Cesur savcılar
İlk iddianamenin açıklanmasının üzerinden tam sekiz ay geçti. Bu sekiz ay zarfında, savcıları yıldırmak, yargıçları etkilemek için söylenmedik lâf, girişilmedik teşebbüs kalmadı.
Bu kadar hacimli bir iddianame ile, teknik olarak bir davanın görülemeyeceği itirazı ile başlayan, iddianamenin her ayrıntısını yerden yere vuran ve peşinen Ergenekon'u hâyâl, sanıkları suçsuz ilan eden kampanyaları hatırlayalım. Genelkurmay Başkanı'nın resmî talimatı ile, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni temsilen tutuklu sanıklara yapılan kor düzeyindeki ziyaret başta olmak üzere, yargıya doğrudan müdahaleler yapıldı. Sağlık gerekçesiyle yapılan tahliyelerin arkasında çevrilen dolapların ayrıntıları basına düştü. CHP lideri kendisini Ergenekon'un avukatı ilan etti. Türkiye'yi iç savaşa sürükleyecek kanlı komplolar, bu komplolar için hazırlanan silah depolarının ortaya çıkartılmasına rağmen yargı baskı altında tutuldu.
Tek tek kim nerede, hangi suçu işlemiş? Bu sorunun cevabını yargı verecek. Biz sadece netlik kazanan fotoğrafı görüyoruz. Ahtapot gibi kollarını her yana uzatmış; devletin karanlıklarına yerleşmiş kanlı bir terör örgütü bu. Acımasız, pervasız ve üstelik akılsız. Bu acımasızlığı ile ortalığı kan gölüne çevirip, Türkiye'yi Türk-Kürt savaşına, Alevi-Sünnî çatışmasına sürükleyerek iktidarı ele geçirmeye niyetlenecek kadar gözü dönmüş. Devletten güç alarak her yeri haraca bağlamış, beğenmediğini ortadan kaldıran, suç dünyasına racon kesen bir korku imparatorluğu bu.
Bu dehşetengiz örgüt, birkaç savcının ve onların emrinde delillerin ve zanlıların peşinde koşan polislerin marifetiyle bir kolundan yakalandı ve sanık sandalyesine oturtuldu. Üzerine projektörler çevrildi. Hepimiz dikkatle ve merakla izliyoruz.
Önceki gün mahkemeye sevk edilen ikinci iddianamenin içeriği, en geç iki hafta içinde belli olacak. Ama, Başsavcılık tarafından açıklanan teknik özellikleri bile bize önemli şeyler anlatıyor.
Bu önemli şeylerin başında, hepimizin dilinin ucunda bekleyen o kritik soruya verilen cevap yer alıyor. Sorumuz şuydu: "Devamı gelecek mi?", "Bu dava sonuna kadar gidecek mi?" İkinci iddianame bu soruya tatminkâr bir cevap veriyor. Savcıların, iki önemli sanık için istedikleri "ağırlaştırılmış müebbet" cezası, iddianamenin içeriği hakkında şüphe bırakmıyor.
Ergenekon davası, gündelik tartışmaların çok ötesinde, basit komplo teorilerinin çok dışında kendi mecraı içinde ilerliyor. İkinci iddianame bizi zaman zaman karamsarlığa sevk eden yanılsamaları düzeltiyor. Sanki iki ayrı dünya var. Birincisinde bizler komplolar arasında gidip geliyor ve makul olanı imkânsız görüyoruz. "Eyvah" diye saçımızı, başımızı yoluyoruz. İkincisi ise hiç konuşmayan, basına demeç vermeyen hakimlerin ve savcıların dünyası. Her şeyin milimetre ile ölçüldüğü, kuyumcu terazisinde tartıldığı, buz gibi soğukkanlı ve ölçülü hukukçuların yer aldığı, hukuk kurallarının işlediği adaletin dünyası bu. Ek iddianame, her şeyin bu ikinci dünyada olup bittiğini, gözü hukuktan başka bir şeye takılmayan cesur hukuk adamlarının işbaşında olduğunu anlatıyor.
Hukuk galip geliyor ve hukuk hakim oluyor. Türkiye elinde silah, sağa sola yerleştirdiği patlayıcılar ve suikast planları ile hüküm süren terörün ve çetelerin sultasından kurtuluyor. Akla gelen ve gelmeyen her şeyin mümkün olabileceği bir ülkenin yerini, tek ihtimalin, yani hukuka uygun olanın hüküm sürdüğü bir ülke alıyor. Kaos yerini düzene bırakıyor. Terörün yol açtığı korku, yerini hukukun sağladığı huzur ve güvene terk ediyor. Akla zarar komploların yerini akla uygun hesaplar ve gerçekliğe uygun planlar alıyor.
Bütün bu dönüşümü, tek başına Ergenekon davası gerçekleştiriyor. Türkiye, Ergenekon savcıları eliyle hukukun egemen olduğu medenî bir düzene kavuşuyor.
Cesaret bugün savcıların yüreğinde somutlaşarak, bize onurlu, güvenli ve mutlu bir dünya vaat ediyor.
İkinci iddianame savcıların, kimseye aldırmadan sadece işlerini yaptıklarını gösteriyor.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT