CHP içinde Kılıçdaroğlu'nun alternatifi yok!
Hamit Emrah Beriş, CHP'nin iç dengelerinin Kılıçdaroğlu yönetimi döneminde yeniden oluşturulduğunu ve sistemin Kılıçdaroğlu lehine kurulduğunu ifade ediyor.
Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş / Açık Görüş
Kronik umutsuzluk sendromu
Türkiye, 28 Mayıs 2023 tarihi itibariyle yeni bir döneme girdi. Ancak muhalefette sular bir türlü durulmuyor. İyi Parti'de Meral Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığına karşı olmasını da kullanarak kısa süre içinde yeniden kontrolü eline aldı. Seçimlerden kısa bir süre sonra yapılan kongre aracılığıyla Akşener, parti içi muhalefetin önünü en baştan kesti. Hatta kongrede yaptığı sert konuşmayla önümüzdeki dönemde karşısına çıkabilecek potansiyel rakiplere de gözdağı verdi. Böylece, en azından, önümüzdeki yıl yapılacak yerel seçimlere kadar kendi liderliğini tartışılmaz bir duruma getirdi. Aynı şeyi CHP için söylemek ise mümkün değil. Seçimlerin hemen ardından başlayan genel başkanlık tartışmaları giderek daha ilginç bir hâl alıyor. Aslında seçimlerin ilk turunun hemen ardından Kılıçdaroğlu cenahında işin seçimleri kazanmaya değil de parti içinde iktidarı korumaya odaklandığı açık. Kılıçdaroğlu, ilk turun ardında genel başkanlık makamında verdiği "buradayım!" mesajıyla aslında parti içinde kendisine karşı yönelebilecek girişimleri engelleme çabasına girişti. İlk başlarda bu çabasında başarılı da oldu ve CHP içinde kendisine karşı büyük bir muhalefet dalgasının ortaya çıkmasını engelledi.
Kılıçdaroğlu, 13 yıldır devam eden genel başkanlığı süresinde delege yapısını istediği gibi şekillendirdi. Öyle ki 2018 yılında cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından karşısına çıkan Muharrem İnce'nin Partiyi olağanüstü kongreye götürecek imza sayısına ulaşılamadığı açıklandı. Zaten İnce'nin yanında saf tutan partililer de kısa sürede tasfiye edildi. Dolayısıyla mevcut delege yapısıyla Kılıçdaroğlu ve ekibinin elinden parti yönetimini almak oldukça zor. Bu durumu, parti içindeki iktidar mücadelesinin tüm tarafları gayet iyi biliyorlar. Buna karşılık, muhalefetin yaşadığı seçim yenilgisinin faturasının da birilerine kesilmesi gerekiyor. Kılıçdaroğlu, tepkilerin kendisine yönelmesini önlemek için hızlı bir manevrayla parti yönetiminden bazı isimleri değiştirdi. Ancak bu ön alma çabasının yeni bir muhalif dalga meydana getirdiği söylenebilir. Nitekim geçmişte Kılıçdaroğlu'nun en yakınında yer alan bazı siyasetçilerin bile kendileri için yeni bir yol arayışına girdikleri söylenebilir. Bu süreçte en fazla öne çıkan isim ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.
İmamoğlu lider olabilir mi?
Ekrem İmamoğlu'nun siyasî kariyerini yerel ölçekten ülke geneline İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adaylığı başlattı. 2019 yerel seçimlerinde AK Parti'nin adayının karşısına Kılıçdaroğlu'nun tercihiyle Beylikdüzü Belediye Başkanı İmamoğlu çıkarıldı. O dönemde İmamoğlu'nun aslında kazanamayacağı düşüncesiyle büyükşehir adaylığını istemediği, Kılıçdaroğlu'nun ısrarıyla bu görevi kabul etmek zorunda kaldığı iddiaları dile getirildi. İddialara göre İmamoğlu, Beylükdüzü'nün de elinden gideceği düşüncesiyle en başta bu teklife oldukça soğuk bakmıştı. Ancak aday olduktan sonra seçimleri kazanmayı başardı. Hatta tekrarlanan seçimlerde oyunu da artırdı. İmamoğlu'nun siyasî bir figür olarak kamuoyunda tanınırlığı İstanbul seçimleriyle başladı. Göreve gelir gelmez PR çalışmaları aracılığıyla kendi ismini markalaştırmaya çalışan İmamoğlu, aynı performansı belediye yönetiminde gösteremedi.
