CHP 'devlet partisi' olmaktan çıkabilir mi?
CHP’yi ‘içinde halk sözcüğü geçen bir devlet partisi’ olarak tanımlamak haksızlık olmaz. Tek parti döneminin mirasını, alışkanlıklarını, yöntemlerini günümüze kadar taşıyan bir parti olan CHP’de, 1973-1977 arasında (yani Bülent Ecevit döneminde) kısa bir süre boyunca ‘halkçılık’ söylemi öne çıktıysa da partinin özünde kalıcı bir değişim olmadı.
CHP, halktan oy alamamasının nedenlerini anlamakta hep güçlük çekti. Klasik CHP algısına göre, halk ‘gerici’ydi, kendileri ise ‘ilerici’. Halk hep yalanlara kanıyordu ve kendi çıkarlarını sağlıklı şekilde değerlendiremiyordu. CHP’nin karşısındaki blok ‘dini siyasete alet’ ediyor ve halkı bu yolla ‘kandırıyordu’.
CHP’liler halka inancını yitirdi
1950’den 2010’a kadarki 60 yıllık çok partili rejim deneyiminin yarattığı psikoloji, CHP’lilerin halka olan inançlarını tamamen yitirmeleri oldu.
Bizim gençlik dönemimizde ‘zinde güçler’ olarak bile tanımlanmış olan darbeciler ise CHP’liler tarafından her zaman önemsendiler. ‘Değişim gücü’ olarak algıladıkları güç merkezini, esas olarak ‘asker-sivil-aydın zümre’ (ya da bir diğer ifadeyle asker-sivil bürokrasi) oluşturdu. Seçim yenilgilerinin ardından halka olan inanç azaldı ve bu ‘güç merkezi’ne olan inanç pekişti.
Kemal Kılıçdaroğlu efsanesi
Başarısızlıktan başı dönmüş olan CHP’liler, Kılıçdaroğlu’ndan beklentililer. ‘Zinde güçler’in eskisi kadar güçlü olmadıklarını (sonuçta bu güçlerin mahkeme önünde hesap verecek kadar ‘çaptan düştükleri’ ortada) artık CHP’liler de algılamaya başlıyorlar.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun (tıpkı Bülent Ecevit gibi) bazı kesimlerin gözünde bir efsaneye dönüşüyor olması ilgi çekici. Kılıçdaroğlu’nun ‘devletçi Baykal’ ve ‘bürokratik Sav’dan olan farklılığının daha çok bir stil ve görüntü farkı mı olduğunu, yoksa ‘köklü’ ve ‘somut’ bir farklılığın mı var olduğunu göreceğiz.
Parçalanmadan olabilir mi?
Baykal döneminde kemikleşen parti bürokrasisi, yalnızca örgüt içinde oluşmuş olan otoriter sistem nedeniyle değil, ideolojik olarak da çözümsüzlüğe odaklanmış anlayışıyla değişime, yenileşmeye direniyor, direnecektir de.
Kılıçdaroğlu’nun bundan sonraki hareket alanının iki ana çizgi arasında şekillenmesi beklenebilir: Birinci çizgi, eski ‘milliyetçi’, ‘otoriter’ ideolojiyle bir hesaplaşma içine giren bir çizgi. İkinci çizgi ise ‘uzlaşmacı ve ortayolcu çizgi’.
Şimdiye kadar ikinci çizginin ağır bastığını söyleyebiliriz. Ancak otoriter ideolojilerin farklı olanı, hatta azıcık farklı olanı bile ‘düşman’ görebiliyor olmaları, uzlaşmayı zorlaştırıyor. Sav, Kılıçdaroğlu için daha şimdiden “AKP’ye yaklaştı” gibi bir ifade kullanıyor. Bu anlayışın herkesi ‘Fethullahçı’ diye tanımlamaktan hiç geri kalmadığını çok iyi biliyoruz.
CHP biraz değişebilir
CHP de değişebilir, çünkü Türkiye değişiyor; CHP’ye oy veren kitle de kaçınılmaz olarak bu değişimden payını alıyor. Yıllardır partinin kapısını, penceresini çivileyen, her tür değişimi engellemek için bütün enerjisini kullanan Baykal’ın ve onun politbürosunun başındaki Sav’ın deyim yerindeyse ‘yer ile yeksan’ olmuş olmaları, ne derseniz deyin, küçümsenemeyecek bir olaydır.
CHP’nin ruhundaki ‘devlet partisi’ kimliğinden arınması, karmaşık yollardan geçen bir değişim serüvenini gerektiren bir yolculukla mümkün. CHP’nin dayandığı bir felsefi temel var. Ama bir yandan da bu temelin altından topraklar kaymaya devam ediyor. Bu bir Türkiye gerçeği...
RADİKAL
YAZIYA YORUM KAT