Çağımız teknoloji çağı değil çaresizlik çağıdır!
Ali Osman Aydın, modernliğin sonuçlarından hızın insan yaşamını nasıl değiştirdiğini inceliyor.
Ali Osman Aydın / Yeni Akit
Körler, yorgunlar, yabancılar
Hız çağında yaşıyoruz. O kadar hızlı ilerliyoruz ki, nereden gelip nereye gittiğimizi görmüyoruz. Hız körleştiriyor. Nereden gelip nereye gideceğini göremeyecek kadar hızlı gidenler, erken yoruluyorlar. Erken yoruluyor ve oyundan erkence düşüyorlar. Hız körleştirdiği gibi yoruyor da.
İnsanlarla bir arada yaşıyoruz. Bazı insanlarla daha da yakın, diz dize, göz gözeyiz. Fakat yakınımızdakileri hissedemediğimiz gibi, en yakınımızdakileribile göremiyoruz.
Teoman bir şarkısında fiziken yana yana olan ama kalben uzak olanlardan “ iki yabancı” diyerek bahsediyordu. “Birlikte ama yalnız, iki yabancı…”
Kendi memleketimizdeyiz... Kendi mahallemizdeyiz… Kendi çevremizdeyiz… Ama herkese yabancıyız. Herkes de bize yabancı. İçimizdeki uzun duvarları aşamayacak kadar mecalsiziz. O duvarları aşıp bir başkasına uzanmak bir eziyet. İçimizde kalmak, kimseye uzanmamak ve duvarlarımızı kimsenin bize uzanamayacağı kadar yükseltmek hastalığımız.
Kör, yorgun ve yabancı olmak zamanımızın ruhuyla donanmak demek. Zamanın ruhu bizim insan yanımıza saldırıyor. Onu tarumar ediyor. İnsan olmak, başkalarının acılarına karşı kör olmamayı gerektiriyor. Acı çekenleri anlamayı, bağışlamayı, acılarından kurtarmak için onlara yardımcı olmayı içeriyor.
İnsan yanımız hayata karışacak kadar diri olmayı da gerekli kılıyor. Akıp giden hayata tesir etmek, şekil vermek, rengini katmak, kokunu bulaştırmak ve güzelleştirmek bizi insan kılıyor. Bizi hayvanlardan ayırıyor. Fakat yakamızı bırakmayan yorgunluk buna mani oluyor. Bizi aşağı çekiyor, hazların ve konforun cehennemi kucağına!
Haz insan yanımızı felç ediyor. Teknoloji bağımlıları birer felçli! Ötekinin acılarına körleşenler, evlerini birbirine yabancı olanların konakladığı bir otel odasına çevirenler birer felçli! Hayvanları, çocukları, bağışlamayı, taşı toprağı sevmeyenler; anlamaya meyletmeyenler, akıllarını ötekinin canını acıtmak için gaddarca işletenler birer felçli.
Bu kadar hızla gitmemize neden olan şey arzularımız. Epiktetos zaman durdukça duracak bir söz söylemişti: “Acı, arzudan doğar”. Bizi serapların peşinde koşturan, yoran, yabancılaştıran ve körleştirenlerin başında arzu geliyor.
İnsan sahip olduğundan fazlasını arzuladıkça yolu acıya varıyor. Hep acı dolu bulmacaların içinde kıvranarak çözüm arayan insanlardan çok azı arzuların tuzağınadüştüğünün farkındadır. İnsan istemeye başladığı anda açı çekmeye de başlar. Istırap arzunun çocuğudur.
“İnsanın arzuları ne kadar çoksa, çaresizliği de o kadar çoktur.” der Rousseau. Her istek karşılanmaz, karşılanamaz. Her istediğimiz yerine gelmez, hatta geleniçok azıdır. Gerçekler, gelmesine manidir. O halde çaresizlik kaçınılmazdır. Zamanımız sınırsız isteklerin karşısında ne yapacağını bilmeyen çaresizlikle ürperen insanların zamanıdır. Çağımız teknoloji çağı değil çaresizlik çağıdır.
“Ah, kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya” demişti Gülten Akın. Yavaşlamalı. Sakinleşmeli. Çirkinliklerden yüzünü çevirmeli. Rüzgarın esintisini hissetmeli. Gün doğumunu, gün batımını, oynaşan çocukları, büyüyen çiçekleri, parlayan yıldızları izlemeli. Gecenin, semanın ve geniş düzlüklerin çınlayan sessizliğini dinlemeli. Yanı başımızda düşüp kalkarak, umarak, kırılarak, kanayarak yaşayan insan yığınlarının çaresizliğine, yorgunluğuna, kimsesizliğine gücü yettiğince son vermeli. Kurtuluşu daha hızlı olmakta aramamalı.Daha fazlasını umarak değil, daha azına razı olarak yaşamalı.
HABERE YORUM KAT