Charlie’nin Şeytanları
Dünyanın gündeminde Paris eylemi, Charlie Hebdo adlı mizah dergisine yapılan saldırı var. Beklendiği üzere eylem yoğun şekilde lanetlenmekte. Küresel sistemin egemenleri açısından gayet anlaşılabilir bir durum. İnşa ettikleri düzeni savunacaklar elbette. Ne ilginçtir ki, “bu saldırı demokrasimize, cumhuriyete saldırıdır” diyorlar. Demek ki, sizin demokrasiniz, cumhuriyetiniz bizim inancımıza, değerlerimize hakaret temeline oturuyor!
Sistemin gönüllü bağlılarının, tâbilerinin tepkileri de anlaşılabilir. Başka türlüsünü düşünemezler. Asla Müslümanların tepkilerini, duygularını, acılarını anlamıyor, anlama çabası da göstermiyorlar. Çünkü kâinatın merkezinde onlar var, doğru ve yanlış ölçüsünü onlar belirliyorlar. Buna uygun düşmediğinizde anında ‘aşırı’, ‘fanatik’, ‘terörist’ damgası yiyorsunuz!
Yazık ki, Müslümanların bir kısmı da onlarla beraber lanetleme yarışına girişiyorlar. Hatta freni tutmayan bazıları işi “masum insanları hedef alan terör saldırıları” söylemine kadar götürüyor. Kim masum? Resulullah’ı (s) alaya alan, milyonlarca Müslümana eziyet eden, hicveden, aşağılayan, tahkir eden tuğyan içindeki bu kendini beğenmiş züppeler mi?
İfade özgürlüğü ve benzeri söylemler bir yere kadar anlamlı ama temelde aldatıcıdır. Fransa bir dergiye engel olmak yerine bir dizi riskli, pahalı sürecin kapısını aralamıştır. Kimse ifade özgürlüğünden falan dem vurmasın, medya bağımsızlığı laflarının ardına sığınmasın! Biz aynı Fransa’nın Garaudy’i kitabından ötürü nasıl mahkum ettiğini biliyoruz. Batı’da İsrail’e yönelik eleştirilerin anında anti-semitizm damgası yiyip safdışı edildiği malumdur!
Bazıları belki de iyi niyetle ama safça şiddetten kaçınmayı, iyilikle mücadele etmeyi, fikre karşı fikirle karşılık vermeyi falan tavsiye ediyor. Ortada fikir mi var, Allah aşkına! Doğrudan saldırı söz konusu ve karşı konulmadığında yıpratıcılık boyutunun güçleneceği açıktır.
Bu noktada caydırıcılık vasfı akla gelmelidir. Tevbe suresi 123. ayetinde Rabbimiz “Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlarla savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar…“ (velyecidû fîkum gilzaten) buyuruyor. Yine Maide suresi 33. ayette, “Allâh ve O'nun Rasûlü ile savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkartmak için uğraşanların yaptığının karşılığı; öldürülmeleri yahut asılmaları yahut ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut hapsedilmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir... Ahirette ise onlara azim bir azap vardır” buyuruluyor.
Bu hadise bir anda gelişmedi. Defalarca uyarıldılar, tepki verildi ama tınmadılar, umursamadılar! Davalar açıldı, “suç yoktur” denildi! Müslümanların duyguları, tepkileri, talepleri yok sayıldı. E, ne olması bekleniyordu? Fransız mahkemelerinin yüce adaletinin verdiği hükme razı olup, boyun bükmek mi?
Bu eylemin sadece iki ya da üç kişilik fail grubunun ya da bir örgütün özel gündemine tekabül ettiği düşünülmemelidir. İman edenlerin tümünün duygu dünyasını yansıtan bir eylemdir. Ve bugüne kadar binlerce kez yaşanabilirdi; yaşanmamış olması güçsüzlükten, imkansızlıktan ötürüdür, yoksa diğer Müslümanlar açısından sorun görülmediğinden değil!
Öncelikle Müslümanların hürmetlerini koruma ve bunları önemseme hassasiyetinin altını çizelim. Bilhassa da kapitalist Batı medeniyetinin ulvi olan, manevi olan her şeyi adeta buharlaştırması neticesinde yaşanan büyük laik saldırı düşünüldüğünde Müslümanların bu hassasiyetinin önemi, değeri ve gerekliliği açıktır. Onlar kendilerini böyle şeyleri çoktan aşmış, çok ileri, modern insanlar olarak görebilirler; biz istemiyoruz ve aşmayacağız!
