CHP Silivri’ye mi, yoksa Mutki’ye mi yürüyecek
“Yeni” CHP’nin Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum’un Ergenekon davalarında yargılananlar için “Silivri’ye 50 bin kişi ile yürüyüp mahkemenin elini ayağına dolaştırma” projesine Twitter dünyasında en güzel cevabı Semih Gümüş verdi:
“Sen önce 10 bin kişi ile Mutki’ye yürü!”
Batum, CHP’den Silivri’ye tünel açma projesinin Meclis ayağını ise Mustafa Balbay ile Tuncay Özkan’ın milletvekili adayı olarak seçtirme olarak açıkladı geçen gün.
Özlenen cevap ise CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan geldi:
“Öyle bir şey yok!”
Sayın Kılıçdaroğlu’nu gönülden kutluyorum.
***
Yanlış anlaşılmasın; Balbay veya Özkan’ın şahısları ile ilgili bir sıkıntım yok.
Masumiyet karinesi ise gerçekten artık çalıştırılması gereken bir müessese, hukuk ve adaletin ise temeli...
Mamafih Ergenekon’un avukatlığına savunan bir parti haline gelmek de başka bir şey...
Silivri’ye 50 bin kişi ile yürümeye kalkmak, davanın önemli sanıklarını Meclis’e sokarak kurtarma harekâtına girişmek, bir partinin siyasetini temelinden etkiler.
Tabii Anayasa ve TCK’ya göre de suçtur.
“Neden belli kişiler üzerine yoğunlaşıyorsunuz, KCK davasındaki rezalete neden sesinizi yükseltmiyorsunuz” diye sorarlar insana.
Darbe yapmaya ve parlamentoyu ilga etmeye çalıştığı, bunun için de –Danıştay cinayeti gibi- çok ciddi eylemler düzenlediği iddia edilen bir örgütten bahsediyoruz.
Baykal Ergenekon davasının avukatlığına soyunmuştu. Nihayetinde Baykallı CHP siyaset yapmanın imkânsız olduğu bir oportünizme savruldu. Daha doğrusu, o alanda yapıp etmelerinin “siyaset” olmadığı, son yılların özgürleşen ülke şartlarında iyice açığa çıktı.
28 Şubat bu konuda önemli bir milat oldu. Erbakan’ın Milli Görüş hareketi sağlıklı bir biçimde çatlayarak özeleştirisini yapan, paradigmasını değiştiren Erdoğan-Gül-Arınç çizgisi ile ayrıştı ve bu ayrışmadan doğan AK Parti son sekiz yılda ülkeye damgasını vurdu.
Ancak bu güçlü değişime CHP’den cevap bir türlü gelmedi.
Gelemedi çünkü Baykallı-Sav’lı CHP, açık bir darbeye, ya da ikinci bir 28 Şubat’a bel bağlamıştı.
Politikacı eğer siyaset yapmıyorsa mutlaka ahlaksızlık yapıyordur.
Baykallı CHP işte böyle bir zeminde kaldı.
Ancak beklenen darbe bir türlü olmuyordu.
Darbeci askerler dünyadan beklediği desteği alamadı. Benim tabirimle artık darbenin siyasi-ekonomik finansmanı yoktu.
Ama biz çok uyardık “1930’ların dünyasında yaşıyorsunuz, değişin” diye. Değişime ayak uyduramayınca darbe planlarını bile güne uyumlu yapamıyorsunuz, çakıveriyorsunuz.
Nihayetinde durum artık siyaseti dayatınca, “AK Parti karşıtı odak” zelil bir kaset operasyonu ile Baykal’ı hal etti.
Bu kaset operasyonunu yapan odak kim/kimler ise, AK Parti’yi sandıkta devirecek, en azından koalisyon pozisyonuna geriletecek bir strateji kurmuştu. Daha önce de söylemiştim: Çıkışı, niyeti, odağı ne kadar şaibeli de olsa, CHP’nin siyaset yapmaya başlaması bence ülkenin büyük bir kazanımı olacaktı.
Ama nasıl olacaktı ki! Yıllarca darbe, vesayet şakşakçılığı yapan, tabanını uyuşturucu gibi korkulara, kibre alıştıran, sonra birden dümen kıran bir CHP...
Kılıçdaroğlu’nun karşısındaki en önemli açmaz bu. Evet, artık CHP’den siyaset yapması bekleniyor. Ama Türkiye’de siyasetin seviyesi o kadar yükseldi ki, mış gibi yaparak bir yere varması mümkün değil.
Referandum öncesi devletin Öcalan’la görüşmesinin normal olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu’nun AK Parti’yi ne kadar rahatlattığını, hatta AK Parti’yi buradan vurmaya oynayan MHP’nin oylarının “evet”e kaymasında ne kadar etkili olduğunu hatırlayınız.
Hükümetin önünde uzun zaman top çevirmiş olan CHP, siyasete dönüş yaptıkça AK Parti’nin önünü açacak ister istemez. Bu da partinin kendinden bile daha sert ve önyargılı tabanından tepki göreceği anlamına geliyor.
Şu an CHP’nin durumunu en iyi iki genel başkan yardımcısının profilleri özetliyor: Biri Silivri yürüyüşü mucidi Süheyl Batum, diğeri de Hakikatler Komisyonu’nu şiddetle savunan, Kürt açılımında CHP’yi ileri taşıyacağı belli olan Sezgin Tanrıkulu...
Bu iki ana akım, 1999-2000’lerdeki Fazilet Partisi’nde gerçekleşen kırılmanın bir benzerinin CHP’de yaşanmasına kâfi gelir mi?
Bunun cevabı Tunus’taki halk ayaklanmasını Ortadoğu’nun 1789’u olarak değerlendiren analizcilerinki kadar aşırı yoruma girer, bunu yapamam. Lakin siyaset yapma gerekliliğinin ağır yükü şu an Kılıçdaroğlu’nun sırtında tüm ağırlığıyla kendini hissettirmektedir, bunu görüyorum.
Kılıçdaroğlu hem Silivri, hem de faili meçhuller konusunda doğru, cesur çıkışlar yaptı. Taban baskısı ve parti içi hizipler nedeniyle Kılıçdaroğlu’ndan her doğru çıkışından sonra bir geri adım atmasını beklemenizi öneririm.
Bu iki ileri bir geri hareketlerle bir süre daha idare edilebilir. Ancak bu pozisyonla da ne İsa’ya, ne de Musa’ya yaranacaktır. Ya o da hal edilecek, ya da tarafını seçmek durumunda kalacaktır. Kılıçdaroğlu dik durabilirse CHP’den etkili, özgürlükçü ve büyük bir muhalefet partisi çıkarabilir.
Ben Gandi’nin böyle bir CHP’den yana olduğunu düşünüyorum ve ona şans diliyorum.
[email protected]
TARAF
YAZIYA YORUM KAT