1. YAZARLAR

  2. Alper Görmüş

  3. CHP tabanının oluşmasında medyanın rolü
Alper Görmüş

Alper Görmüş

Yazarın Tüm Yazıları >

CHP tabanının oluşmasında medyanın rolü

26 Kasım 2010 Cuma 10:10A+A-

Salı günü, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) “doğal” tabanını oluşturan ve kendilerini “laik-çağdaş-kentli” gibi sıfatlarla tanımlayan seçmen tarlasına 20 yıldır ekilen korku (ve nefret) rüzgârlarının özgürlük düşmanı bir fırtınaya dönüştüğünü; bu temel üzerinde CHP’nin özgürlükçü, “yeni” bir parti haline gelemeyeceğini öne sürmüştüm.

Bugün, CHP tabanının buralara nasıl geldiği ve bu süreçte medyanın oynadığı başat rol üzerine yazacağımı söylemiştim. Bunu yapacağım, fakat ondan önce, bazı okurların “CHP tabanının ruh hali”nden tam olarak neyi kast ettiğimi biraz daha açmam gerektiği yönündeki taleplerini karşılamak istiyorum.

Korku ve nefret çok güçlü duygular... O kadar ki, bunların esiri haline gelmiş bir insan kaçınılmaz bir biçimde bütün enerjisiyle oraya odaklanır; korkusunun kaynağının ortadan kaldırılmasına hizmet etmeyecek her şey onun için bir enerji israfıdır artık. Madalyonun öbür yüzünde ise, korku kaynağının ortadan kaldırılması vaatleri karşısında verilmeye hazır özgürlük tavizleri vardır.

Bu biraz güvenlik-özgürlük paradoksunu andırır. Nasıl ki can güvenliğinin (yaşama özgürlüğünün) olmadığı koşullarda başka özgürlükler anlamlarını önemli ölçüde yitirirler (12 Eylül öncesinde Türkiye toplumunun ruh hali de böyleydi), korku içindeki insan da benzer bir özgürlük duygusu kaybı yaşar. Böyle bir insan, normal koşullarda kendisi için önemli olan kimi özgürlüklerden taviz vermeye hazır hale gelmiş bir insandır artık.


Negatif ruh negatif talep doğurur

Gündelik hayat ve onun alışkanlıkları (“hayat tarzı”) herkes için önemlidir. Onun kaybedilmesi ihtimali ve bu ihtimalden kaynaklanan korkular bazen yaşama özgürlüğünün kaybı ihtimali karşısında gösterilen tepkilere yakın sertlikte tepkilere yol açabilir.

Tek tek insanlar için geçerli olan bu ruh hali, topluluklar ve toplumlar için de geçerlidir. Bu türden toplumsal ruh hallerinin siyasetteki karşılığı ise çoğunlukla “negatif talep”tir: Böyle toplumlar ya da toplumsal kesimler için korktukları, nefret ettikleri ve bu nedenle “düşman” belledikleri siyasi parti ve hareketlerin başarısızlıkları (negatif talep), kendi destekledikleri siyasi parti ve hareketlerin başarılarından (pozitif talep) daha önemli hale gelebilir.

Deniz Baykal bunu bildiği için ikide bir “CHP muhalefeti”nin (negatif pozisyon) en az “CHP iktidarı” (pozitif pozisyon) kadar önemli olduğunu vurguluyor.

Ertuğrul Özkök’ün çarşamba (24 kasım) günkü yazısında aktardığı Rus fıkrası, Türkiye’nin “laik-çağdaş-kentli” kalabalıklarının negatif siyasi taleplerini anlatmak için birebirdi:

“Yoksul bir Rus köylüsü, inek satın alan daha varlıklı komşusunu kıskanmış ve Allah’a yalvarmış. ‘Bana yardım et Allah’ım.’ Allah, ‘Yardım edeyim. Senin için ne yapabilirim’ demiş. Rus köylüsü şunu istemiş: ‘Komşumun ineğini öldür.’”

Aslında fıkranın bizim topraklarımızdaki versiyonu daha güzel, fakat lafı CHP tabanının ruh halinde medyanın (ve tabii Hürriyet’in) rolü faslına getirmedeki işlevselliği nedeniyle Özkök’ün anlattığı fıkrayı tercih ettim. (Bizim versiyon şöyle: Kürt’le Laz idama mahkûm edilmişler. Fıkra bu ya, cezalarının infazı için yan yana kurulan iki darağacına çıkarılmışlar. Son arzusu sorulan Kürt, “annemi görmek istiyorum” demiş. Bu defa dönüp Laza sormuşlar. Laz’ın son arzusu “Kürt annesini görmesin” olmuş.)


Bu taban bu hale nasıl geldi: Siyasi aktörlerin rolü

CHP ile ilgili olarak hep “sadece aktörlere değil, tabana da bakın” diye yazıyorum ama, bu tabanın bu hale gelmesinde başta Deniz Baykal olmak üzere partinin bütün önde gelen siyasi aktörlerinin önemli bir payı var.