Seçim sürecinde cumhurbaşkanı adaylığı Meral Akşener tarafından gündeme getirildiğinde İmamoğlu net bir tavır sergileyemedi. Dahası kendisine açıkça destek vereceği anlaşılan Akşener'i de yalnız bıraktı. Aynı günlerde CHP ve İyi Partililer tarafından yürütülen "Kılıçdaroğlu aday olmasın!" kampanyasını kendi lehinde kullanmayı başaramadı. Kılıçdaroğlu'nun muhtemel galibiyeti durumunda cumhurbaşkanı yardımcılığına da rıza gösterdi. Seçim sonrasında ise Kılıçdaroğlu'na karşı bir çıkış yapsa da genel başkan adaylığını bir türlü açıklayamadı. Hatta daha da ileriye giderek bir rekabete girmek yerine Kılıçdaroğlu'nun bir bakıma partiyi kendisine devretmesi yönünde çağrıda bulundu. Bu süreçte Kılıçdaroğlu ise parti içi muhalefetin enerjisini boşaltacak adımlar attı. Öncelikle partinin olağan kongresinin ne zaman yapılacağını açıklamayarak muhalefet blokunun genişlemesini önledi. Kılıçdaroğlu, halen yerel seçimler için aday belirleme kozunu elinde tutarak muhalefetin büyümesini engelliyor. Adaylık beklentisindeki tüm partililer muhalif hareketlere ihtiyatlı bir şekilde yaklaşıyor.
Kılıçdaroğlu'nun liderliğinin tartışılmaya başlamasıyla birlikte Parti içindeki pek çok siyasetçinin de yeniden pozisyon almaya başladıkları görüldü. Geçtiğimiz haftalarda Kılıçdaroğlu'na yakın oldukları düşünülen bazı isimlerin de dâhil olduğu bir grupla İmamoğlu'nun gizli bir çevrimiçi toplantı yaptıklarını anlaşıldı. Bu durum, CHP'nin yüz yüze olduğu iktidar mücadelesinin dışarıdan göründüğünden çok daha derin olduğuna işaret ediyor. İmamoğlu'nu bu süreçte öne çıkaran asıl faktör, sahip olduğu makamın ağırlığı. Ekrem İmamoğlu, kendi bireysel hasletleriyle değil, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olması dolayısıyla genel başkana karşı bir alternatif olarak görülüyor. Üstelik İmamoğlu, belediye başkanlığı döneminde bir başarı hikâyesi de yazamadı. Burada Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 1994 yılında başlayan belediye başkanlığı tecrübesiyle İmamoğlu'nun durumu arasında bir benzerlik bulunmadığının altının çizilmesi gerekiyor. Erdoğan, göreve gelir gelmez öncelikle şehrin kronikleşen su, çöp, metro ve altyapı sorunlarını çözmüştü. Belediye başkanı olarak gösterdiği başarı, liderlik özellikleriyle birleşince Erdoğan'ın kısa zamanda Türkiye çapında tanınan ve saygı duyulan bir siyasetçi olmasını sağlamıştı. Aynı gerçeği gören 28 Şubatçılar da bu nedenle Erdoğan'ın önünü kesmek için aktif bir çaba harcamıştı. İmamoğlu, sırf aynı koltukta oturmaları itibariyle Erdoğan'ın çizgisini tekrarlayacağını düşünse de başarı hikâyesi de liderlik özellikleri de bulunmuyor.
İmamoğlu'nun genel başkanlığa adaylık sürecinde risk almaktan kaçındığı görülüyor. Bir siyasetçinin "lider" olmasını sağlayan temel faktör, gerekli durumlarda mevcut koltuğunu kaybetmeyi göze almak. Siyasetçinin belirli bir kitlenin desteğini alması ve güvenini kazanması belirli hasletlere sahip olduğunu göstermesiyle mümkün. Elindekini korumaya öncelik veren bir yaklaşımın insanların önüne nasıl bir vizyon koyacağı oldukça şüpheli. Nitekim İmamoğlu'nun ilk ve öncelikli hedefinin partisi tarafından mevcut makamına yeniden aday gösterilmek olduğu anlaşılıyor. Başka bir ifadeyle, İmamoğlu'nun belediye başkan adaylığı için söz alması durumunda, en azından şimdilik, genel başkanlıktan vazgeçebileceği yönünde bir izlenim doğuyor. Bu durum, hem genel seçmen kitlesi hem de kendisiyle birlikte hareket etmeyi düşünen CHP'liler nezdindeki inandırıcılığını ortadan kaldırıyor.
