Çelişkinin de bir sınırı olur
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener güya topluma büyük bir müjde veriyor: “İktidar olduğumuzda, başöğretmen Atatürk’ün yazdığı Nutuk ve Medeni Bilgiler’i ilkokuldan itibaren ders kitabı olarak okutacağız.” Pek yakın bir zamanda zuhur eden “İman tazelemek için geldik Anıtkabir’e” şaşkınlığının ufku ve derinliği böylesi acayip müjdelerden öteye nasıl geçebilir ki zaten. Tuhaf olan Akşener ve ekibinin Ortodoks Kemalist söylem, sembol ve hedeflere dair onca vurgusuna rağmen bıkıp usanmadan ve mesnedsiz iddialarla Fetö’yle ilişkilendirilme gayretkeşliğinde kendisini gösteriyor.
Karşımızda siyasetten eğitime her alanı Kemalist değerlerle inşa etmeyi kalbiyle tasdik, diliyle ikrar eden bir siyasi lider duruyor. Fakat enteresan bir biçimde Akşener’in “daha çok ve daha kapsamlı Kemalizm” vaadleri bir iki köşe yazısına konu olabiliyor ancak. MHP’den değil ama özellikle AK Parti cephesinden hatta düzenli olarak bir masa etrafında toplandıkları Saadet, Deva ve Gelecek Partilerinden hemen hiçbir tepkinin yükselmemesi garip ve acı değil mi? İktidarıyla muhalefetiyle siyaset Kemalist ideoloji karşısında pasif ve edilgen bir nesneye dönüşmüş adeta.
Âdem ve Havva Yok, Homo Alpinus Var
Meral Hanım iktidara gelmeden Nutuk ve Medeni Bilgiler kitaplarını merkeze alan seçmeli bir ders konulmasında kanaatimce büyük faydalar olur. Kutsal Kitap muamelesi yaptıkları Nutuk’un 1919-1927 arasını sadece Mustafa Kemal’in perspektifinden anlatan bir otobiyografi kitabı olduğunu toplumun anlaması için bir vesile olur belki. Nutuk’un bırakın öğrencileri ve toplumu profesyonel tarihçilerin bile içinden kolaylıkla çıkamayacağı yüzlerce telgraf mesajının üzerine kurulu bir otobiyografi olduğunu idrak ederler belki. Daha önemlisi ve esası Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’nin öncü kadrolarını ihanetle suçlayıp nasıl tasfiyeye giriştiğini, geride İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’tan başka kimseyi bırakmadığı gözler önüne serilir.
Sayın Akşener’in teklifi Medeni Bilgiler’i de Afet İnan Hanımın diğer eserlerinin de gündeme girmesi yakın siyasi tarihin unutulan, unutturulan, çarpıtılan hakikatleriyle yüzleşmeye vesile için iyi bir fırsat olacaktır. Mustafa Kemal’in talimatıyla kurgulanan Türk Tarih Tezi’nin belkemiğini oluşturan “Anadolu: Türk ‘Irkı’nın Yurdu” tezinden başlayıp “Türk insanının Homo Alpinus” olduğunu ispat sadedinde, mezardan çıkarılanlar dâhil, 36.000 kafatasının nasıl ölçülüp biçildiği de konuşulur bu meyanda. Öyle ya “Atatürk milliyetçiliği ırkçı-ayrımcı değildir” gibi masallar anlatmak kolay. Açalım bakalım tarihim sayfalarını, öyle midir, değil midir herkes görsün. Dahası son derece kaba-ilkel bir dizi Darwinist tezle hayatın ve evrenin Allah tarafından yaradılışını inkâra girişerek hemen bütün varlığın oluşumunu güneşin ultraviyole ışınlarına bağlayan ucuz bilimsellikler de tartışılır. Afetinan Hanımın bile sonraki yayınlarında asla yer vermediği tebliğlerle halkımızın tanışması hiç de fena bir fikir değil.
Fırsat bu fırsat deyip dönemin Meksika Büyükelçisi Tahsin Bey’in Maya efsanelerine dair mektupları üzerine Atatürk’ün dört elle sarıldığı “Kayıp Kıta: Mu” bilimsel devrimini de mütalaa ederiz herhalde. Tahsin Bey’e neden “Mayatepek” soy isminin verildiğini de Mu Kıtası’ndaki Türklerin tarih ve medeniyete katkılarını da büyük tarihçi Sinan Meydan’dan hep birlikte dinleriz artık.
Kemalistler bol bol konuşsunlar, seçimi kazanınca hangi projeleri hayata geçireceklerini, neleri yasaklayıp hangi kurumların kapısına kilit vuracaklarını sakınmadan beyan etsinler. Sansürsüz, çarpıtmadan, objektif olarak bir ideoloji, siyaset ve toplum modeli olarak Kemalizmi söylemleri, eylemleri ve hedefleriyle konuşmak birçok faydayı muhtevidir. Zihin açar, büyü bozar, fena halde karizma çizer.
Katilleri (S)Aklama İhalesi Milli Görüş’e mi Kaldı?
