Büyük zafer, küçük kafalar ve ideolojik takıntılar
“Büyük Zafer” denilince bazılarının akıllarına sadece tek bir şey geliyor. Zaten fanatik kampa göre ezelden ebede tek ve eşi benzeri olmayan mucizevi “ulu önder” olarak sabitlenen Mustafa Kemal ne yaptıysa, nasıl yaptıysa her şeyi ama her şeyiyle büyüktür, nadidedir ve aşılamazdır. Bu sebeple dünya üzerinde olup biten hangi mevzuyu konuşursanız konuşun ilk ve nihai hedef bu eşsiz Tek Adam’ın mucizelerine hayranlık ve şükran duygularını teyid etmekten ibarettir. Suriye’den devasa bir göç dalgası mı var; sebebi daha baştan bellidir: çünkü onların bir Atatürk’ü yok. Afganistan’da Amerika ve NATO işgalini bitiren İslamcı bir Taliban örgütü mü iktidarı ele geçirdi; büyük yanlış derhal teşhis edilir; çünkü onlara laikliğin önem ve değerini öğreten bir Atatürkleri yoktu. Filistin’deki Siyonist İsrail işgali Amerika ve Avrupa’nın desteğiyle giderek derinleşirken durdurulamıyorsa sebebi bellidir; zamanında Ata/Türk’e isyan edip ilelebed lanetlenmiş kalmalarıdır!
Milli Mücadele Laiklik ve Kemalizm İçin Verilmedi
İroni yapmıyoruz, süreci tahlil ederken şaka yoluna da başvurmuyoruz. İsterseniz göz ucuyla şöyle bir bakın; Afganistan’da 20 yıldır süren barbarların işgalinin nasıl sona erdirildiğini mi konuşuyoruz yoksa Atatürk’ün efsanevi zaferlerini Vatandaşlık ve İnkılap Tarihi dersi gibi tekrar tekrar ve kitleler halinde ezber mi yapıyoruz? Evet, Afganistan meselesine bütün devletler ve toplumlar mevcut pozisyonundan bakarak bir takım değerlendirmeler yapıyorlar. Fakat Türkiye’deyse direnişiyle, kültürüyle, tarihiyle, stratejisi ve gelecek projeksiyonuyla Afganistan’ı konuşmaya hemen hiç fırsat bulamıyoruz. Sebebi belli; Afganistan’a bakarak Resmi ideolojiye meşruiyet kazandırma, Kemalizme sadakat ve şükran yenileme üzerine o bildik boğucu iklim kendisini yine dayattı. O militan, o fanatik din düşmanı laiklik-Kemalizm pratiklerinin kadir kıymetini belletmek, siyaset ve toplumun ne kadar nankör olduğuna dair diskur çekmek için devasa propaganda mekanizması aklı-mantığı, tarihsel ve aktüel hakikatleri bir silindir gibi ezip çiğnemek üzere acımasızca ve utanmazca harekete geçirildi.
En önemli çarpıtmaya itirazımızı bir kez daha vurgulayalım: Milli Mücadele katiyetle laik-dindışı bir toplum inşa etmek, Tek Adam ve Tek Parti düzeni kurup toplumun adalet ve özgürlük mücadelesine zincir vurmak üzere verilmedi. Bilakis Milli Mücadele İslam ve Müslümanların bu coğrafyadaki izzet ve şerefini teminat altına almak, toplumun adalet ve özgürlük arayışını serbest siyasi rekabet yoluyla güçlendirip geliştirmek için verildi. Milli Mücadele İslam inancı, kültürel sembol ve kodlar, Müslüman toplumun ahlaki değer ve kanunları kamusal alandan tecrit edilip tarihe gömülsün diye verilmedi. Bilakis Milli Mücadele İslam inancını, siyasal sembol ve kodlarını, Müslüman toplumun ahlaki değer ve kanunlarını Misak-ı Milli’nin en ücra köşesinde bile hâkim kılmak için verildi.
