1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. Çağrı-Der’de “Ercüment Özkan” Konuşuldu
Çağrı-Der’de “Ercüment Özkan” Konuşuldu

Çağrı-Der’de “Ercüment Özkan” Konuşuldu

Zonguldak Çağrı-Der’de Hüseyin Alan, “Ercümend Özkan, Hayat ve Misyonu” başlıklı bir seminer sundu.

01 Ocak 2012 Pazar 00:32A+A-

Hüseyin Alan konuşmasına Ercüment Özkan’ın yaşadığı dönemde ses getiren, bilinen, söyleminin netliği nedeniyle her kesimden görmezden gelinmeye çalışılan, muhalefet edilen, bugünlerde bizim de ihmallerimiz nedeniyle maalesef unut(tur)ulmaya terk edildiğini vurgulayarak, ölülere rahmet dilemenin bir aslında kendimize rahmet dilmek anlamında bir iyi davranış olduğunu, onlardaki iyiliklerin kendimizde de olması anlamında bir temenni olduğunu savunarak başladı.

Hüseyin Alan, onun paradigmanın dışından konuşan, kültürel atmosfere eklemlenmeden düşünen ve uygulamaya çabalayan biri olması anlamında özel ve özgün bir yerinin olduğunu, bunun için sitsem dışı ilan edildiğini, yasaklamalar ve engellemelerle karşılaştığının vurguladı.

Konuşmacı, 24’lere kadar müslüman coğrafyaların, bir şekliyle dine referans göstermeleri, meşruiyetlerini dine atfetmeleri nedeniyle sanki hep Medinelerde yaşadıklarını, hiç Mekkelerinin olmadığını, 24’lerden sonra batılılaşmanın eksen alındığını, ulus devletlere bölünerek zihniyet bölünmesinin de yaşandığını, mevcut paradigmanın yitirildiğini, bizi bir arada tutan gücün İslam olduğunun unutulduğunu savundu. Alan, Osmanlıdan cumhuriyete geçilirken hemen her kanaat önderinin cumhuriyetçi olduğunu, değişimin yönünün farkına varamadıklarını, bugün de sığınmacı, fikrî bir gecekondu halinin yaşandığını belirtti.

H. Alan, modernizmle nasıl hesaplaşacağımızı bilemediğimizi, kendi köklerimize dönüp yeniden ayağa kalkabilecekken aynı savrulmanın AB sürecine eklemlenerek devam ettiğini söyledi. Batıda her ne varsa alıp modernleşeceğimizi sanırken, sonrasında daha kendimize gelmeden post modern bir yeni savruluşla karşı karşıya kaldığımızı, o dönemi tahlil edemeden kaçırdığımızı, bu dönemi de tahlil edemeyerek kaçıracağımızı ekledi.

Konuşmacı, modernizmin her şeyi tek tipleştirdiği, rasyonel akılla tanrıyı göğe gönderip insanı merkeze alan bir yapı üretirken, post modernizmin ise tarihi ne kadar algı varsa kendine yer bulan, ne olursa olsun kabul gören, her şeyi geri çağıran bir algı oluşturduğunu, değer ve ilke bırakmadığını bunun ise daha büyük sorunlar ürettiğini savundu. Hüseyin Alan, suni dine karşı üretilmiş bir form olan Aleviliğin kemalizme eklemlenmesinin, muhalif damarının terk edilmesinin iyi düşünülmesi gerektiğini belirtti. ‘On yıl içinde maaşlı dedeler, cem evlerinin yayılması ile sistem muhalif olabilir mi?’ diye sordu. İslamcıların bu süreçten geçtiğini, Kürtleri de benzer akıbetin beklediğini ekledi. Bizlerin emekle, tırnakla kazıyarak buralara gelmediğimizi, bize sunulan, açılan alanları kullandığımızı söyledi.

