CHP’nin ‘Barışa Açılan Kapı’sı: Esed/Baas Cuntası
CHP’nin bir miktar söylemi ve imajı, bir miktar da vitrini değişiyor sadece. Ancak Kemalist ideolojisi, despotik örgüt ve rejimlerle olan ilişkisi hiç ama hiç değişmiyor. Ne var ki, ahlaken ve politik olarak yolların en şapşalcası tutularak “filan tutumlar Atatürk’ün CHP’sine yakışmıyor, falan söylemlerle CHP Atatürk’ün partisi olmaktan çıkmıştır” gibi bir takım gevezelikler muhafazakâr-dindar kamuoyuna siyasal analiz diye pazarlanıyor. Ahlaksız trollerden, edepsiz müsamerecilerden, iktidar imkânlarına tapan fasıklar güruhundan sadır olacak yol haritası böyle çerden çöpten, yamuk yumuk olur zaten.
Mazlumla Değil Katille Kucaklaşma
CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz’ün “Suriye konusunda hükümete de yol gösterici çözümler sunmayı hedefliyoruz” cümlesiyle kamuoyuna takdim edilen “Suriye’de Barışa Açılan Kapı-Uluslararası Suriye Konferansı”na kimler katıldı, neler söylendi ve hangi amaçlar öne çıkarıldı acaba? Konferansın açılış konuşmalarını yapmak üzere CHP Genel Başkanı kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Tarabya Otel’in konferans salonunda bulunan katılımcı ve davetlilere hitap ettiler. En masum cümleleri, politik cepheleşmeye sebep olmayacak vurguları İmamoğlu’nun konuşmasında gördüğümüzü ifade edelim. En azından sorunun merkezine parmak basmaktan imtina etse de muhacirleri suçlamaktan, muhacirlere kol kanat gerenleri hedef göstermekten imtina edip şu tür cümleler kurdu: “Buraya gelenleri suçlamak doğru değil. Onlar savaşı kabullenmedikleri için bizimle yaşıyor.” Yerel yönetim perspektifinden fena sayılmayacak bir dizi başlık açarak iyi niyet ve temenniler bildiren bir konuşma yaptı İmamoğlu.
Peki, Konferans’ın sahibi pozisyonu konumundaki CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımı, eleştiri ve tavsiyeleri neydi? En baştan belirtmek gerekirse ne CHP’nin ne de Kılıçdaroğlu’nun Suriye sorununa yaklaşımı sekiz yıl içerisinde ortaya çıkan şu kadar katliama, yıkıma, tehcire rağmen hemen hiç değişmemiş. CHP ve Kılıçdaroğlu açısından en öncelikli ve güçlü vurgu “Esed muzaffer oldu, Erdoğan hezimete uğradı” tablosuna malzeme taşımak, bu tablonun arkasında duran kitlelerin oranını arttırmaktan ibaret. Hayır, CHP’nin sergilediği söylem ve ilişki biçimi salt iç politik muhalefet kaygısından ibaret bir duruş değil. Türkiye’de Kemalist ideolojiyi tahkim etme gayreti kadar Suriye özelinde Baas/Esed rejimini ve daha genelde Orta Doğu’da despotik rejimlerin dokunulmazlığını vurgulama cehdi görmezden gelinebilecek gibi değil.
Suriye’deki “yangını söndürme istek ve niyetimizin” diyerek bahis açıp “komşumuzdaki yangının büyümesine sebep” diyerek AK Parti Hükümetlerini işaretlemek şahit olduğumuz, yaşadığımız gerçeklere uygun mudur? Tamam, Suriye ve Türkiye arasındaki ilişkiler onarılsın, Suriye’de akan kan dursun, Bölgemizde barış rüzgârları essin, eşitlik ve özgürlüğe olan özlemler dile getirilsin elbette. Hatta CHP tarafından Mayıs 2018’de önerilen “Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı”, OBİT de kurulsun. Ancak 50 yıldır ülkeyi kan gölünde boğan, gücünü halkın rızasına değil en korkunç sistematik işkence ve katliam politikalarına borçlu olan Baas rejimi hakkında da birkaç kelam etseydiniz. Muhaberat’ın sadece Suriye’de değil hemen bütün bölge ülkelerine yönelik terör faaliyetlerini nasıl durduracağınıza dair temenni düzeyinde olsun bazı cümleler de kurmaktan acizsiniz?
Baas Seviciliği, Rusya Hizmetçiliği
Siz bilmiyor veya unutmuş olabilirsiniz ama biz Rusya ve İran cephesinin de öteden beri “Ankara ile Şam arasındaki yolun barışa giden en kestirme yol” olarak önerildiğini biliyoruz. Esed/Baas cuntasını koruyup kollamak üzere Suriye’de askeri üsler kuran, on binlerce asker bulunduran Rusya ve İran ordularının geçmişi ve geleceği için CHP ne tür öngörülerde bulunuyor acaba? Konferansa gelen davetli ve konuşmacıların ne kadarının Moskova ve Tahran’la ilintili olduğunu, Rusça ve Farsça’nın ne kadar yaygın olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Fakat Türkiye’ye “sığınmacı üreten savaş politikalarına son ver” çağrısı yaparken, varil bombaları ve kimyasal silahlarla girişilen katliamları görmezden gelip “cihatçı örgütler ve silahlı muhalifler” gibi nitelemelerle Suriye sorununu izaha yeltenmek emperyalizm ve despotizme sözcülük ve temsilcilik yapmak değilse nedir acaba?
Askeri darbeyle Suriye’nin başına çöreklenmiş, Muhaberat’ın en barbarca yöntemler kullanıp sırtını Rusya ve İran’ın askeri varlığına yaslayan Nusayri Cuntası hakkında ülkenin tek meşru aktörü olarak tanımlayan siyasal perspektif hastalıklı bir yapıdır. Fakat “Suriye’deki savaşın sona ermekte olduğuna ilişkin kanaat her geçen gün güçlenirken” gibi çıkışlar esasen Rusya ve İran tezinin Türkiye’de bir baskı aracı olarak kullanılmakta olduğunu teyid eder niteliktedir.
Nihayet, Türkiye için askeri vesayet ve darbe rejimi olan Kemalizm ve Kemalist kadrolar Suriye için de askeri vesayet ve darbe rejimini temsil eden Baas/Esed Muhaberatı’yla dayanışmaktadır. Dış politikanın barışçıl temeller üzerinde yükseltilmesinden bahisler açıp Rusya ve İran eliyle alenen ve resmen girişilen işgal, tehcir ve katliam politikalarına ses etmemek, itiraz etmemek “Suriye halkının kararına saygı duymak” değildir ve olamaz da. Suriye halkının Esed rejimi kadar Amerika ve Rusya’nın tasallutundan korunması adına söz söylenmesi gereken yerde toprak bütünlüğü meselesini, fetiş hale getirip despotizmi kucaklamayı, katliam rejimleriyle kucaklaşmayı önermek Suriye halkına kapı açmak değil toplu mezar kazmak olacaktır.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT