Çifte kavrulmuş provokasyon: Hem Kürt hem İslam
“Türk-Kürt çatışması arzulanıyor / Hizbullah’ı kışkırtıyorlar...”
Neşe Düzel’in Taraf yazarı ve eski başkomiser Emre Uslu’yla gerçekleştirdiği söyleşi 26 nisan tarihli gazetenin manşetinde yukarıda okuduğunuz başlıkla yayımlandı.
Söyleşinin devamından, Uslu’nun bu iddiasını nasıl açımladığını da hatırlayalım:
“USLU: AK Parti’yi iktidardan düşürmek için ekonomik kriz çıkarmayı denediler, olmadı. Şimdi aynı amaç için, Kürt-Türk çatışması yaratılmak isteniyor. Yumruklardan korkuyorum ben. Özellikle Kayseri’deki yumruğun arkasındaki organize hareketi görünce ve Hizbullah’ın derneği kapatılınca, korkularım daha da arttı.
DÜZEL: Hizbullah, geçmişte korkunç cinayetler işlemiş bir örgüt. İnsanlara domuz bağıyla işkence yapmış, ya da onları sokakta enselerinden tek kurşunla infaz etmiş bir örgüt... Sizce Hizbullah tekrar silaha başvurur mu?
USLU: Hizbullah’ın içinde şu tartışma da yapılıyordu. ‘Şûra kanadı’ denen, hapisteki kanat, ‘Bu devlete güvenilmez. Silahlı mücadeleyi bırakmayalım’ diyorlardı. Değişimciler ise, ‘silahlı mücadele çözüm değil. Silahı terk edelim’ diyorlardı. Kapatma kararı, silahlı mücadele taraftarlarının elini güçlendirdi şimdi. Eğer Kürt-Türk çatışması üzerinden bir operasyon planlanıyorsa, Mustazafder’in kapatılması kritik bir noktadır. Çünkü bugün Hizbullah, Güneydoğu’da çok daha güçlüdür ve tabana yayılmıştır. Mustazafder, çok ilginç bir zamanlamayla kapatıldı. Daha 18 martta dernek, Peygamber’e saygı etkinliklerinde Diyarbakır’da yüzbinlerce insanı meydanlarda topladı.”
“Kürt İslamcılığında ‘yeraltı’ dönemi bitti”
Daha ayrıntıları okumadan, başlığı görür görmez hafızam otomatik olarak 2006 kasımına, Nokta’nın ikinci sayısının kapak haberine kaydı ve “eyvah” dedim. Çünkü haber bir yandan başta Diyarbakır olmak üzere bölgenin tamamında pıtrak gibi çoğalan İslami dernek ve vakıfları tanıtıp “Kürt İslamcılığında ‘yeraltı’ döneminin bittiğini” müjdeliyor; bir yandan da dernek ve vakıf sözcülerinin ağzından, devletin bu gelişmeyi provoke etme ihtimalini tartışıyordu.
Nokta’nın tanımaya ve tanıtmaya çalıştığı yüzlerce dernek ve vakfın en önemlisi, hiç kuşkusuz “Mustazaflar ile Dayanışma Derneği – Mustazafder”di (“mustazaf”: ezilmiş, masum)...
Mustazafder’in önemi, adı telaffuz edildiğinde akıllara “domuz bağı” ve “mezar evler”den başka bir şey gelmeyen Hizbullah taraftarlarınca kurulmuş olmasından geliyordu.
Söylemesi ayıp olur mu, bilmiyorum: Genel yayın yönetmenliğini yaptığım Nokta’nın eski sayılarına ne zaman müracaat etsem, bu derginin Türkiye medyasında ne kadar önemli bir yer tuttuğunu bir kez daha görüyorum. Madem bir parantez açtım, Nokta’yla ilgili bir başka tesbitimi de aktarmak isterim size: Bana öyle geliyor ki, (sırasıyla) Genelkurmay’ın medya andıcı, Darbe Günlükleri, yine Genelkurmay’da hazırlanan “işbirliği yapılacak sivil toplum örgütleri” raporu gibi spektaküler siyasi haberler, Nokta’nın çok iyi bir “toplum” dergisi olduğu gerçeğini gölgeledi. Doğrusunu isterseniz, düzeltilmesinin artık imkânsız olduğunu bildiğim bu “bomba siyasi haberler yayımlayan dergi” imajından dolayı çok da mutlu değilim.
Şimdi size, Nokta’nın, kapak spotu “Kürt İslamcılığında ‘yeraltı’ dönemi bitti” olan haberinin giriş bölümlerinden geniş bir alıntı sunacağım. Böylece hem Nokta’nın Türk medyasında nasıl bir boşluğu doldurduğunun sembolik bir örneğini görecek, hem de Mustazafder’in kapatılmasını “porovokasyon” olarak değerlendiren Emre Uslu’nun neden haklı olduğunu anlayacaksınız...