Ne var ki CHP içinde Kılıçdaroğlu'nun karşısına alternatif olarak çıkabilecek başka bir aday da yok. Parti'nin çok uzun yıllardır iktidar tecrübesinin olmaması, geçmiş başarılarını referans göstererek seçmenlerden destek isteyecek hiçbir siyasetçinin bulunmaması sonucunu doğuruyor. Parti'nin elindeki en büyük belediyenin İstanbul olması, İmamoğlu'nun yönetim performansı ve yetenekleriyle ilişkisiz şekilde öne çıkmasını sağlıyor. Ancak zarf ile mazruf arasında kapanması imkânsız olan büyük bir fark bulunuyor. İmamoğlu'nun süreci taşıyamaması, iktidarı hiçbir şekilde bırakmak istemeyen Kılıçdaroğlu'nun işini kolaylaştırıyor.
Çıkmaz sokak
CHP, lideri ve parti politikalarından bağımsız şekilde her durumda kendisine oy veren bir seçmen kitlesine sahip. Bu durum, parti yöneticileri açısından konforlu bir alan meydana getiriyor. Üstelik seçmen kitlesinin bazı illerde ve büyükşehirlerde bazı ilçelerde yoğunlaşması, özellikle yerel seçimlerde başarıyı adeta garanti ediyor. Böylece parti yönetimi, enerjisini, yeni kitlelere ulaşmak yerine mevcut seçmenleri tatmin etmeye veriyor. Tüm siyasî söylem tekrara ve ezbere dönüşüyor böylece. İşin ilginç yanı, CHP'nin geleneksel seçmenlerinin de bu durumdan çok rahatsız olmamaları. Daha doğrusu yaşanan tüm yenilgiler ve hayal kırıklıkları kapsamlı bir muhasebe yapılması arayışını doğurmuyor.
CHP, çok partili hayata geçildikten sonra yapılan hemen her seçime büyük iddialarla girdi. Elbette siyasette başarılı olmak için iddiaya ve özgüvene sahip olmak oldukça önemli. Ancak bundan daha önemli olan nokta, söz konusu özgüvenin gerçeklerden kopulmasına sebebiyet vermemesi. CHP yönetimi, kendi seçmen kitlesini de seçimlerde alışılagelenden farklı bir sonuç elde edileceğine ve "bu kez olacağına" ikna etmeyi başarıyor. Durum böyle olunca seçim sonrasında karşılaşılan sonuçlar her seferinde travmatik bir etki meydana getiriyor. Her seçimin ardından uğranılan yenilginin sebepleri, Partinin kendi hatalarında değil dış faktörlerde aranıyor. En kolay hedef ise CHP dışındaki partilere teveccüh gösteren seçmenler. Aşırı abartılı bir elitist yaklaşımla seçmenlerin büyük çoğunluğunu aşağılayan bir dil kullanılıyor. Böylece Parti ile toplumun geniş kesimleri arasındaki mesafe giderek daha fazla açılıyor. CHP, kendi seçmen kitlesinin zaten benimsediği söylemin dışına çıkamıyor ve daha önce kendisine oy vermemiş seçmenler için bir alternatif olamıyor.
Her seçim öncesinde seçmenlere verilen umut, parti yöneticilerinin kendi koltuklarını korumaları işine yarıyor. Ancak aynı durum, CHP'nin parti politikalarını yenileyip seçmenlerin karşısına daha gerçekçi politika önerileriyle çıkmasını engelliyor. CHP'yi kısırdöngüye iten başka bir durum ise seçmenlerinin bir türlü ceza kesmemesi. Parti yöneticileri kadar seçmenlerin de kendilerinde diğer toplum kesimleri karşısında üstün görmeleri gerçeklerle yüzleşmelerini engelliyor. Anlaşılan o ki yaklaşılan yerel seçimler, CHP'nin parti içinde kapsamlı bir hesaplaşmaya girmesini bir kez daha engelleyecek. Adaylık beklentileri ve koltuk paylaşım arayışları, partinin gündemini meşgul ettikçe Kılıçdaroğlu koltuğunu yeniden sağlama alacak. Partinin her seçim öncesi dağıttı umut ise kronik bir umutsuzluğa dönüşecek.
HABERE YORUM KAT