Cahiliye dayatmasına tavır almalıyız!
Enbiya, 21/66-67: "… Allah'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar vermeyecek nesnelere mi tapıyorsunuz? Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza! Hala akıllanmayacak mısınız!"]
Yaşadığımız ülke siyasal sistemi itibariyle şirkin egemen, toplumsal yapısı itibariyle ise yaygın olduğu bir ülke. İslam’ın temeli olan tevhid ilkesi, yani yaratıcı olan Rabbul Alemin’in sıfatlarını hiçbir yaratılmışa atfetmemek, Rabbul Alemin’den başka ilah, rab, hakim kabul etmeme akidesi gerek siyasal sistemin işleyişinde, gerekse de toplumsal düzeyde sistematik biçimde çiğnenmekte.
Allah Tealayı yaratıcı, el-Halık sıfatıyla kabul eden insanların önemli bir kısmı, bağlılık ve sevgide, itaat ve korkuda, hayatlarının tanziminde birtakım yaratılmışları, güçleri, sistemleri, önderleri, sembolleri ilahlaştırmakta, sadece Rabbul Alemin’e ait kabul edilmesi gereken sıfatların, özelliklerin bir kısmını bunlara yakıştırmaktadırlar. Doğrusu bu tam bir cahiliye halidir, ahseni takvim üzere yaratılmış insanların esfeli-s safiline düçar olmasıdır.
Bu cahiliye halinin en çirkin tezahürlerine geçtiğimiz günlerde bir kez daha ve çok yoğun bir tarzda şahit olduk. İnsanların kendilerini nasıl aşağıladıklarını, şirk batağına koşarak saplandıklarını, günahlarıyla, küfürleriyle, şirkle övündüklerini yine ibretle izledik. Allah Teala bu topluma ve gelecek nesillere bu zulümden, bu akılsızlıktan kurtulma iradesi bahşetsin!
Şirkin kendisi başlı başına bir zulümdür, zulmün büyüğüdür. Ve cehaletle, inatla, müstağnileşerek Rahman’ın kullarının kendi iradeleriyle şirke yönelmeleri çok acınılası bir haldir elbette. Bu yüzden bu pisliğe düçar olan herkese acırız, acımalıyız. Ama ortada bundan daha ağır bir hal, korkunç bir dayatma ve zalimane bir uygulama var.
Şirkin gönüllü köleleri, sadece bu pisliğin içinde boğulmakla kalmıyor, kirlerini başkalarına da bulaştırmaya çalışıyorlar. Muvahhid bir hayat yaşama çabası içerisinde olan Müminleri de kapsayacak şekilde toplumun tümünü kendileriyle birlikte şirki sahiplenmeye, şirke teslim olmaya, küfrü benimsemeye zorluyorlar.
Okulda, sokakta, siyasette, medyada herkes bir biçimde boyun eğmeye zorlanıyor. Ve bu cahiliye müntesipleri bu zorbalıklarından büyük keyif duyuyorlar. Bir nebze insani hasletleri olsa insanları inanmadıkları, reddettikleri bir şeye zorlamanın ahlaksızlık, zalimlik olduğunu anlarlardı ama akidesi baskı, dayatma ve despotizm üzerine kurulu bir anlayıştan böylesi bir şey beklemek elbette yersizdir!
Ne kadar acıdır ki yeryüzünde hüküm süren pek çok despotik, zalim sistemlerden bile daha zalimane bir hal ile bu toplum yüz yüzedir. Bu ülke 80 küsur yıldır kelimenin tam manasıyla mezardan yönetiliyor. Dün olduğu gibi bugün de dünyada çok sayıda diktatörlük ve otoriter-despotik rejim bulunmakta. Nefislerine tapan bazı güç sahipleri toplumu da kendilerine tapmaya, dayatmaları karşısında boyun eğmeye zorlamaktalar.
Ne var ki bunlar genelde yaşayan despotlar olmakta. Öldüklerinde ise hemen hemen tamamının kısa süre içinde bir hükmü kalmıyor, çoğunun esamisi bile okunmuyor. Türkiye ise nevi şahsına münhasır bir ülke olarak öne çıkmakta. Dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan bir şekilde ölmüş bir kişinin egemenliği, rehberliği, tasallutu altında bulunmakta. Bu toplum için başlı başına bir utanç vesikası olması gereken bu hal, bu görüntü ne enteresandır ki bazıları için bir övünç kaynağı sayılabiliyor.
