Çifte propaganda!
Okurken sizin içinizden de öyle bir duygu geçti mi bilmiyorum. Ama inanın, Etyen Mahçupyan'ın "Hrant'ın parazitleri" yazısı, henüz akıl sağlığımın henüz kaybolmadığını gösterdiği beni çok rahatlattı.
Çünkü aynı insanların, bir yandan Hrant davasında 'örgüt' çıkmadığı için dünyayı ayağa kaldırırken, diğer yandan eldeki birçok verinin cinayetin arkasındaki yapı olarak işaret ettiği Ergenekon'a 'fasa fiso' muamelesi yapması karşısında akıl sağlığımdan kuşku duymaya başlamıştım.
Halbuki her şey şüpheli olsa da şu iki bilgi itiraz edilemeyecek kadar netti: Malatya'daki misyoner ve Trabzon'daki Rahip Santoro cinayetleri ile Dink'in katledilmesi olayından Kafes Eylem Planı'nda 'operasyon' diye söz ediliyordu. İşte o plandaki kritik cümle: "Rahip Santaro, Malatya Zirve Yayınevi ve Hırant Dink opearasyonları sonrasında, Türkiye'de yaşayan gayrımüslimlerin irticai grupların hedefinde olduğu yönünde kamuoyu oluşmuş..." Ayrıca Dink'in yargılandığı mahkemede gölge gibi izleyip tehdit eden iki isim, şu anda Ergenekon davasından Silivri'de yargılanan Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz'den başkası değildi.
Ama bu isimlerin yargılandığı Ergenekon davasını boşa çıkarmak için yurtiçinde ve yurtdışında seferber olan çevreler, Türkiye'nin AK Parti ve Cemaat eliyle muhaliflerin susturulduğu, gazetecilerin hapse tıkıldığı veya öldürüldüğü bir korku imparatorluğuna dönüştüğünün delili olarak Hrant'ı kullanıyordu. Halbuki önce 'kâğıt parçası' denip sonra aslı ortaya çıkan İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nda açıkça belirtildiği gibi, bu çevrelerin suçladığı iki yapı da ismen Ergenekon'un hedef tahtasındaydı. Yani, nasıl Hrant bu karanlık yapının kurbanı ise AK Parti ve Cemaat de öyle kurbandı. Üstelik Ergenekon belgelerine bakılırsa, Hrant asıl iki hedefi ortadan kaldırmak için seçilmiş ikincil bir kurbandı. Danıştay saldırısında hayatını kaybeden İkinci Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin gibi.
Star Gazetesi'ne konuşan Erhan Tuncel, bakın Hrant'ın neden hedef seçildiğini nasıl anlatıyor: "2009 yılında tamamlanması düşünülen bir darbe planı vardı. Hükümeti uluslararası alanda yalnızlaştıracak, güvenlik bürokrasisini altüst edecek çok ince planlanmış bir cinayet işlenmek istendi. Hrant Dink'in seçilme nedeni ise Türkiye'yi dışarıda iyi temsil ediyor olmasıydı. Dink, Türkiye'yi zor durumda bırakmak isteyen ulusalcıların hedefiydi."
Düşünebiliyor musunuz, Ergenekon denilen yapı; iktidarın özellikle Batı'dan aldığı desteği kesmek; Avrupa ile ilişkilerini bozmak; misyonerlerin boynunu kesen, Ermeni aydınları katleden görüntülerle İslamcı tehlikeye dikkat çekmek ve darbe ortamı oluşturmak için Hrant'ı tetikçileriyle katlediyor. Sonra dönüp, Hrant'ın öldürülmesi üzerinden Türkiye'nin bu 'İslamcı' iktidarın elinde demokrasiden uzaklaştığı kampanyasını yapıyor. Hrant Dink öldürüldüğünde en yakın arkadaşı olarak onun Agos'taki sorumluluğunu üstlenen; tutarlı bir şekilde hep demokrat olmuş Ermeni kökenli bir aydın olarak Etyen Mahçupyan'ın 'bu olaya girmeme' ilkesini de bir kenara bırakarak bu yazıyı yazmak zorunda kalmasının nedeni bu tuhaflık değil mi?
İçeride ve dışarıda neredeyse her gün tekrarlanan ve insanı akıl sağlığından şüphe ettiren bu olayın, psikolojik harp teknikleri içindeki karşılığı propaganda. 1954'te yazılmış Psikolojik Savaş adlı kitapta, propaganda şöyle tarif ediliyor: Askeri, ekonomik ve siyasi bir amaç için kitle iletişim araçlarını kullanarak hedeflenen grubun zihnini ve duygularını etkileme. Aynı eserde 3 türü şöyle anlatılıyor: Mesajın kaynağı belli ise beyaz; açıkça belli değilse gri; gerçekte bir çatışmanın karşı tarafından gelen ama dost kaynaktan gelmiş görüntüsü verilen yanlış bilgi ise kara propaganda. Konumuza uygularsak yapılan şu: Hrant'ı öldüren yapıya kol kanat gerip, onun ölümünü demokrasi ve özgürlükler adına bayraklaştırmak.
Türkiye'de yazıp çizen Ermeni asıllı birçok isim var ama bunlardan en tanınan ve Hrant konusunda en fazla konuşma hakkına sahip olan Etyen Mahçupyan ve Markar Esayan ısrarla bir noktaya işaret ediyor. Ama içeride ve dışarıda bir koro ısrarla başka bir yöne işaret ediyor. Hrant'ın gerçek dostları olarak onlar, 'Ergenekon' diyor. Hrant'ın parazitleri ise AK Parti ve Cemaat.
Diyelim, artan kutuplaşma yüzünden Türkiye içinde böyle anormal bir durum var. Peki en itibarlı kurumları temsil eden ve daha soğukkanlı olması gereken yabancı gazetecilere ne diyeceğiz? Hem bu konuyu hem Türkiye'nin düne göre demokratik açıdan daha kötüye gidip gitmediğini neden Mahçupyan, Esayan, İshak Alaton, Alper Görmüş, Yavuz Baydar, Ahmet Altan, Orhan Kemal Cengiz, Hasan Cemal, Yasemin Çongar, vb. isimlere sormuyorlar? Ezberin bozulmasından mı korkuyorlar, yoksa karşımızda sınırlarımızı aşan organize bir propaganda savaşı mı var?
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT