Ahmet Altan

Ahmet Altan

Yazarın Tüm Yazıları >

Ciddiyet

11 Kasım 2011 Cuma 10:36A+A-

Sabah erkenden kalktım.

Gazeteleri okurken bir yandan da televizyonda Van’daki ikinci depremle ilgili haberleri ve yorumları dinliyorum.

İnsanları ne kadar kolay öldürdüğümüz her konuşmada biraz daha anlaşılıyor.

İkinci depremde yıkılan o altı katlı otel için bir profesörler heyeti, “içinde oturulur” diye rapor vermiş.

O raporu neye dayanarak vermişler?

Görgü tanıkları merdivenlerde birinci depremden sonra çatlaklar oluştuğunu, asansörün çalışmadığını söylüyorlar.

Bir uzman, “Asansörün çalışmaması zaten ilk depremden sonra binada bir çarpılma olduğunu gösteriyor,” diyor.

Otel 1964’te yapılmış.

Belli ki ne o zaman, ne de daha sonra denetlenmiş.

Altı katlı, koskoca bir otelden söz ediyoruz, her gece insanların kalabalıklar halinde gelip kaldığı bir binadan.

Ölüm kapanına sokar gibi sokmuşlar insanları o binaya.

Ne belediye aldırmış, ne Van’daki devlet görevlileri, ne Ankara’daki yetkililer.

Yıkılan otelin görüntüleri var, çatısı yere yapışmış, bina kum gibi dağılıp yok olmuş.

Hem de 5.6’lık bir depremde.

Bir bakanın, ilk depremden sonra “Az hasarlı binalara girin” diye fetva verdiği anlatılıyor.

“Girin” demiş bakan, bakana inananlardan onu bugün artık yaşamıyor, bir bakana inanmanın bedeli bu yaşadığımız ülkede.

Televizyondaki yıkılmış binalara, ölen insanlara, enkazda çalışanlara bakarken birden görüntü değişti.

Televizyon Ankara’ya bağlandı.

Ankara’da Atatürk’ün ölüm yıldönümünde yapılan anma töreninin görüntüleri var.

Binlerce subay, yüzlerce siyahlar giyinmiş adam.

Büyük bir ciddiyetle taş merdivenleri tırmanıyorlar.

Bu iki sahneyi arka arkaya seyredenler ne düşündü bilmiyorum ama ben, “şuradaki ciddiyetinizin binde biri gerçek olsaydı bugün insanlar Van’da ölmeyecekti” diye düşündüm.

Ta kurulduğundan beri inanılmaz bir gayrıciddiyetle yönetilip, inanılmaz bir ciddiyetle törenlerin yapıldığı “sahte” bir ülke burası.

İş törene geldi mi ciddiyetten geçilmiyor, selamlar, bayraklar, emirler, komutlar, siyah elbiseler, çakı gibi duruşlar, oturaklı konuşmalar.

O törenin arkasında ne var peki?

Küçücük bir depremde un ufak olan binalar, ölen insanlar.

Vanlılara yardıma gelen insansever Japon da ölmüş.

Onca badireden geçmiş, bilmem kaç deprem görmüş, insanlar kurtarmış o Japon, kendi ülkesinde asla önemsenmeyecek minicik bir depreme Türkiye’de yakalandığı için öldü.

Sanki hayat, gerçeği suratımıza çarpmak istiyor, Van’daki felaketle, Ankara’daki törenler sırayla ekrana geliyor.

Bir Ankara, bir Van.

Siyah elbiseli ciddi adamlar, o adamların yönettiği ülkede yıkılan binalar.

O binalarda ölen insanlar.

Burada devlet denen şey bir tür “dekor” gibi; bakıyorsun, görüyorsun, seyrediyorsun ama kulisine geçtiğinde beton yerine kumdan yapılmış binalar, binaları denetlemeye lüzum görmemiş yetkililer, yanlış ya da sahte raporlar vermiş profesörler ve onların kurbanı olan ölüler buluyorsun.

Bu Ankara’daki adamların ciddiyeti kadar gayrıciddi bir şey herhalde yeryüzünde az bulunur.

Bütün devlet bu işte, bir tören ciddiyeti sadece.

Bütün Cumhuriyet’in tarihi bu...

Halkına, insanına aldırmamak, tören kıtası düzmekte gösterdiği özenin binde birini bina denetlemekte göstermemek.

İnsanları ölüme terk etmek.

Gerçeğin ne olduğuna hiç aldırmadan “az hasarlı binalara girin” diye fetva vermek.

Enkazın arasında tozlar içinde cenazeler yatıyor.

Sahne değişiyor, siyah elbiseli adamlar, üniformalı subaylar yürüyor.

Ankara’daki yöneticiler çok ciddi.

Van’daki binalar da kumdan.

Ankara’dakiler rap rap rap yürüyor, Van’dakiler ölüyor.

Profesörler “yıkılmaz” demiş, bakan “girin, oturun” demiş.

Onlara inananlar bir morgda yatıyor şimdi.

Bir bina değil, aslında harcına kum konmuş bir cumhuriyet yıkılıyor.

TARAF

YAZIYA YORUM KAT