CHP ‘kriz’ çıkaramadı, gürültü yapıyor
CHP’yi yemin boykotuna, BDP’yi ise Meclis’i boykota sürükleyen nedenleri, olayları, gelişmeleri anlamaya çalışıyorum. Zira Meclis tarihinde ilk defa iki parti Meclis’i bu şekilde boykot ediyor. Üstelik bu boykotu sürdürerek de tavırlarını sembolik bir tepki, protesto olmaktan çıkarıp daha ileri taşımış durumdalar. Yani her iki parti açısından da ortada ciddi bir kararlılık tavrı sözkonusu.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, boykot kararlılığını “Gerekirse dört yıl yemin etmeyiz” sözleriyle ifade etti. “Arkadaşlarımızı satmayız” sözü de CHP liderinin aldıkları boykot kararının arkasında nasıl duracağını göstermesi bakımından önemliydi. Bu özlü sözler, Kılıçdaroğlu’nu tanımaya yardımcı olabilecek bir “ahlak” dersi özelliğinde.
Devam edelim. Bu sözlere bakarak Kılıçdaroğlu’nun çok ciddi bir kararlılık gösterisi sergilediğini görüyoruz. Ancak böyle bir kararlılık gösterisine neden ihtiyaç duyduğunu tam olarak anlamıyoruz. Dönüp hayata, olup biten olaylara, Kılıçdaroğlu’nu bu kararı almaya zorlayan gelişmeler dizisine bakıyorum. Durum şu; haklarını savunmaya devam etmesinde hiçbir sakınca bulmadığım iki Ergenekon sanığı için CHP, Meclis’i tümden gözden çıkarmaktan başka bir şey yapmamış. Küçümsemek gibi olmasın ama Kılıçdaroğlu, aldığı bu kararla siyasi kriz bile çıkaramadı; yemin etmediği ama girdiği Meclis’te çıkardığı kuru gürültüden başka...
Yemin ederek Meclis’teki yerini alıp sözkonusu tutuklu vekillerin haklarını doğru düzgün savunmak daha isabetli olmaz mıydı, diye düşünüyorum. Boykot kararının uzamasını, CHP’ye oy veren seçmenler bile saçma bulmaya başladı.
Şunu kabul edelim; hangi siyasi amaçla, ülküyle, kutsal hedefle süslenirse süslensin Meclis’i boykot, Kemal Kılıçdaroğlu açısından, iki Ergenekon sanığı için koskoca bir partiyi ateşe atmaktan ibarettir.
Suçu CHP’nin gaza gelmiş yetkili organlarına atabileceğimizi de sanmıyorum. Çünkü bu karara itiraz edenlere Kılıçdaroğlu’nun kapıyı gösterdiği söyleniyor. Adını deşifre ettiği yolsuzluk dosyalarıyla duyuran Kılıçdaroğlu’nu, kamuoyu rasyonel bir siyasetçi olarak bildi, tanıdı. Bürokraside geçirdiği uzun yıllar Kemal Bey’e büyük kararların duygusal etkilerin altında alınamayacağını da öğretmiş olmalıydı. Ama maalesef Kılıçdaroğlu, “Bir yanlış ancak bu kadar kararlı savunulabilir” denecek kadar ölçüsüz bir tutumun sahibi. Bu kadarının ikna etmediği kalemler ise CHP’nin, daha doğrusu Kemal Kılıçdaroğlu’nun gizli bir gündeminin olduğunu ileri sürüyorlar. Bu teorilere göre;CHP’nin sittin sene iktidar olamayacağını ve AKP’yi durduramayacağını bilen Ergenekon, parlamento dışı muhalefetle ülkeyi karıştırmaya devam edecek...
Bence olup biten Kemal Bey’in bir yanlışı sembolik bir tepki olmaktan çıkarıp kararlı savunuya dönüştürmesinden ibarettir. Buna söylenecek çok fazla söz de yoktur; zararın neresinden dönülürse kârdır, demekten başka...
BDP’nin durumu biraz daha farklı. Ama sadece kelimenin tam anlamıyla “biraz” farklı. “Yanlış” kararlarını destekleyen “haklı” bir temele sahipler. Hatip Dicle’nin vekilliğinin düşürülüp yerine başka bir AKP’linin milletvekili yapılmasına tepkisiz kalamazlardı. Fakat bunun için en fazla Meclis açılışını sembolik olarak boykot edebilirlerdi ve bu anlaşılırdı. Ancak onlar bu haklı zemini, yanlış bir tutuma temel alarak Meclis’i süresiz boykota dönüştürme yaklaşımına çevirdiler. “Ya 36 vekil ya hiç” gibi bir kararla –tıpkı CHP gibi– kendilerini sıkı sıkı bağladılar. Ta ki “sürpriz” bir müdahaleye kadar. BDP’nin Hatip Dicle’den ve seçilen diğer vekillerden vazgeçmesini istemek veya beklemek kuşkusuz haksızlıktır. Ama BDP’nin bu sorunu Meclis’ten başka çözüme kavuşturacağı bir yer de yoktur.
Bu aşamadan sonra BDP’ye Meclis yolunu sanırım ancak İmralı açabilir. Kürtler topu yine Öcalan’a attılar. Onları anlamak zor değil; BDP günah işlemek korkusuyla sevaplarından da vazgeçen yöneticilerin etkisi altında olan bir parti. Kandil de böyle. Tüm sorumluluğu İmralı’ya atarak, kendilerini “sağlam” bir zeminde tutmaya çalışıyorlar. Boykot kararının ortaya çıkmasında ve sürdürülmesinde böyle bir psikolojik etki de var.
Ancak buna rağmen BDP’nin yeniden Meclis’e dönmesi için formül arayışları sürüyor; bu, Kürt cephesinden gelen nadir iyi haberler arasında.
Ahmet Türk’ün “Kürtler alternatifsiz değil, Kürdistan Meclisi’ni kurarız” söylemi ile Filiz Koçali’nin “Meclis’e 36 vekil olarak geliriz; ya hep ya hiç” sözü de hükümetin üzerinde düşünmesini gerektiriyor. Başbakan Erdoğan’ın “Tükürdüklerini yalayacaklar” sözüyle katkı yaptığı bu kutuplaşma ve gerilim hiç de iyi bir noktaya doğru gitmiyor. Bu kutuplaşma ne AKP’ye ne de BDP’ye yarar. Son günlerde bölgeden gelen acı haberlerin sayısı da artmaya başladı. Hükümet, CHP ve BDP farkında mı acaba; askerî operasyonlar arttı, PKK saldırıları çoğaldı; yeniden eski günlere dönmeye başladık. Türkiye’nin Meclis’i çalıştırmaktan başka şansı var mı?
TARAF
YAZIYA YORUM KAT