Şahin Alpay
’ın birinci dereceden şahitliğinden de biliyoruz ki, Türkiye’nin “modern”leri zıvanadan çıkmadan önce, henüz peşrevler çekilirken Deniz Baykal CHP’yi hakiki bir sosyal demokrat parti haline getirmek için uğraşmaktaydı. Fakat ne zaman ki Uğur Mumcu öldürüldü ve fatura “irtica”a kesildi... Gerisini Şahin Alpay’dan dinleyelim:

“9 Eylül 1992’de biraz merak, biraz da heyecanla CHP’nin yeniden açılış kurultayını izlemeye Ankara’ya gittim. Baykal o kurultayda, bana bugün dahi ‘muhteşem’ görünen bir konuşma yaptı. Şöyle diyordu: ‘CHP’yi yeniden tanımlayacağız. Artık CHP devlet partisi olarak değil, toplum ve halk partisi olarak anlaşılmalıdır.’ (...) Ona şöyle dedim: ‘Deniz Abi, eğer Türkiye’nin çok ihtiyacı olan bu yolda yürüyecek olursan, yarın Türkiye’nin başbakanı olacaksın… Bu yolda sana destek olacak genç ve bilgili bir danışmanlar kadrosu kurmalısın.’

“Baykal, bu iş için yeterince genç olmadığıma dair itirazlarıma rağmen, bu kadroyu kurmak üzere beni CHP’ye davet etti. 15 Şubat 1993’te CHP Genel Başkan ve Grup danışmanı ve de Araştırma Merkezi direktörü olarak işe başladım. Fakat görevim, başlamadan bitmişti. Zira rahmetli dostum Uğur Mumcu’nun 24 Ocak 1993’te menfurca katledilmesinden sonra Baykal, bu cinayete gösterilen kitlesel tepkilere bakarak, CHP’nin kendini yenilemeye ihtiyacı olmadığına karar vermişti.”

Şahin Alpay’ın tanıklığı, CHP’deki “laik duyarlılık üzerinden iktidar olma” inancının ne zaman başladığını gösteriyor. Yaşanan her seçim bunun ne büyük bir yanılgı olduğunu kanıtlasa da her seçim yenilgisinden sonra “laiklik” vurgusu daha da sertleştirildi. Sonuçta –ortada başka hiçbir siyaset kalmadığı için- en az laiklik kadar taşlaşmış bir CHP tabanı yaratıldı.


Bu taban bu hale nasıl geldi: Medyanın rolü

Aslında medyanın tavrı da Deniz Baykal’ınkine benziyordu. Nasıl ki Baykal “laiklik” üzerinden bir husumet yaratıp bunun siyasi rantını toplamak gibi bir politik strateji benimsedi, medya da aynı heyecan dalgası üzerinde sörf yaparak kendine sadık bir okur kitlesi yaratmaya çalıştı. Buradaki sihirli kelime “hayat tarzı”ydı: Milyonlarca insan, hayat tarzlarının tehdit ve tehlike altında olduğuna; medyanın da bu “hayat tarzı”nın güvencelerinden birini oluşturduğuna ikna edilirse, kemik bir okur kitlesi yaratılabilirdi.

Bunun ille de her yönüyle planlanıp uygulanmış bir strateji olduğunu öne sürmüyorum. Belki el yordamıyla ulaşılmıştır bu sonuca, ama medyanın, varoluşunun bir noktasında buradaki büyük rantın farkına varıp gereğini yaptığı hususunda hiçbir kuşku duymuyorum.

Başta Hürriyet olmak üzere devlet ideolojisini “merkez”ine alan medya, 1990’lar ve 2000’ler boyunca gündelik hayatta “liberal”, fakat zihniyette “otoriter” bir kitlenin yaratılmasında başat bir rol oynadı. Hürriyet’in ve Ertuğrul Özkök’ün bu süreçteki rolünü, Özkök’e ilişkin olarak kaleme aldığım portrede şöyle anlatmıştım:

“Ertuğrul Özkök’ün bence asıl büyük başarısı, çıkardığı gazetenin şu iki zıt fonksiyonu aynı anda ifa edebilmesindedir: Gazete aynı anda hem Türkiye’deki toplumsal hayatın, özel hayatların libere edilmesinde hem de ülkenin siyasi liberasyonunun engellenmesinde ciddi bir rol oynadı. Siyaset bilimciler, ikincinin birincinin neredeyse doğal bir uzantısı olduğunu düşünürler; o gözle bakarsanız, Ertuğrul Özkök’ün başardığı şeyin hiç de kolay bir şey olmadığını anlarsınız. ‘Yaşam tarzı’ sözkonusu olduğunda ‘çağdaş’ birer şahin kesilen Hürriyet okurlarının iş siyasete gelince nasıl bir dil kullandıklarını öğrenmek isterseniz, Hürriyet’in internet sayfasına girin ve okur yorumlarına bir göz atın. Ertuğrul Özkök’ün neyi başardığını o zaman daha iyi anlayacaksınız.”

Bakıyorum da, “yeni” CHP’nin atmaya çalıştığı her “özgürlükçü” adım tabandaki granit kayaya çarpıp tuz buz oldukça, eski Baykalcı, yeni Kılıçdaroğlucu medyacıların canları sıkılıyor.

Ve ne yazık ki hiçbiri, insanları sürekli korkutarak yarattıkları bu “granit kaya”da kendi sorumlulukları üzerine düşünecekmiş izlenimi vermiyor.

***

NOT. Salı günkü yazım “CHP-BDP ittifakı” tartışmalarının ortasına denk geldiği için, sanki münhasıran bu ittifaka CHP tabanının “granit sertliğinde” bir cevap vereceğini anlatmak için kaleme alınmış gibi bir algıya yol açtı. Tam tersine, ben CHP tabanının en çok bu konuda esneyebileceğine inanıyorum. Bir sonraki yazıda neden öyle düşündüğümü izah etmeye çalışacağım.

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT