Çandar raporu: Çözüme davet
-Geçen hafta sonu TESEV'in Kürt meselesine ilişkin dördüncü raporu yayınlandı.
Cengiz Çandar'ın on aylık meşakkatli çalışmasının sonucunda, devlet ve hükümet yetkililerinden bürokratlara, Kürt siyasetinin yurtiçindeki önde gelen isimlerinden Kandil'e, Avrupa'ya ve Irak'a uzanan elliye yakın temel görüşmenin ürettiği çerçeve, PKK'nın nasıl silah bırakacağı ve dağdan iniş koşullarının nasıl sağlanacağı üzerinde duruyor.
Bu benzersiz ve önümüzdeki dönemin hassasiyeti açısından olağanüstü önemdeki araştırmanın temel önermesi, Kürt meselesine bakışın bir paradigma değişikliğine muhtaç olduğu. Buna göre 'Kürt meselesinin' bir yönü bütün Kürtleri kuşatan ortak talepleri ifade etse de, çözümün sadece bu hakların verilmesiyle sağlanamayacağı açık. PKK'nın silahlı muhalefeti devam ettiği müddetçe, Kürt meselesi giderek PKK meselesine dönüşüyor ve 'çözüm' ancak silahlı mücadelenin bitmesi ile mümkün. Paradigma değişikliğinin gerektiği nokta da bu... PKK'nın bir 'terör' örgütü olarak değil, Kürtlerin bir bölümünün isyanı olarak algılanması gerekiyor. Çünkü 'terör' tanımı, çözümü de silahta arıyor ve çözümsüzlüğü getiriyor. Oysa 'isyan' tanımı, şiddet kullanan bir örgütle karşı karşıya olunsa da, 'müzakere' imkânı yaratıyor. Nitekim dünyanın birçok yerinde isyanlar nihayette isyancılar ile devletler arasındaki müzakereler sonucu bitirilebildiler.
Çandar 'müzakerenin' gerçekçi bir yol olabileceğini görüşmeleri sonucunda ortaya koyabilmekte. Her şeyden önce birtakım avantajlar mevcut: Örgüt üzerinde en etkili kişi olan Öcalan Türkiye'de ve görüşmelerin önünde bir engel yok. Dolayısıyla süreç gayet hızlı gidebilir. Ayrıca Habur olayı, PKK'lıların dağdan inmeye niyetli olduklarını göstermiş durumda. Öte yandan Kandil, şu dönemde Öcalan ile konuşmakta olan heyetin KCK operasyonlarına karşı olduğuna inanıyor. Diğer bir deyişle her iki taraf da karşısında müzakere açısından anlamlı bir muhatap görüyor.
Soru, bu olumlu zemine karşın niçin ilerleme sağlanamadığıdır. Çandar raporu engel olarak askerin siyasetini ve Türk kamuoyunun tepkisini vurguladıktan sonra, iki tarafın yapısal ayakbağları ve stratejik tercihlerini gündeme getiriyor. Kürt siyaseti açısından ilerlemeyi engelleyen unsurlardan biri silahın PKK'nın elinde bir pazarlık kartı olması. İkinci bir neden ise PKK tarafındaki tasfiye korkusu... KCK davası bu açıdan olumsuz anlamda çok etkili oldu. Yapılan görüşmelerde bazı hükümet üyelerinin tasfiye sözcüğünü kullanmış olmalarının fazlasıyla önemsendiği anlaşılıyor. Bu arada PKK'nın Gülen cemaatine olan olumsuz bakışının altında da, bu hareketin bürokrasiye hakim olarak kendilerini tasfiye etmeyi hedeflediği türünden bir algının yattığı anlaşılıyor. Açıktır ki burada mesele gerçeğin ne olduğundan ziyade, gerçekliğin nasıl algılandığı. Öte yandan gerçekliğin muğlaklığının da bu tür algılara hizmet edebileceğini dikkate almakta yarar var.
Müzakere sürecinin devlet tarafındaki handikapları ise şöyle: Öcalan'la son 12 yıldır daha sistematik bir biçimde görüşülse de, devlet aktörlerinin kendi içinde bir uyum ve bütünleşme yok. Yani Öcalan'a uzun vadede istikrarlı bir muhatap üretilebilmiş değil. İkincisi devlet bugüne kadar Öcalan'a bir partner olarak değil, onu kullanmak üzere yaklaştı ve bu tür bir tutumun da çözüm üretemeyeceği idrak edilmedi. Üçüncü olarak meselenin salt güvenlik değil, siyasi bir sorun olarak kabul edilmemesi nedeniyle, müzakere sürecinin devlet tarafında güvenlikçilere yer verildi. Oysa çözüm bu alanda bir sivilleşmeyi gerektirmekte.
Cengiz Çandar'ın tespitleri, yapılması gerekenlere işaret etmekte... Ama bazı çarpıcı gözlemleri vurgulamakta yarar var: Çandar'ın izlenimine göre KCK yönetimi, KCK operasyonundan şikâyetçi gözükmüyor. Çünkü hem tutuklananların yeri hemen doluyor hem de bu tutuklamalar PKK'nın Kürtler nezdindeki meşruiyetini artırıyor. Kısacası bu operasyon zihniyeti ve hukuku bir kenara bıraksak, kuru siyasi mantıkla baksak bile 'akılsızca'... İkincisi PKK, Kürtlerin yaşadığı tüm coğrafyalarda, yani Suriye, İran ve Irak'ta da mevcut ve güçlü olduğu gibi, birçok Batılı devletin istihbaratı ile de ilişkide. Dolayısıyla çözüme acilen gidilmesi lazım. Aksi halde ilerde devletin müzakere iradesi bile yeterli olmayabilir. Üçüncüsü çözüm ihtimali ile Öcalan'ın siyasi etkisi arasında doğru orantı var. Tabiri caizse devletin Öcalan'ın 'kıymetini' bilmesi gerekiyor... Nihayet çözüm olanağı aynı zamanda AKP iktidarının devamına da muhtaç. Bütün karşılıklı güvensizliklere rağmen, bu meselenin çözümünde 'gerçek muhatabın', çözüm iradesinin gerçek sahibinin AKP olduğu karşı tarafça da kabul görüyor.
Çandar raporu, çözüm ihtimaline çok yakın olduğumuzu açıkça gösteriyor. Bundan ötesi güven yaratacak bir samimiyetin ve ufku geniş bir cesaretin siyasete damgasını vurmasından ibaret. Kolay değil, ama toplumsal destekle tahmin edilenden çok daha kolay olabilir.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT