allah ayetlerini tahfif eden insanlardan yüz çevirilmeli ya da onlarla oturulmamalıydı. Mekke Dönemine ait olan bu ikaz, güç ve imkana kavuşulduğu Medine Döneminde de Nisa Sûresi’nin 140. Ayetinde tekrarlanmıştı. Demek ki fiili saldırı olmadığı sürece vahye karşı koyan inkarcılar ile mücadele, fikri ve sosyo-kültürel alanda devam etmeliydi.
Kur’an’da İslami mücadeleyi en genel anlamda; ıslah için çaba gösterme, münkere karşı direnme ve benzeri anlamlara gelen CİHAD kavramı karşılar. Bu kavramın ilk kullanıldığı Furkan Sûresi’nde de, kafirlere itaat edilmemesi ve gizli özne olarak Kur’an’la onlara karşı büyük bir cihad verilmesi istenmektedir. Cihad’ın nefisle, şeytanla ve fiili düşmanla yapılacağına dair ayetlerden örnek veren Türkmen, Rabbimizin Ankebut Sûresi’nde uğrunda cihad edenleri, yollarına ulaştıracağını bildirdiğini söyledi. Cihad kavramının kıtal kavramını da içinde barındırmakla beraber tebliğ, sabır, infak, ıslah, şaühidlit görevi gibi daha geniş bir anlam taşıdığını vurguladı.
Oruçluyken kadın erkek ilişkileri, boşanma safhası, miras ile ilgili ayetlerden örnekler vererek Rabbimizin ölçüsünü belirttiği sınırlara HUDUDULLAH dendiğini; Allah’ın sınırlarını/hududlarını koruyan müminlerin de Tevbe Sûresi’nde müjdelendiğini belirten Türkmen şunları söyledi:
İslami tebliğ, mücadele ya da savaş/kıtal anlamında yapılan eylemlere his ve duygularla veya sosyolojik gözle değil, şer’i gözle, yani hududullah çerçevesinde bakılması gerekir.
Fakihlerin önemli bir kısmının “Muharebe” kitabı ile “Cihad ve Kıtal” kitabını ayrı tutmaktadırlar. Zira Kur’an’da 4 yerde geçen HARB, daha ziyade kirli savaş, tecavüz ve soygun anlamında kullanılır. Maide Sûresi’nin 64. ayetinde geçen “Harb ateşini tutuşturmak” ifadesi de psikolojik savaş dahil her türlü savaşı kapsar. Ahzab Sûresi’nin 60. ayetinde geçen “Murcif” ifadesinin de benzer bir anlamı vardır. Barış, silm karşıtı olan MUHAREBE kelimesi de Harb kavramından türemiştir ve “Harb ve Muharebe” kelimeleri “Katl ve Mukatele” kelimelerinin eş anlamlısı değildir. Katl öldürmeyi, KITAL ise karşılıklı öldürmeyi, çarpışma veya savaşı ifade eder.
Muharebe, Kur’an-ı Kerim’de bir Mescid-i Dirar’la ilgili ayette; bir de Allah ve Resulü’ne tavır alıp fesat ve bozgunculuk çıkartanlarla ilgili kullanılmıştır. Maide Sûresi’nin 33. Ayetinde Allah ve Resulü ile Harb edenlerin cezası da belirtilmiştir: “Öldürülmeleri veya asılmaları, ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesi ya da bulundukları yerden sürülmeleri.” Bu ayeti Hasan Basri, Zemahşeri ve Reşid Rıza’dan yaptığı aktarımlarla izah eden Türkmen, konunun ya Muhammed Ümmeti’nin güçlü ve hakim olduğu ya da ümmetin ululemrinin hakim olduğu bölgede geçtiğini belirtti.
Zulmedilen Müslümanlara Hacc Sûresi ile KITAL izninin Rabbimiz tarafından verildiğini belirten Türkmen, bu ilk izni Bakara Sûre 190. ayete de bağlayanların olduğunu hatırlattı. Bu ayette de Müslümanlarla “Kıtal edenlerle fisebilillah çarpışın, fakat haksız taarruz etmeyin” buyrulmaktadır. En’am Sûresi’nin 162. ayetinde belirtildiği gibi, Kıtal’ın da bir adanmışlık olduğunu ve Nisa Sûresi 74. ayette belirtildiği gibi ahiret hayatı karşılığı üstlenildiğini belirten Türkmen, “Fitne kalmayıncaya ve din, Allah için oluncaya kadar savaşın” ayeti üzerinde durdu. Buna göre kıraat imamı Asım ve diğer bir çok kıraate göre buradaki “savaşın” ifadesi , öldürün yani “katilu” değil, “kâtilu”dan gelmektedir. Savaşmak içinde fiili savaş da, psikolojik savaş da vardır. Aynı zaman da savaş barış şartlarını da içinde barındırır; ama öldürün ifadesi tek boyutludur.
