CHP'nin "normalleşme adımları" neden samimiyet testine tabi tutuluyor?
Mehmet Garip Tanyıldızı, Türkiye'de siyasetin normalleşme tartışmalarının doğru bir bağlamda ele alınması gerektiğini vurguluyor.
Mehmet Garip Tanyıldızı / Akşam
Normalleşmenin önündeki engel
Türkiye'de siyasal atmosferin yumuşak alanda istiva ettiği bir zaman diliminden söz edebilir miyiz?
Siyasal alanın normlarından yoksun olduğu tek parti dönemindeki sertliğini bağlam dışı kabul edip, çok partili hayata geçişten itibaren değerlendirmeye alabileceğimiz bu soruya, yüklemin biçimine göre olumlu bir cevap vermemiz mümkün değil.
Politikacıların üsluplarında nüanslara, toplumsal gerilim hattında farklı yoğunluk derecelerine rastlamakla birlikte, politik söylemlerde sertliğin, kitleler arasında ise çatışma ile kutuplaşmanın egemenlik sürdüğünü söyleyebiliriz.
Toplumun yekvücut ve kaynaşmış bir kitle olmadığını, romantik-hamasi anlatımların gerçekliği yansıtmadığını kabul etmek durumundayız.
Kimi zaman politikacıların söylemlerindeki sertliğin, aşağıya doğru kutuplaşmayı artırdığı kimi zaman da kitledeki çatışmacılığın yukarıya gerginlik olarak yansıdığı farklı dönemler yaşandı.
Bugün, siyasette "normalleşme" ve "yumuşama" eğilimlerinin gündeme geldiği bir dönemden geçiyoruz. Fakat verilen ılımlı mesajların ardından gelen sert ve popülist açıklamalar "Normalleşme bitti mi?" tartışmalarına sebep oldu.
Bu noktada, hem geçmiş hem de günümüz için, siyasal ve toplumsal alanda müzakere edebilmeyi, konuşabilmeyi sağlayabilecek olan normalleşmeye neyin engel olduğunu tespit etmemiz gerekiyor.
Diyalog kurmayı imkânsızlaştıran, müzakere zeminini ortadan kaldıran şey, en temelde, muarızını gayrimeşru ilan etmektir. Taraflar birbirini meşru kabul etmediği takdirde yapılması gereken en yüksek perdeden bir karşıtlık oluşturmaktır.
Devletçi modernleşmenin ana temsilcisi CHP, ana muhalefet durumuna düştüğü 1950 seçim sonuçlarını "karşıdevrim" olarak niteleyerek karşıtının meşruiyetini kabul etmeyen bir tavır sergiledi.
Yürütmenin gücünü sınırlayan 1960 darbesi sonucunda inşa edilen vesayet kurumları meşru alanın sınırlarını kendisi belirledi. Gerginlik, daha ziyade, halkın iradesinin yansımasıyla askeri ve bürokratik vesayet kurumları arasında yaşandı.
Kitlelerdeki çatışmanın arttığı bu dönemlerde liderlerin atışmaları öne çıktı, polemikler politik arenaya rengini verdi.
Vesayet kurumlarının gölgesinin konfor alanı sağladığı CHP resmi ideolojinin meşruiyet alanını koruma görevini icra etmesi gereken ölçüde sertleşti.
AK Parti'nin 2002'de tek başına iktidara gelmesiyle, CHP'nin "karşıdevrim paranoyası" yeniden alevlendi. AK Parti, kendini "ülkenin gerçek sahibi" olarak gören laik CHP elitleri ve kitlesi tarafından "gayrumeşru" ilan edildi.
AB müzakereleri süreci, çözüm süreci gibi her konu gayrımeşrulaştırma amacıyla araçsallaştırıldı. Ulusalcıların hakim olduğu Deniz Baykal döneminde Erdoğan'a karşı, Türkiye solunun "muarızını Amerikancılıkla itham etme" taktiği ile hareket edildi.
CHP, sanki AK Parti seçim yoluyla değil de gasp ederek iktidara gelmişçesine söylemler üretti. Kemal Kılıçdaroğlu, "Külliye'ye gitmeme" tavrıyla bunu açıkça izhar etti.
Ancak, vesayetin gerilemesi sonucunda halk oyunun hak ettiği önemi kazanmasıyla CHP'nin "haklılığı kendinden menkul" yaklaşımı kadük hale geldi. Pragmatik politik amaçlar uğruna, yani oy alma kaygısıyla, söylemler nispeten yumuşatılmak zorunda kalındı.
Son kertede, hem siyasetteki sertliğin hem de toplumdaki kutuplaşma ortamının ana kaynağının CHP kafa yapısının "ontolojik haklılık duygusuyla" muarızını gayrımeşrulaştırma hastalığı olduğunu gösteriyor.
CHP, taktik hamle gereği dahi olsa "eski alışkanlıklarından vazgeçebilecek mi?" sorusunun cevabı belirsizliğini koruyor.
Son süreçte yaşanan normalleşme süreci bu bağlamda bir samimiyet sınavı veriyor.
HABERE YORUM KAT