Camideki başkan
Mehmet Akif Ersoy camideki şair olarak nitelendirilmiştir. Keza 16’ıncı Benediktus’u da ‘camideki papa’ olarak Sultan Ahmet’te gördük. Sultan Ahmet’den bir başka lider daha geçti.
Bu da ABD Başkanı Obama idi. Daha önceki ziyaretlerde bazı Amerikan liderler de Sultan Ahmet’i ziyaret etmişlerdi. Obama Türkiye’ye gelmeden önce ABD’de Katoliklerin Merkezini ve katedrallerini de ziyaret etmişti. Bu bağlamda belki de cami ziyaretine özel bir önem hem atfetmeli hem de atfetmemeli. Lakin Sultan Ahmet bir selatin camii olmasının ötesinde ‘liderler camii’ haline de geldi.
Oğul Bush geldiğinde arkasını Orta Köy Camii'ne vermişti. Lakin ikisi arasındaki fark açık. Bush dikine giderdi. Hem gönülleri hem de zihinleri kazanmaktan bahseder hem de ‘ya bizimlesin ya da karşımızdasınız’ diyerekten tersini yapardı. Bush’un sadece söylemiyle eylemi değil aynı zamanda söylemleri de tezat arz ediyordu. Bu yüzden de müttefiklerini kaybetti.
Bush ulus kurarken ABD’nin müttefiklerini kaybetti. Şimdi ise Obama kaybedilen müttefikleri geri kazanmaya çalışıyor.
Yeni ittifaklar kurmak istiyor ve eski ittifakları canlandırmaya çalışıyor. İşte Obama Türkiye’ye ittifak tazelemeye geldi. Zira Bush döneminde eski ittifak kasılmış, sarsılmış ve ABD hem siyasiler hem de halk nezdinde itibar ve prestij kaybetmişti.
Obama, Türkiye’ye ittifak tazelemeye gelmişken aynı zamanda İstanbul’da Medeniyetler İttifakı buluşması yapıldı. Esasında, Obama başarılı idi ama Medeniyet İttifakı buluşmasına Rasmussen gölgesi düştü.
Rasmussen eskilerin tahsilu hasal dedikleri gibi havanda su dövdü. Karikatür rezaletiyle ilgili kendisini tashih etmedi sadece kendisini savundu. Özür dilemedi aksine önceki konuşmalarına tüy dikti. NATO Genel Sekreterliğine Rasmussen’in şahsında Bush atanmış gibidir. Zira ikisinin mayası ve kimyası da kışkırtma üzerine kuruludur. Her iki lider de siyasi olarak Maniheist yani kutuplaştırmacıdır. Rasmussen hem Roj TV krizinde hem de karikatür krizinde geri adım atmamıştır. Hatta Başbakan Erdoğan ile ortak basın toplantısı Roj TV ısrarı üzerine iptal edilmiştir. Bırakın Roj TV’nin yayınlarına izin vermeyi mensuplarını da Erdoğan-Rasmussen ortak basın toplantısına davet etmişlerdi. Bunun üzerine basın toplantısı iptal edilmişti. Yani tam da Bush tarzı yeni bir genel sekreter. O da Bush gibi dikine dikine gidiyor. Kaldığı otele kolunun kaza ile çıkması aslında İstanbul’da çarpılmasıdır.
Papa ile Rasmussen aynı hamurdandır. Bilindiği gibi Papa da Regensburg’da yaptığı hakaretamiz bir konuşmanın ardından Müslüman temsilcilerin ısrarlı talepleri üzerine onlarla bir araya gelmiş lakin 8 dakika süren buluşma kavuşmaya dönüşmemiştir. Papa monolog yapmış ve kendi bildiğini okumuş ve Müslüman temsilcilere konuşma hakkı bile vermemişti. Yani skandala tüy dikmişti.
Rasmussen de karikatür krizinde bırakın hakaretten vazgeçmeyi diyaloğa bile yanaşmamıştı. Rasmussen’in NATO genel sekreterliğine seçilmesi de bu tavrın tescilidir. Avrupalılar karar vermişler ve Türkiye’nin ve İslam aleminin muhtemel tepkilerini dikkate almamışlardır. Rasmussen’in sabıkalı geçmişine rağmen Avrupalıların blok olarak ona sahip çıkmaları ve ismini öne çıkartmaları şaşırtıcı olmuş ve hiçe sayan tavırları İslam dünyasıyla ilişkilere verdikleri önemi daha ötesinde saygıyı göstermiştir. Türkiye ise Avrupalıların kararlılığı sonucu kerhen Rasmussen ismini kabullenmiştir. Esasında Amerikalılar da Rasmussen’i kerhen kabul etmiştir. Zira Rasmussen gibi birisi Obama ve ABD’nin Afganistan’daki hedeflerine ulaşmasına hizmet etmez. Hatta ters düşer. Bilakis Taliban’ın tezlerini ve azimlerini güçlendirir. Yine Avrupalıların Obama’nın Türkiye’nin AB teveccühüne destek vermesi karşısındaki tepkileri de ABD olmadan AB Türkiye ilişkilerinin pek de mesafe alamayacağını, yürümeyeceğini göstermiştir.
Özellikle Merkel ve Sarkozy’nin Rasmussen ismine sahip çıkmaları ve bunu dayatmaları yakışıksız olmuştur. Türkiye ve İslam dünyası karşıtları Rasmussen isminde birleşmiştir.
Obama Türkiye’de ilginç bir mesaj vermiş. ABD’nin çoğunlukla bir Hıristiyan gelenekten gelen bir ülke olmasına rağmen Hıristiyan ve Musevi bir ülke olmadığını herkese açık olduğunu söylemiştir. Halbuki dışişlerinde ilk siyah olan Colin Powell ise tam tersine ülkesini Hıristiyan-Yahudi medeniyet ve eksenine ait bir ülke olarak tanımlamış ve onun bir parçası olduğunu söylemişti. ilginçtir, Obama’nın bu ziyaretiyle birlikte ABD-Türkiye ilişkileri yeni bir tanıma daha kavuştu. Hem stratejik ortaklıktan hem de ‘model ortaklıktan’ bahsedilmiştir. Bu tanım şaşırtıcı olmuştur. Bakalım taraflara içini doldurmak nasip olacak mı?
VAKİT
YAZIYA YORUM KAT