Harp ve kıtal konusunda tedbir içeren ayetlere de değinen Türkmen, Resul-i Ekrem döneminde kıtalde safhaları üç alanda değerlendirdi.
Birincisi: Kureyşlilere karşı savunma savaşı veya anlaşmalarını bozdukları için yapılan savaşlar, bir de ellerinde bulunan mustazaf erkekler, kadınlar ve çocuklar için yüklenilen kıtal sorumluluğu.
İkincisi: Ahidlerini bozdukları ya da birlikte yaşamak için cizye vermeye mecbur bırakmak için Ehl-i Kitab’la yapılan savaşlar.
Üçüncüsü: Tevbe Sûresi 36’da belirtildiği gibi bölgedeki diğer müşrik kabilelerin topyekun saldırısına topyekun cevap vermek için yapılan savaşlar.
Kıtal konusunda yanlış anlamalara, aşırı yorumlara da dikkat çeken Türkmen, seyf ayeti olarak bilinen Tevbe Sûresi’nin 5. ayetindeki “Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün” hükmünün genelleştirilemiyeceği; siyak ve sıbakına bakıldığında bunun müşriklere ahidlerini bozdukları için açılan savaşla ilgili bir hüküm olduğu, eğer tevbe edip, namaz kılıp zekat verirlerse serbest bırakılacakları, ahidlerine sadık kalan müşriklerin müstesna tutulduğu hatırlatmalarında bulundu. Ayrıca bu ayetle müşriklere tebliğ, mühlet verme, ilişki kesme gibi ayetlerin nesh olduğunu iddia eden selef alimlerinin ve bugünkü bazı cihadcı yaklaşımların büyük bir vebal altında olduğunu, Kur’an ayetlerinin iptal edilmesinin düşünülmesinin müşriklerin tutumuyla aynı parelele düşeceğini belirtti.
Uhud Savaşı’na çıkmadan önce Âl-i İmran Sûresi 143. Ayette belirtildiği üzere “Ölümle karşılaşmadan onu temenni ediyordunuz” ikazının ölümü teşvik anlamına gelmeyeceğini; hatta Muslim ve Ebu Davut hadislerine, Keşşaf ve Kadı Beydavi’nin açıklamalarına dayanarak bu Uhud gönüllülerine bir sitem içerdiğini aktaran Türkmen, şehidlik öldürülmeyi istemek değil, vahiyle adanmış bir şekilde tanıklığı yaşamlaştırmak olduğunu hatırlattı. Ahzab Sûresi 23. ayette de görüleceği gibi adağını, nahbeyi ödemek veya ödemek için beklemek bir adanmışlık halini ifade eder. Bizatihi bu adanmışlığın şehidlik olduğunu; zaten bu adanmışlık yani şehidlik içinde ölünürse zaten şehid olunacağını ve şehidlik ve şuheda ifadelerinin Kur’an’da öncelikle yaşayan ve vahye tanıklık yapan mü’minler için kullanıldığını belirtti.
Özetlemeye çalıştığımız bu konuşmasını Hamza Türkmen, İslami mücadelenin en genel kavramı olan Cihad’ı hangi tarih ve toplum değerlendirmesinden sonra ve hangi strateji ve istikamet doğrultusunda kullandığımızı sorarak sonlandırdı:
Yeniden imana, Resul’e ve Kitab’a davet edilen ümmeti uyandırmak, ıslah ve inşa etmek stratejisi doğrultusunda mı; yoksa hududullah konusunda sıkıntıları olan, tutarlı bir tarih ve toplum analizine sahip olmayan topyekun savaş algısı ve aceleciliği ile üretilen küresel cihad stratejisi doğrultusunda mı?
Ve son vurgu olarak da hududullahı korumanın mü’minlerin görevi olduğunu hatırlatıp, Maide Sûresi’nin 8. ayetinde geçen “Bir topluluğa beslediğiniz düşmanlık, sizi adaletsizliğe sevketmesin” hükmünü zikrederek konuşmasını nihayetlendirdi.
Konuşmadan sonra konuyla ilgili konuyu irdelemeye dönük katkılar oldu ve ilgili sorular cevaplandırıldı.
HABERE YORUM KAT