Çarpıtılan tarih sadece Tek Adam ve Tek Parti dönemine ait olan tarih değil maalesef. Henüz yaşamakta olduğumuz, hepimizin şahit olduğu tarih de çarpıtılabiliyor ne yazık ki. Meral Akşener’in Kemalist kaygılarla yaptığı çarpıtmayı Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu “kronik muhalif” duruşuyla sergiliyor bu kez. İzlemişsinizdir, Sayın Karamollaoğlu Habertürk ekranlarında hiç sıkılmadan şu cümleleri kurabildi: “Maalesef Suriye'yi karıştıran ilk adımları Türkiye attı. AK Parti hükümeti attı. Bunu hiçbir zaman tasvip etmedik. Suriye kan gölüne döndü.” Acıtacak kadar, derinden sarsacak kadar bir hakikat böylesine tepetaklak, böylesine ters yüz edilebilir mi?
Temel Bey, Hafız ve Beşşar Esed’in Nusayri azınlığa ve Arap Nasyonal Sosyalizmine dayalı Baas rejiminin 50 küsur yıldır işlediği cinayet, işkence, tecavüz, yıkım ve katliamları hiç bilmiyormuş gibi konuşuyor. Hama katliamını mı bilmiyor, Lübnan’ın işgal edildiğinden mi habersiz, PKK başta olmak üzere radikal-silahlı sol örgütlerin Baas rejimi tarafından nasıl kullanıldığını mı hiç duymamış? Tamam, bunları unutmuştur belki. Peki, 11.500 insanın işkence altında nasıl öldürüldüğüne dair detaylıca tutulan adli tıp fotoğraf ve raporlarını da mı göremediniz? Halep’i, Doğu Guta’yı, Deraa’yı, İdlib’i ve onlarca şehri yakıp yıkan Baas ordusunu ne sanıyorsunuz acaba? 10 seneyi aştı: Bir gün olsun Rusya savaş uçakları pazar yerlerini, hastaneleri, okulları, mescidleri vurarak katliam yapmasın diyemediniz. Yarım ağız olsun İran’a dönüp, bölgeden topladığınız 90 bini aşkın fanatik Şii milisle tekfir ettiğiniz Sünnilerin kanını dökerek ne İslam Cumhuriyeti olabilirsiniz ne de Suriye’de kalabilirsiniz, diyebildiniz.
Rusya-İran hegemonyasını perçinlemek üzere Esed/Baas despotizmini tahkim eden cinayet ve yıkımları bile AK Parti hükümetine kestiniz ya siz hangi yüzle Adil Düzen’den, İslam ümmetinin kardeşliğinden bahsedeceksiniz? Emperyalizmi ve despotizmi aklayan bu çarpıtmaya en önce Sayın Ahmet Davutoğlu ve Sayın Ali Babacan’ın bir cevabı olmalı. Siyasal ittifak arayışları normal ve meşrudur elbette lakin Kılıçdaroğlu ve Akşener’in Suriyeli sığınmacılar üzerinden ürettiği ırkçı-kışkırtıcı söylemlere, Ergenekon-Balyoz sanıklarını efsaneleştirmelerine ve Karamollaoğlu’nun Rusya-İran-Baas troykasının günahlarını AK Parti’ye fatura etme operasyonlarına karşı güçlü bir biçimde itiraz edilmesi şartıyla.
Sayın Soylu, Katili Doğru Teşhis Edemediniz mi?
Nihayet perspektif ve söylem uyumu üzerine son bir değinide bulunalım. İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu ‘İyilik Fuarı’ gibi hayırlı bir teşebbüse katılmış ve orada şu cümleleri kurmuş: “Allah şahidimiz olsun. Nasıl Doğu ve Güneydoğu'ya huzur getirmişsek Amerika ve Avrupa'nın elinden Suriye'yi de, Irak'ı da kurtaracağız, oralara da huzur getireceğiz.” Afganistan ve Irak’taki işgal, yıkım ve katliamların faili Amerika ve Avrupa ordularıydı, bu doğru. Fakat Suriye'yi Amerika ve Avrupa’nın değil Rusya ve İran’ın elinden kurtarıp huzur getirmemiz gerekiyor. “Katil Amerika/NATO Afganistan’dan ve Irak’tan Defol!” sloganına paralel olarak “Katil Rusya, Katil İran Suriye’den Defolun!” şeklinde tahakkuk eder. Amerika ve Avrupa, Suriye’nin kuzeyindeki dar bir koridorda PKK-PYD’yi tahkim etmenin mücadelesini verirken Rusya ve İran orduları Suriye’nin tamamında kan döküp can alıyor, şehirleri yıkıp ülkeyi ceset tarlasına dönüştürüyor. Katil meçhul değil, adını rahatça ve yüksek sesle telaffuz edelim! PKK ve Esed rejimi de PKK ve Esed rejiminin hamileri de birbirlerine müzahir, bize düşmanlar.
Yeni Akit Gazetesi
YAZIYA YORUM KAT