Hüseyin Alan, sistem eleştirisi yapıldığında terörist yaftası yapıştırıldığını, ‘ya demokratsınızdır ya da totaliter’ ikilemine mahkum edildiğimizi, oysa üçüncü bir yolun hep olduğunu vurguladı. ‘Hayır işleyen ve hayra çağıranlar nerde?’ diye sordu. Paradigmanın içinden düşününce daha iyi demokrasi ister hale geldiğimizi ekledi. Konuşmacı, 50’liyıllarla beraber tercüme faaliyetleri ve öğrenciler marifeti ile gelişen bilgi aktarımı/transferi sayesinde bir bilinçlenme görüldüğünü; Osmaniye ve Mardin müftülerinin Kur’an vurgulu, sahih din iddialı söylemleri sebebiyle maruz kaldıkları zulümleri n akabinde şehadetleri, Hatip Erzenler/Malatya ekolü çabalarına örnekler sundu. Müslümanların hangi dönemde olursa olsun, isterse liberal özgürlük söylemlerinin dönemlerinde olsun paradigma dışından konuştuklarında susturulduklarını vurguladı. Konuşmacı, oyunu bizim belirlemediğimizi, sınırları bizim çizmediğimizi, Mekkede inananların daha şeriat ve ahkam ayetleri bile yokken ‘la’ dediklerinde nasıl bir karşılık bulduklarının iyi düşünülmesi gerektiğini vurguladı.

Alan, bu tarihi perspektiefin ardından, sistem dışından konuşan, adanmış bir müslüman olarak Ercüment Özkan’ın hizbuttahrir sürecini, onlardan ayrışmasını, kendine özgü bir yöntem belirleyip yola koyulmasını, bu noktada tavizsizliğini, mahkeme süreçlerini ve eşsiz savunmasını; ‘Siz bana yüz yıl caza verseniz, benim de yüz bir sene ömrüm olsa, o bir seneyi yine sistemi değiştirmek, Allah’ın dinini hakim kılmak için harcayacağım!’ şeklindeki, müdahanesiz yapısını sundu. Konuşmacı, Türkiye’de siyeri bilenin çok olduğunu, ancak muradını kavrayanın olmadığını, rahmetlinin hadis düşmanı diye lanse edilmesine rağmen, hayatını sahih sünnete göre düzenleyen on kişi sayılsa ilk akla gelen kişi olacağını vurguladı. Onun bu sürecin ardından ikinci etkiyi çıkardığı İktibas dergisi ile (tüm kazanımını bu uğurda, bir yan gider gibi tükettiğini ekleyerek) yaptığını belirtti. Hüseyin Alan, onun, doğru dini öğrenmek için zihni kodlama yaptığını, Kur’ana ısrarla, tekrar tekrar vurgu yaptığını, Hz. Peygamberin hayatının en az kendi hayatımız gibi öğrenilmesi, içselleştirilmesi gerektiğini önemsediğini, kavramları sistematik hale getirip ısrarla üzerinde durduğunu, dört diye belirlenmiş şeri delillerin tersinden, aşağıdan yukarı doğru değil, Kur’andan başlayarak işletilmesi gerektiğini savunduğunu anlattı. Onun en önemli tarafının, dinin salt manevi bir tercih olmadığını, ona bağlanan insanın her şeyini ona göre belirlemesi gerektiğini, siyasi bilinci yenileyen, ekonomik, sosyal ve siyasi her konunun dine göre belirlenmesi gerektiğini vurgulayınca, sistemin aktörleri ve din bezirganları da dahil her kesimden reddiye ile karşılaşmasını aktardı. Rahmetlinin çocukla konuştuğunu yetişkinle de konuştuğunu, kadınla konuştuğunu erkekle de konuştuğunu, gençle konuştuğunu yaşlı ile de konuştuğunu, karakolda konuştuğunu mahkemede de konuştuğunu, tutarlı, özgün bir kişilik olduğunu belirtti. Konuşmacı, zaten konuşmaların karşılıklarını bulacak, havada kalmayacak şekilde, hakkı ve batılı kime, nasıl nitelemek gerekiyorsa öyle söylendiğinde karşılık bulacağını, etki oluşturacağını söyledi. Finans kurumlarımız olsun, modern okullarımız olsun, çağdaş cemaatlerimiz olsun, partimiz olsun şeklinde sistemin içinden bakılınca çözüm üretilemeyeceğini, paradigmanın dışına çıkınca bunların netleşeceğini vurgulayarak, her şeyde vahye sünnete göre sınırlarımız olması gerekirken hiçbir sınırın kalmadığını, post modern algı çerçevesinde itiraz geliştirmeyen her şeyin yol bulabileceğine dikkatleri çekti. Eskiden siyah beyaz renklerin olduğuna, bu yeni dönemde ise her rengin bir karışım içinde, renksizlik de dahil yer bulabilmesine vurgu yaptı. Post modern dönemin bir gayya kuyusu olduğunu, herşeyi tüketim konusu kıldığını, hak ve hakikat kabulü olmadığını, herkesin bundan bir parçayı, tek kendi de olsa görünür, muhalif kılmadan temsil edebileceğini, her şeyin hakikatinin kendince olabileceğini, buna bir ‘dur’ diyenin olmadığını, ‘nereye gidiyoruz’ diye bir kaygının kalmadığını, cennetin burada kurulmaya çalışıldığını, insanları hayra, vahye çağırmanın hepimize bir görev olduğunu vurguladı.  Konuşmacı, Eyyub gibi elden alındığında da, Süleyman gibi nimetin sınırsız kılındığında da imtihan olduğumuz gerçeğini unutmamamız gerektiğini, Allah ile bağımızı güçlendirmek zorunda olduğumuzu belirtti. Sürü gibi olmadığımızı, ‘hak batıl şudur’ diyebilmemiz gerektiğini, paradigmanın dışına çıkarak, imtihan olduğumuz gerçeği ile müslümanca bir duruş sergilemek sorumluluğumuzun olduğunu ekledi. Hüseyin Alan Maide 78-80. ayetlere atıf yaparak, şükrü bilmemiz ve O’nun yolunda kullanmamız gerektiğini söyleyerek sözlerini tamamladı.