Resul’ün Müminler açısından yerini Rabbimiz Ahzab suresinin 6. ayetinde “Resul mü’minlere kendi canlarından evladır” (“En nebiyyu evlâ bil mu’minîne min enfusihim) hükmüyle belirliyor. Dolayısıyla Resul’e ve Resul’ün temsil ettiklerine yönelik saygısızlık, saldırı, hakaret hiçbir şekilde görmezden gelinemez.
Bu konuda siyerde dikkat çeken hadiseler vardır; ifade özgürlüğü, tahammül, tolerans ve benzeri kavramlar üzerinden kimse İslami değerlerin, hürmetlerin içinin boşaltılmasına sessiz, tepkisiz kalınmasını beklememelidir. Ve Müslümanlar adına söz söyleyen hiç kimse de Resul’den daha merhametli olmaya kalkışmamalıdır!
İftira, saldırı, tahkir karşısında Resul ve beraberindekiler göz yummamıştır. Asma bint Mervan adlı İslam düşmanlığı yapan Yahudi bir kadın Hicretin 2. senesinin Ramazan ayında Umeyr adlı sahabi tarafından öldürülmüştür. Resul “Allah ve resulüne gizlice yardım etmek isteyen birini görmek isteyen, Umeyr b. Adi’ye baksın” demiştir. Aynı şekilde Evs Kabilesine mensup Ebu Afek isimli yaşlı bir Yahudi de İslam düşmanlığı içeren sözleri yüzünden Asma’dan bir kaç gün sonra Salim b. Umeyr tarafından avluda uyuduğu bir sırada öldürülmüştür.
Şiirleriyle İslam düşmanlığı yapan Kab b. Eşref vakası çok bilinen bir hadisedir. Resulullah’ın “Beni Kab b. Eşref’in dilinden kim kurtaracak?” sözü üzerine Muhammed b. Meslem, kendi kabilesi olan Evs’in Abduleşheloğullarından birkaç kişinin de yardımıyla, ki bunlardan biri Kab’ın süt kardeşi olan Ebu Naile’ydi, 3. senenin Rebiyulevvel ayında bir gece tuzak kurarak Kab b. Eşref’i öldürmüştür.
Müslümanların inancı müşriklerin ilah bildiklerine sövmeye de, kimseye hakaret etmeye, kimseyi inancından ötürü aşağılamaya da izin vermez. Ama kendi inançlarına hürmet edilmesini de mutlaka bekler.
Diyorlar ki, beğenmiyorsanız gidersiniz! Bizim değerlerimize uymak istemiyorsanız neden burada yaşıyorsunuz?
Hiç bu kadar basit değil! Müslümanlar Batılıların topraklarına zevk için gelmediler. Bugün Batılıların ülkelerinde milyonlarca Müslüman varsa bu en temelde kölelik, sömürgecilik, despotik iktidarların desteklenmesi vb. suçların neticesidir. Gıyaseddin Sıddiki Batıda ne işiniz var diyenlere.“Biz buradayız çünkü siz oradaydınız” diyordu. Beğenmeyen gitsin sözü anlamsızdır, haksızdır ve hiçbir karşılığı da yoktur!
Sonra, biz gittik diyelim, ne olacak peki? Onlar da gidecek mi bizim topraklarımızdan! Yemen’den, Afganistan’dan, Irak’tan, Mali’den, Suriye’den gidecekler mi? İsrail isimli belalarını alıp götürecekler mi?
Charlie Hebdo eylemini terörist bir saldırı olarak niteleyenler, lanetleyenler, 12 kişinin ölümünden ötürü büyük bir acı hissedenler, Charlie Hebdo’nun karikatür adı altında geliştirdiği saldırının, pervazsızlığın, bencillik ve küçümsemenin Müslümanlar açısından çok daha ağır ve incitici bir terör eylemi olarak algılandığını anlamak, kabul etmek zorundadırlar. Müslümanların canlarından aziz bildikleri Resul üzerinden o karikatür adı altında maruz kaldıkları tahkir ve tezyifin mahiyetini kavramaya çalışmalıdırlar.