Nokta, Kasım 2006
“Çok değil, birkaç yıl öncesine kadar Güneydoğu’da İslamcılık deyince akla Hizbullah ve PKK-Hizbullah çatışmasından başka bir şey gelmiyordu. Örgüt lideri Hüseyin Velioğlu’nun İstanbul Beykoz’da 17 Ocak 2000’de öldürülmesi ve bir bir ortaya çıkan ‘mezar evler’ sadece laik kamuoyunu değil, İslamcı ve dindar kamuoyunu da derinden sarsan bir tabloyu sergiliyordu. Binlerce insanın yargılandığı davalar, ‘Rahşan affı’yla gündeme gelen pişmanlık dilekçeleri ve ardından derin bir sessizlik…
“Sonra birdenbire 28 Ağustos 2006’da Radikal gazetesinde Neşe Düzel’in söyleşisinde, bölgenin saygın isimlerinden eski RP’li ve ANAP’lı Haşim Haşimi’nin çığlığı yükseldi: ‘Bölgede radikal İslam ilerliyor, ama kimsenin umurunda değil!’ Bu söyleşiden bir ay sonra, kapatılan DEP’in genel başkanlarından, eski milletvekili Hatip Dicle, Haşimi’yi onaylıyor ve durumun çok vahim olduğunu vurguluyordu. Eylül ayında bu gelişme, dünyanın en saygın uluslararası haftalık dergilerinden The Economist’in ‘Türkiye’nin Kürt bölgelerinde radikal İslam yükselişte’ başlıklı haberiyle devam etti. Alman Deutsche Welle radyosu da benzeri bir haberi duyurdu.
“Danimarka’da yayımlanan ve büyük tepkiye yol açan Hz. Muhammed karikatürlerine karşı 16 nisanda Diyarbakır’daki ‘Hazreti Muhammed’e Saygı’ mitinginde biraraya gelen 130 bin kişi, ‘Kuran-ı Kerim Ziyafetleri’, ‘Kutlu Doğum Haftası’ ve Filistin mitingindeki coşkulu kalabalıklar, aslında medyanın ilgisini Güneydoğu’ya çekmeye yeter de artardı bile. Ama bugüne kadar Neşe Düzel’in Haşim Haşimi ve Hatip Dicle söyleşileri dışında, basında ne bir habere, ne de bir yoruma rastlandı. ‘İrtica’ haberlerinin 28 Şubat dönemini hatırlatırcasına arttığı son günlerde bile, konu Türkiye medyasının ilgi alanına giremedi.
“Nokta olarak, bu ‘boşluğu’ doldurmak amacıyla, 10 uzun gün Güneydoğu’yu dolaştık; derneklerle ve öne çıkmış isimlerle konuştuk, sorduk, soruşturduk. Gördüğümüz, yüzlerce dernek-vakıf çatısı altında örgütlenmiş, ilahi korolarından aylık dergilere kadar pek çok iletişim aracına sahip, yoksullara yardımdan fuhuş ve uyuşturucuyla mücadeleye kadar son derece zengin bir yelpazede faaliyet gösteren bir İslami STK’lar topluluğuydu. Bunun karşısında ise kitlelerle bağının zayıflıyor olduğunu itiraf etmekten çekinmeyen ve bu İslami STK’ları kendileri için tehdit olarak gören seküler Kürt milliyetçileri ile özellikle DTP çevresi var.”
“Tersi olursa yine yeraltı dönemi başlar”
Bu geniş dosyayı bugüne bağlayan unsur ise, yukarıda da bir cümleyle değindiğim gibi, Kürt İslamcılığında şiddeti ve silahlı mücadeleyi reddeden, “siyaset”i öne çıkaran bu yeni akımın “devlet” tarafından provoke edilme ihtimali üzerine söylenenlerdi.
Mesela, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Diyarbakır İl Başkanı Abdurrahman Kurt... Şimdi Diyarbakır milletvekili olan Kurt, yeni gelişmeyi şöyle tanımlıyordu: “Demokratik süreç geliştikçe, bu kesimler de kendilerini herkes gibi sivil toplum örgütleri çerçevesinde ifade etmeye başladı. Bundan önce ise bu bölgede yeraltı örgütlenmeleri dışında kimseye hayat hakkı tanınmıyordu. Mesele aslında bundan ibaret...”
Fakat Abdurrahman Kurt, bir yandan da, devletin bu yeni “irade” karşısında eski usül “bastırma” refleksleri göstermesi durumunda, onların da eski usül yöntemlere geri dönmeleri ihtimalinden söz ediyordu.
Bu çerçevede çok daha net bir ifade, Saadet Partisi’nin gayrı resmî gençlik kolu gibi çalışan Anadolu Gençlik’in Diyarbakır Tanıtım Başkanı Selahattin Özer’den gelmişti: “Geçmişteki şiddet ortamında kendi içine kapanan İslami çevreler artık kendisini dernekler düzeyinde ifade ediyor. Tabii bakalım devlet buna ne kadar müsaade edecek. Devlet halka barışçıl şekilde yaklaşırsa kimse illegal bir yapıya kaymaz. Ama tersi olursa yine yeraltı dönemi başlar.”
Selahattin Özer’in son iki cümlesine, günümüzdeki gelişmeler açısından bir daha bakalım...
Birinci cümle: “Devlet halka barışçıl şekilde yaklaşırsa kimse illegal bir yapıya kaymaz.” (Gerçekten de öyle oldu, devlet halka barışçıl şekilde yaklaştı ve kimse illegal bir yapıya kaymadı.)
İkinci cümle: “Ama tersi olursa yine yeraltı dönemi başlar.”
Mustazafder’in kapatılması, “tersi”nin olmaya başladığına dair çok önemli bir işaret... Bir süre sonra ortada silahlı Hizbullah militanları görmeye başladığımızda gözümüz sadece onları görecek, “devlet”in bu işteki dahlini hiç hatırlamayacağız bile...
TARAF
YAZIYA YORUM KAT