Katılımcılardan gelen, ‘24lere kadar meşruiyetlerini dine dayandırıyorlardı, ifadeniz saltanatları meşrulaştırmaz mı?’ sorusuna; bunun bir tanımlama olduğunu, zulüm de yapsalar dine atıf yapma mecburiyetleri, aidiyet hissetmeleri, kitlenin bakışı anlamında bir tesbit olduğunu, şimdilerde kültürün de parçalandığını, ne düşman tanımının kaldığını, ne kiminle kavga edildiğinin bilindiğini, bir buçuk milyar yekûnun bir kıymeti harbisinin bulunmadığını, parçalanmaya devam ettiğimizi, ümmetten bahsedenimizin kalmadığını (tasavvuf ve namazla diriliş platformu değinilerinde de bulunarak), aidiyet hissi anlamında alınması gerektiği cevabını; ‘anmak değil anlamak diyen bizlerin de zamanla aynı duruma düştüğümüzü, sorumluluk almaya yeltenilmediğini, öykünmeciliğin aşılamadığını, yapılabilir tekrarlanabilir oluşuna dair ders alınmadığı’ hususunda neler düşündüğü sorusuna da; bunun bir rol model oluşunu, Arapların ‘eyyamul arap’ denilen tecrübe aktarımı için şiir, menkıbe, kıssa türü yöntemlere başvurduklarını, Kur’an kıssalarının da bu manada rol model aktarımı olarak düşünülmesi, oradan kişilik ve doğru davranışlar alınması gerektiğini düşündüğü cevabını verdi. Program yapıp edilenlerin hayırlara vesile olması temennileri ile sona erdirildi. 

HABERE YORUM KAT