Ve cahiliye kiriyle zihinleri, kalpleri kararmışlar bu durumu çok sevdikleri atalarına bağlılıklarının tezahürü olarak sunuyorlar. Birileri de bu kadar yoğun sevgi ve ihtiram halinin herkes tarafından kabul ve saygı görmesi gerektiğini hatırlatıyor.
Niye böyle olsun ki? İnsanların atalarına, ilahlarına, putlarına duydukları derin bağlılık ve tazim halinin bir değeri, bir anlamı olsaydı, atalarını yüceltmeyi, onları hayatları için bir rehber ve onur kaynağı belleyen müşriklerin de saygı duyulacak bir hal içinde oldukları düşünülebilirdi. Oysa tam tersi doğrudur, müşrikler bu halleriyle kendilerini aşağıladıkları, değersizleştirdikleri gibi sonraki nesillere de sadece günah ve utanç bırakmışlardır.
Ne acıdır ki iman iddiasında bulunanlar, Mümin ve muvahhid olarak kendilerini tanımlayanlar da bu şirk dayatması karşısında giderek daha edilgen bir tutum takınıyorlar. Şiddetle reddetmeleri, karşı çıkmaları gereken sözleri fütursuzca tekrarlıyor, kişiyi ateşe sürükleyecek ameller sergilemekten çekinmiyorlar. Oysa Rabbimiz imandan sonra küfre düşenlerin acıklı hallerini bize şöyle bildiriyor: “O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın” denilir.” (Ali İmran, 106)
Birileri “herkes böyle yapıyor” mantığıyla bu zulmü, dayatmayı basit görüyor. Onlara uymanın gerekliliğine, ortaklaşmanın faydalarına dair tezler geliştiriyor. Oysa benzemekle, taklit etmekle değil reddetmekle mükellefiz.
Allah Teala ondan ve babasından razı olsun, Abdullah ibni Ömer’den aktarılan şu rivayet, bırakın tağutlara, putlara tazimi, müşriklerin masum ve sıradan kabul edilen adetlerini benimsemenin bile ne büyük bir tehlike olduğunu bize hatırlatmaktadır: “Kim müşriklerin topraklarında onların nevruz ve mihricanlarını kutlayarak onlara benzeşirse öldüğü vakit kıyamette onlarla beraber haşrolunur.” (Beyhaki, Sünen)
Biliyor ve duyuyoruz, bu zulme düçar olan herkesin birtakım izahları, savunuları, mazeretleri ve tevilleri mevcuttur. Ama yine biliyoruz ki bir gün gelecek ve bu akıldan, mantıktan, samimiyetten uzak söylem ve savunular hiçbir işe yaramayacak. Dünyevi birtakım hedefler için düşülen zillet kişiyi dünyada küçük düşürdüğü gibi, ahirette çok daha elim bir duruma sürükleyecek.
İşte tam da burada müstakim olmanın, emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmanın önemi ortaya çıkıyor. Bizler Müminleriz, samimiyetten, içtenlikten uzak izahlara, tevillere göre hayatlarını sürdürmeye çalışanlardan, adeta bir böcek gibi dünyaya yapışanlardan değiliz. Rabbimiz bize Mümin sıfatıyla, hidayet nimetiyle lütfetti, Rabbimizin bu ihsanını, lütfunu hiçbir hesapla değersizleştirenlerden olmayacağız. Şerefli yaşayıp, son nefesimizi de şerefimizle vereceğiz inşallah!
Varsın birileri bizi ulusal birlik ve bütünlüğü sabote etmekle itham etsin. O ulusal sıfatıyla tasvir edilen her şeyi külliyen reddediyoruz. Bunların bizim için tam manasıyla cahili bir azgınlık, ruhumuzu ve bedenimizin tıkılmaya çalışıldığı bir zindan olduğunu biliyoruz.
Varsın birileri bizi aşırılıkla, siyaset bilmemekle, maraza çıkarmakla, herkesin kabul ettiğini kabul etmemekle suçlasın. Tüm bu eleştiriler, suçlamalar, kınamalar bizim için yok hükmündedir, hatta bizatihi şereftir! Çünkü Müminler kınayıcıların kınamasından korkmadan hakkı dile getirenlerdir.
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler. Onlar mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah'ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Maide, 54)
YAZIYA YORUM KAT