Kısacası adalet ve erdem Paris eylemini egemen Batılı değerler, söylemler, propagandalar kulvarından çıkıp bir de suçlanan, mahkum edilen Müslümanlar, mazlumlar penceresinden görmeyi, en azından bakma çabası içine girmeyi gerektirir. Ve ancak buradan bakıldığında egemenlerin ve onların yörüngesindekilerin hep bir ağızdan kınama yarışına girdiği eylemin Müslümanların yüreğinde nasıl bir karşılık bulduğu anlaşılabilir.
Peki, Müslümanların anlaşılabilir nedenlerle ve samimi duygularla yaptıkları her eylem haklı ve desteklenmeyi hak eden eylemler midir?
İslam’a düşmanlık edenlerin masum olmadıklarının altını çizelim ama elbette bu olgu İslam düşmanlarına karşı yapılan her eylemi onaylamak, savunmak noktasına bizi götürmemeli. Kompleksli, öykünmeci insanların izzetsizliklerine tepki olarak İslami mesaja zarar veren ve Müslümanların maslahatlarına uygun düşmeyen eylemleri onaylamak, sahiplenmek durumunda olmadığımızı da belirtelim.
Yapılan işin temelde haklı bir zemini olabilir ama bütünüyle şeri ölçülere uygun mu gelişmiştir? Hedefler doğru seçilmiş midir? Sonuçları itibariyle ortaya çıkabilecek zarar gözetilmiş midir? Bunları da düşünmek gerekir. Bu noktada Paris eyleminin bu kadar kanlı bir şekilde gelişmesi kötüdür. Daha seçici davranılmalıydı. Karikatür krizini savaşa dönüştüren editörün cezalandırılmasıyla yetinilebilirdi örneğin! En azından yaralanıp yere düşmüş bir insanın kafasına kurşun sıkmanın vicdanları yaralayacağı görülmeliydi. Avrupa’da ırkçılığın yükseldiği bir vasatta Müslüman toplumu daha fazla sıkıntıya sokacağı açıktır. Bunlar düşündüren hususlardır.
İşin kötüsü bu tür eylemlerle ne kadar sonuç alınabileceği de tartışmalıdır. Selman Rüşdü hadisesi, Kuran yakma, Danimarka karikatürleri, Hollanda’da Teo van Gogh adlı sapığın çektiği film [Teo van Gogh 2004’te Muhammed Buyari adlı Faslı bir Müslüman tarafından öldürülmüştü] maalesef bu kirli zincir yeni halkalarla devam edip gitmektedir.
Bu bağlamda 2 hususu önemsemeliyiz: Öncelikle tepkilerimiz istenilen sonucu veriyor mu? Kabul edelim ki, Batıda kininden, düşmanlığından ya da meşhur olma kaygısından ötürü İslam’a hakaret etmeyi yönelebilecek tipler her zaman var olacaktır. Bunların tümünü bu tür eylemlerle saf dışı etme imkanı yoktur.
İkinci olarak da tepkilerimizle provokatörlerin vermek istedikleri mesajı çoğaltma riskini görmeliyiz. Müslümanların bu tür çirkinliklere karşı verdikleri tepkilerin ne tür propagandalara zemin oluşturduğunu da ayrıca hesap etmeliyiz. Müslümanların tepkileriyle ortaya çıkan görüntünün oluşturulmak istenen İslam’ın kan içici, vahşi, fanatik bir din olduğu imajına hizmet edip etmediği hususunda dikkatli olmalıyız. Bilhassa Batı’da yaşayan Müslümanlar için bu husus çok önemlidir.
Özetle Resul’e ve İslami değerlere saldırıları görmezden gelemeyiz. Bu tür saldırılara tepki vermek, karşı koymak Müslümanların görevidir. Ama tepkilerimizi doğru konumlandırmak ve ölçülü bir biçimde yansıtmak zorunda olduğumuzu da unutmadan. Bu noktada Charlie Hebdo eylemi meşruiyet değil ama maslahat açısından tartışılabilir, tartışılmayı hak eder. Ama bu tartışma özür dileyici, savunmacı, yaranmacı tutumlarla egemenlere selam çakan, onların düzenine, düzlemine baştan teslim olan bir ruh haliyle değil, elbette Müslümanlara yakışır bir üslup ve içerikle yapılmalıdır. Ve asla İslam’a ve Müslümanlara savaş açmış aşağılık sömürgeci zalimlerin ve onların kuyrukçularının suçlarını, zulümlerini, çirkinliklerini bir nebze dahi olsa örten, hafifleten bir tarza büründürülmemelidir.
YAZIYA YORUM KAT