Arı-Duru ve Sahih Tahayyüllerimiz Çiğnendi
“Ulusal Kurtuluş Savaşı” veya “laiklik ve Batılılaşma mücadelesi” gibi isimlendirmeler resmi tarih yazımının uydurmalarıdır ve bu tanımlamalar hiç bir hakikate dayanmaz. Cephelerde savaşan yüz binlerce Müslüman Allah yolunda ölümü göze almışlardı yoksa Ebedi Şef ve Milli Şef kılavuzluğunda Etiler, Sümerler, Hititler’le akrabalık kurmak, kafatası ölçümlerine göre medeniyet aidiyeti belirmek, damarlarda dolaşan kan üzerinden asalet yarıştırmak gibi hiç bir sapkın tahayyüle sahip değillerdi. Milli Mücadele’nin kavram ve sembollerinden de hareket noktası ve hedeflerinden de hiç bir surette Kemalist Tek Adam ve Tek Parti rejimine bir yol bulabilmek mümkün değildir. Bir oldu-bitti şeklinde ilan edilen Cumhuriyet isim olmakta öteye hukuki ve siyasi manada hemen hiçbir pratik karşılık bulamamış fakat devlet 27 yıl boyunca yukarıdan aşağıya bir toplumu Batıcı-laik-ulusal kimliğe göre dizayn etmek üzere Şeflik sistemi olarak milletin üzerine abanmıştır. Tek Adam ve Tek Parti’yi temel alan 27 yıllık Şeflik düzeni 10 yıllık periyodlarla askeri darbeler ve vesayet pratikleri ancak toplumsal dirençlerle aşılabilmiştir.
Cumhuriyet dönemindeki asıl büyük zafer Tek Parti düzenine son vermek, askeri darbelerin yasal ve bürokratik zeminlerini söküp atmaktır. Tek Parti Cumhuriyeti basit fakat milyonların iradesini ipotek altına alıp fakirleştiren, ufkunu karartan ve yoksunluğa mahkûm eden fasit ve faşist bir müsamereydi. Halkın iradesi önce pasif direnişlerle akabinde aktif arayış ve tekliflerle nihayet söke söke bu mizanseni sahneden silip attı. Ancak şimdilerde saçma sapan, tarihi hakikatlerin hilafına ve güya tarihle barışma adına Ulu Önder güzellemeleri, Atatürk’e rahmet okuma seansları, Ebedi Şef’e şükran ve sadakat bildirme yarışları moda oldu. Tarihi Kemalist ideoloji ve tezler çerçevesinde kurgulayıp yaşanan acıları, kayıpları, sapmaları, inkâr ve asimilasyon politikalarını temize çıkarmakta inat eden devlet sınıflarına uyum sağlanarak ülkeyi gül bahçesine çevirebileceğini sanan şaşkınlara tabi olarak bu ülke sadece ve sadece fena halde duvara toslar. Çünkü eleştiri ve itirazı sindirip bastırmaktan, ihanet ve gericilikle itham etmekten başkaca bir iş beceremeyen resmi ideolojiyle ne adam gibi bir anayasa yapılabilir ne de geçmiş ve gelecek arasında sağlam bağlar kurulabilir.
Tarihle yüzleşmekten kaçarak, laik-ulus kimlik inşa etmek üzere girişilen zulümlerle hesaplaşmaktan korkarak olsa olsa bürokratik oligarşinin İslami kimliğe karşı konumlandırdığı Kemalist devlet ve toplum modelinin hortlamasına fırsat tanınır. Geçmişiyle geleceğiyle ülke ve toplumu “Ulu Hakan – Ulu Önder” sarkacına mahkûm etmek esasen adalet ve özgürlük mücadelesini hadım etmektir. Bu ülke daha fazla gecikmeksizin, kuşatıcı ve yapıcı bir yönelişle travmatik dönem ve aktörlerin sosyolojik, psikolojik ve siyasal-stratejik analizini yapmaya mecburdur. Vesayet toplumu olmaktan, resmi ideolojik kurguya mahkûm ve mecbur yaşamaktan, çocuksu söylem ve törenlerimize bütün dünyanın imrendiğini sanmaktan sıyrılıp kurtulmak için daha fazla beklemeye hacet yok. Adalet ve özgürlük temeli güçlü bir toplumu, refah ve güvenliği yüksek bir devleti çarpık bir tarih, sapkın bir ideoloji ve fanatik bir kimlik üzerine inşa edemezsiniz. Hakikatle inatlaşan, hakikati inkâr ve alay konusu yapan fert ve toplumu bekleyen akıbet neyse siyaset ve devleti de bekleyen akıbet odur.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT