1. HABERLER

  2. HABER

  3. MEDYA

  4. Cevabı İçinde Soru!
Cevabı İçinde Soru!

Cevabı İçinde Soru!

Bugün Gazetesinin köşe yazarı seçmeni aşağılamaya çalışırken, kendi halini ikrar etmiş!

02 Nisan 2014 Çarşamba 14:50A+A-

HAKSÖZ-HABER

Bugün Gazetesi yazarı Aykut Işıklar 30 Mart’ı yorumlamış. Pek çok “aydın” gibi görünen ile “olması gereken” arasındaki uçurumdan duyduğu hayal kırıklığını yansıtmış. Yazısı Gülen Cemaati ile liberal-sol kültürün sentezi bir seçim değerlendirmesi olarak dikkate değer.

Önce kendince bir fotoğraf çekmiş yazar. Ama ilginç bir fotoğraf bu, görünenden ziyade iç geçirileni resmediyor. Veri diye sunduklarının doğruluğu tartışılmıyor, söylenip geçiliyor ve otomatik olarak doğru olduğu varsayılıyor. Mesela Gezi’de 8 milyon insanın sokaklara döküldüğü; her gece yüzbinlerce ev kadınının camlarda tencere tava çaldığı; Berkin Elvan’ın cenazesinde 2 milyon, Aziz Yıldırım’a destek için Anıtkabir’de 1 milyon kişinin toplandığı gibi iddialar tartışmasız veriler gibi aktarılıyor. Arada jandarmanın sözünü dinleyen mülayim gençlere karşılık dayakçı, gaddar Başbakan tiplemeleri; 17 Aralık’ta milyonların iş bitti dediği gibi vurgular da yer alıyor. 

Yazı boyunca sıralanan değerlendirmelerin, ortaya atılan rakamların gerçeği yansıtmadığı, belli bir siyasi perspektiften bakanların şahsi ve yanlı değerlendirmeleri oluğu gerçeği hiç sorgulanmıyor. Hepsi doğru kabul ediliyor ve buna göre bir beklenti içine giriliyor.

Ve sonuçta tüm bu manzaranın neticesi olarak adeta duvara çarparcasına 30 Mart sonuçları ile karşılaşılıyor. Bu durumda gözlemlerini sorgulamaya tenezzül etmeyen tüm entel tipler gibi yazar da halkı sorgulamayı tercih ediyor. Ve sözlerini şöyle tamamlıyor: “…İnanın halkımı anlamakta çok zorlanıyorum. Yoksa ben çok mu aptalım?...”

Ne denilebilir ki, haklısınız herhalde! 

***

Balık hafızası mı, yoksa ince hesap mı?
Aykut Işıklar/Bugün

8 milyon insanın sokaklara döküldüğü, devletin polisiyle resmen savaştığı günleri hatırlayın. Gezi Parkı olayı Taksim Meydanı'ndaki bir parkta başladı ama kısa zamanda bütün Türkiye'ye dalga dalga yayıldı. Taksim, Kadıköy, Beşiktaş meydanlarında on binlerce genç bağırıyor, çağırıyor, protesto ediyordu ve ölümü göze almış savaşıyordu. Çevik Kuvvet de TOMA'larıyla kahramanca görev yapıyordu. Tazyikli su sıkıyor, biber gazı, plastik mermi kullanıyordu. İç savaş benzeri çarpışmalar günlerce, gecelerce sürdü. Bu arada her gece saat 21:00'de yüz binlerce ev kadını camlara, balkonlara çıkıp, tencere tava çalıyordu. Olaylar sırasında kaç genç öldü, kaç genç sakat kaldı, inanın bilmiyorum. Sayı hiç önemli değil, genel kanı daha önemli. Bütün Türkiye diyordu ki: "Gezi Parkı olayları AK Parti iktidarının sonudur. Bu iş mutlaka istifaya dek uzanacak..." Bildiğiniz gibi şayet Kadıköy'den Taksim'e yürüyerek gitmeye kalkan gençleri, Boğaz Köprüsü girişinde jandarma birlikleri durdurmasaydı, ne olacağını düşünmek bile istemiyorum. Gençlerin jandarmanın sözünü dinlemesi de ayrı bir güzellik. Peki, tüm bu olaylardan sonra ne oldu? Başbakan gençlerin üzerine daha sıkı önlemlerle gitti, "Bunlar bir avuç çapulcu, ayyaş, çoğu zaten dinsiz komünist. Dış mihraklar tarafından yönlendiriliyor" diyerek işi kapattı. Bazen de polisine ikramiye verdi. "Yüzde 50'yi, yani seçmenimi evde zor tutuyorum" diyerek gözdağı verdi.


17 Aralık sabahı Türkiye büyük bir depremle uyandı. Ayakkabı kutularındaki deste deste dolarlar, yatak odasındaki çelik kasalar, para sayma makineleri falan filan... Her şeyi hatırladığınıza eminim. Böylesi hiç yaşanmadı. Birileri tutuklanıp cezaevine gönderildi. Ama işe karışan yüzlerce savcı ve polisin de görev yeri değiştirildi. Türk halkı yine aynı şeyi söylüyordu: "AK Parti iktidarı artık bitti. Bakan çocuklarının karıştığı yolsuzluk ve rüşvet olayı iktidarın sonu demektir..." Hele hele Başbakan'ın oğlu ile yaptığı telefon konuşmasını milyonlarca kişi dinleyince 'film bitti' dedi. Sayın Başbakan bu kez 'paralel devlet' diye bir terim ortaya attı. Sonra da her şeyi bu paralel devlete bağladı. Paralel devlet daha sonra akla gelebilecek en kötü benzetmelerle süslendi. Çete, örgüt gibi... Bir süre sonra bunlar da galiba(!) unutuldu gitti.

Günlerce komada yattıktan sonra vefat eden küçük Berkin'in cenaze töreninde ne deniliyordu? "Berkin AK Parti'nin sonudur. İki milyon kişinin katıldığı cenaze bunu gösteriyor..." Eee ne oldu? O cenazeye katılanlar yerel seçimlerde kim bilir hangi partiye oy verdi. Belki de AK Parti'ye...

İnternette aylardır izlenilen onlarca video görüntülerini, telefon tapelerini saymıyorum. Suriye ile ilgili devlet sırrının YouTube'a düşmesinden tutun, Büyük Birlik Partisi eski Başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinin düşmesine dek neler neler... Bir milyon Fenerbahçe taraftarı Ankara'da toplanıp Anıtkabir'e yürüdü, devlet sırrını açıklayan YouTube'a erişim engeli geldi, tüm dünyanın baskısına rağmen Twitter iptal edildi. ABD Kongresi ve AB, en üst düzeyde kapatmaları kınadı falan filan... Onlarca dünya çapında olay, açıklama, protesto akla ne gelirse hepsi yaşandı. Benim güzel halkım pazar günü sandık başında oy vermeden önce acaba bunları hiç düşündü mü? Yoksa sadece AK Parti'ye oy vermeyen yüzde 55 mi düşündü? Oysa her olayın altında insanlık-özgürlük-insan hakları gibi çağdaş olgular vardı. Her şeyi bu kadar kısa zamanda nasıl unutabiliyoruz? Yok yok unutmak işimize geliyor. Çünkü biz küçük ve ince hesapları seviyoruz. İnanın halkımı anlamakta çok zorlanıyorum. Yoksa ben çok mu aptalım...

HABERE YORUM KAT

3 Yorum