CHP'de ulusalcı el koyma arayışları
Baykal sonrasının CHP'si bu siyasi çizginin tarihsel macerası içinde bir bunalım ve geçiş dönemini ifade ediyor.
Kılıçdaroğlu'nun kaset marifetiyle ve OdaTV mahreçli bir şantaj ve baskı mekanizmasıyla başa geçmesinin ardından zaten ortaya çelişkili bir durum çıkmıştı: Sosyal demokrat olma hevesini taşıyan ve nispeten özgürlükçülüğü savunmaya istekli bir başkan seçilmiş, ama bu başkanın seçilme yöntemi arka planda bir pazarlık mekanizmasının çalışacağını da göstermişti. Kılıçdaroğlu, bu kırılgan zemin üzerinde pek de fena bir performans izlemedi. Toplumsal açıdan anlamlı bir siyaset geliştiremedi, ama en azından kendi konumunu sağlamlaştıracak adımları hayata geçirdi. Bu strateji bir yönüyle Önder Sav gibi teşkilata hakim eski tüfeklerin, diğer yönüyle de Süheyl Batum gibi dış manipülatif güçlerin temsilcisi hüviyetindeki kişilerin 'olabildiğince' tasfiyesini sağladı.
Böylece Kılıçdaroğlu, tüm kanatlara mesafe alan, parti içi siyasetin üstünde bir konuma yerleşti. Ne var ki bu durum, her iki kanatta da rahatsızlık yarattı ve siyasi partilerin işleme mantığında sıkça rastlandığı üzere, söz konusu kanatlar arasında bir yakınlaşma üretti. Bugün CHP'nin eski Kemalist ve devletçi kadroları ile ulusalcı cemaat arasında doğal bir işbirliği yaşanıyor. Hedef ise Türkiye'nin meselelerinin çözümlenmesi veya iktidara ulaşılması değil. Hatta AKP'nin eleştirilmesi ve yıpratılması bile ikincil. Şimdi hedef, önümüzdeki dönemde ulusalcılığı Parlamento'ya sokacak bir parti içi dönüşümün yaşanması. Tabii ki bu dönüşümün doğal destekçileri olan parti eski tüfeklerine de bir yer açılacak. Zaten bu iki grup arasında ideolojik açıdan büyük bir farklılık olmadığı gibi, eski tüfeklerin kendilerini ayrı kılacak bir siyasi duruşları da bulunmuyor. Öte yandan laik ve kentli seçmenin ideolojik tahayyülünde psikolojik unsurlar, yenilgi hissi, öfke çok daha öne çıkıyor. Bu durumda içi kof olsa da, temsil yeteneği olan bir söylemin 'sentez' işlevi görmesi muhtemel gözüküyor. Söz konusu sentez 'Atatürk' ve 'Atatürkçülük' kelimelerinin, yeni bir sabite olarak lanse edilmesi ve içerdiği dokunulmazlık sayesinde ulusalcı ideolojinin bir tür 'devlet sahiplenmesi' olarak sunulması olacak.
Sonuç olarak önümüzdeki dönemde Kılıçdaroğlu'nun popülizmi ile ulusalcıların nispeten sert bir ideolojik çekirdeği ima eden 'Atatürkçülüğünün' karşı karşıya geleceğini tahmin etmek zor değil. Bu orta vadeli siyasetin ilk durağı kurultay... Kılıçdaroğlu, burada altı aylık bir erteleme alabildi, ama buna karşılık 2012'nin ilk yarısında giderek sıkışması muhtemel. Belki de kurultayı bir an önce yapmak Kılıçdaroğlu için çok daha hayırlı olacaktı.
Nitekim CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün Dersim 'isyanı' konusunda söyledikleri, bu yönde gelişmesi istenen yeni iç mücadelenin de gerekçesi oldu. On iki kişilik bir grup Kılıçdaroğlu'nun ve yetkili organların sessiz kalmasını protesto ederken sundukları metinde şöyle dediler: "Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü 1920-1940 arasındaki dondurulmuş bir zaman dilimine hapsederek... hakarete vararak insafsızca eleştirenler kervanına CHP'den, içimizden birilerinin de katıldığını gördük... CHP tesadüfen kurulmuş, siyaset mühendislerinin projelendirmesi ile kendisine rota arayan, tarihi ile hesaplaşmaktan korkan bir siyasi parti değildir. CHP, yüz yıl öncesinden kalan hesapların yeniden masaya yatırıldığı bu dönemde de kendisini başkalaştırmaya zorlayan iç ve dış talep sahiplerine direnecek kadar güçlü ve birikimlidir. CHP tabanı Cumhuriyet'imizin kurucusu Ulu Önder Atatürk'e de partimizin temel ilkelerine de sımsıkı sahip çıkmaya devam edecektir. CHP, sinsi politik maceraperestlerin devşirme, dönüştürme planlarını boşa çıkaracak yeniden bir direniş, bir karşı koyuş, bir siyasi başkaldırı partisi olmak durumundadır... Muhafazakâr ve neoliberal tavsiye odaklarının kılavuzluğuna uyum sağlamaya dönük siyasi tavırların, partimizi ve temel ilkelerimizi kamuoyunda tartışılır hale getirdiği artık görülmelidir."
Verilen mesaj açık gözüküyor: Birincisi, Atatürk ve Atatürkçülük CHP için sadece dünün değil bugünün de ideolojik zeminidir. İkincisi, CHP konjonktüre göre değişecek değil, her türlü konjonktüre rağmen değişmeyecek olan bir siyasi harekettir. Dolayısıyla üçüncüsü, CHP bir 'direnç' ve eskiyi yeniden kurmaya yönelik bir 'devrim' siyasetinin taşıyıcısıdır. Nihayet dördüncüsü, Kılıçdaroğlu'nun 'muhafazakâr ve neoliberal' yani gayrı-ulusalcı etkiler altında kalması kendisini gayrimeşru kılmaktadır.
Bu söylemin epeyce arkaik olduğu kuşkusuz. Ama işlevsiz olduğunu söylemek zor... Ulusalcılar CHP'yi bölünmeye zorlayarak teslim almaya çalışıyorlar ve bunda başarılı olma ihtimalleri epeyce yüksek. Çünkü AKP iktidarları sürerken, Kılıçdaroğlu popülizminin bu partiyi seçmen nezdinde anlamlı kılması pek olası değil. Öte yandan Cumhuriyet demokratikleşirken, bu değişimi bir 'ölüm' olarak algılayanların yeni siyaseti Atatürk'ün 'ilelebet yaşaması' üzerine kurmaları, bitmekte olan bir döneme de bir tür ağıt yakmak gibi...
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT