CHP'nin 'Türk Metal' ile sınavı
Bir iki kere değinmiştim. Nasıl oluyordu da, RTÜK Kanunu'nun “Kuruluş ve Hisseler” başlıklı 29. maddesi ortada dururken bir sendika televizyon kanalı sahibi olabiliyordu?
Kanun'un söz konusu maddesinin “a” fıkrası şöyle:
“Siyasi partiler, dernekler, sendikalar, meslek kuruluşları, kooperatifler, vakıflar, mahalli idareler ile bunlar tarafından kurulan veya bunların ortak oldukları şirketler, iş ortakları, birlikler ile üretim, yatırım, ihracat, pazarlama ve finans kurum ve kuruluşlarına radyo ve televizyon yayın izni verilmez; bu kuruluşlar radyo ve televizyon yayın izni almış şirketlere ortak olamazlar.”
Tamam, şimdi denecektir ki, Ama o (ART) kanalının sahibi olarak Türk Metal Sendikası gözükmüyor ki. Onun bu televizyon kanalı ile ilgisi sadece, ekranda genel başkanının Cumhuriyet gazetesinden Mustafa Balbay'ın yurt ve dünya sorunlarına ilişkin sorularını uzun uzun cevaplamasıyla sınırlıdır. Sendika genel başkanının bu televizyon kanalının “onursal başkanı” olması ise -yine sadece- kanalın “gönül borcu”nun bir ifadesidir.
Durum böyle olduğu için de demek ki RTÜK adlı bol yetki ile donanmış bir kurum -vazgeçtim ART'nin de aralarında bulunduğu bir takım kanalların hepten “ayrımcılık” kokan yayınlarına hiç değilse arada bir göz atmasından- “ART ile Metal İş arasındaki ilişkiler konusunda ortada çokça laf dolaşıyor, bir de ben bakayım şu işe” demiyor-diyemiyor.
29. maddesi ile bazı kurum ve kuruluşlara “yayın izni” vermeyen RTÜK Kanunu'nun, bu kurum ve kuruluşların bir televizyon kanalına “Beni yayınla, sana para vereyim” diyerek ekrana çıkmasına mani bir maddesi var mı bilmiyorum. Ama yoksa da olmalı mutlaka. Olmalı, yoksa aksi takdirde “al parayı ver düdüğü” esasına göre işleyen bir televizyon yayıncılığıyla karşılaşmamız imkan dahilinde olacaktır ki, bu işleyişe hiçbir medeni ülke izin veremez.
Bu son hususu (da) hatırlatıyorum, çünkü Türk Metal'in genel başkanı yakın bir zamanda yaptığı açıklamada, “Sözleşmelerle ART'ye reklam aldırdığım söyleniyor. Program yaptırıp para veriyormuşum. Verecem tabi çünkü program çekiyor. Örneğin falan televizyon 10 bin dolar veriyorsa ben ART'ye 5 bin dolar ödüyorum” diyordu.
Çizdiğim bu “sahipsiz Türkiye” portresinden RTÜK Kanunu'nun 29. maddesine bir tür “dokunulmazlık” atfettiğim sonucu çıkarılmasın. “Yayın izni” söz konusu olduğunda bu çerçeveye girecek kurum ve kuruluşlar çok daha makul bir sınıflandırmaya tabi tutulabilmesi tabii ki mümkündür, ama bu sorun bugün için bizi ilgilendirmiyor.
Türk Metal Sendikası Genel Başkanı Mustafa Özbek'in portresini bir kere de benim çizmeme gerek yok. 1975'den bu yana genel başkan olması bile, tek başına, ülkedeki sendikal oligarşinin gücünü iyi açıklıyor. Sendikacılık içine sığdırabildiği faaliyetleri de hatırlatmıyorum. Türkiye ile yetinmeyip KKTC'ye uzanan (bu ülkede metal-iş kolunda çalışan kaç işçi vardır acaba?) ve ederi milyonlarca dolarla ölçülen sendika dışı faaliyetler yani. Başkan'ın sendikasının ilkelerini tarif ettiği heyecanlı konuşmalar ile mutlaka karşılaşmışsınızdır. Vesaire…
Özbek'in gözaltına alınması karşısında CHP'nin sergilediği tavırdan söz etmek istiyorum asıl.
Şaşırdım diyemem ama bu kadarını tahmin edemezdim doğrusu.
Mustafa Özbek'in ART binası önüne gelerek söze “Ulusalcı olan herkese baskı var. Mustafa Özbek benim okuldan arkadaşım. Ulusalcılara baskı yapılıyor. Sıra medya ve sendikalara geldi” diyerek başlaması tahminlerimin dışındaydı açıkçası.
Bayram Meral'in yine “sendikalara baskı”dan bahisle “Böyle bir insanı susturmak ülkeye yarar değil zarar verir” açıklamasına tepkim ise böyle olmadı. Ülkedeki sendikal oligarşinin büyük demagoglarından birisi tarafından sarf edilen bu sözlere şaşırmadım. Yılmaz Ateş'in “Bu yapılan AKP faşizmidir, sendikal faşizme karşı sesini yükseltenler susturuluyor” açıklamasını da benzer bir tepki ile karşıladım.
Aslında bir “sosyal demokrat” partinin, gerektiğinde, sendikal hayatın üzerine gelen baskıların karşısına dikilmesinden tabii bir şey yoktur. Bugün artık eski günlerdeki yakınlıktan eser kalmamış olsa da, sendikal hayat ile sosyal demokrat partiler arasında işin ta başından beri var olan sıkı ilişki bu tür bir tepkiyi gerektirir. Ama CHP gibi -kimseye sormadan- kendisini “sosyal demokrat” ilan eden bir partinin bu sıkı ilişkiden (de) ne anladığı artık iyiden iyiye ortadadır. Bu “sosyal demokrasi”, kendisini gerçek anlamda sendikal hareket ile uzaktan yakından ilgili olmayan biçimde “milliyetçilik ve Atatürkçülük” üzerinden tarif edip var gücüyle “Metal Fırtına” işkolunda faaliyet gösteren bir “sendika” ile ünsiyet kurmuş ise işin rengi hepten değişmiştir. Açığa çıkan “rengi” tahmin ediyorsunuzdur muhakkak.
Bundan böyle artık emin olabiliriz ki, ağzından düşürmediği “sosyal demokrasi” idealini “Özbekistan” usulü bir sendikacılığa bağlayan bu parti, çalışanları temsil etmek gibi bir görev ve amaçtan kendi iradesiyle hepten el çekmiştir.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT